içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Neden Okuduğumuz ve Dinlediğimiz Şeylerden Faydalanamıyoruz?

Bazen insan sohbetlere katılır ve vaazlar dinler ama Kuran ve Hadis kaynaklı olan bu sohbetlerden, ahlak derslerinden ve konuşmalardan etkilenmez. İnsanı uyandırıp gafletten çıkmasına neden olmaz. Burada bir şey insanın konuşmalardan etkilenmesine engel olmaktadır.

İmam Ali (a.s) nakledilen bir rivayette şöyle buyurmuştur: Allah (c.c) tarafından anlama kabiliyeti verilmeyen kimse, hiçbir öğüt verenin öğüdünden faydalanmaz. İnsanda ilk önce anlama kabiliyeti ve idrak etme gücü olmalıdır. Diğer taraftan ise, insan kendinden kaynaklanan bir anlama gücüne sahip değildir. Başka bir tabirle bu konuda bağımsız değildir; bu anlama ve idrak gücü ona Allah tarafından verilmektedir. Eğer insan Allah’ı tanıyorsa, Allah Resulü’nü (s.a.a) tanıyorsa, İmamı tanıyorsa veya marifet sahibi olduğu ve olacağı her şey, özetle bu tanımaların tamamı insana Allah tarafından lütuf edilmektedir.

Peki, bu arada bu düşüncelerin ve anlamaların bizim vücudumuzda ve kalbimizde etki etmemesinin sebebi nedir? İnsanın kalbidir ki etkilenir, uyanır ve Allah’ın semtine doğru hareket eder. Bizler şöyle düşünürsek, bütün feyizler, hayırlar ve bereketlerin hepsi ve tamamı Allah’tandır. Özelliklede akıl nimeti ve bu düşünceler bize Allah tarafından verilmiştir. Bunun farkına varırsak, o zaman Allah’ın lütfu ile kendimiz arasında engel oluşturmamalıyız. Bu ilahi feyzin bize ulaşmasına mâni olmamalıyız. Sohbet eden birisi vesilesiyle ilahi feyzin bizim kalbimize inmesine bir şey engel teşkil etmektedir. Bu engel ve mâni Allah tarafından olamaz; çünkü Allah mutlak hayırdır. Sürekli bu feyiz ve bereketleri kullara ve insanlara indirmeyi dilemektedir. Allah’ın tarafından devamlı kaynayıp coşan bir feyiz vardır.

Asıl sorun ve engel, bizlerden kaynaklanmaktadır. Dünyaya meyleden, dalan ve neticede bağlanan bizleriz. Böyle yaptığımız içinde dünya sevgisi bizim kalbimize yerleşmektedir. Sonrasında dünyayla meşgul olunca gaflete düşüyoruz. Gaflet insanın hislerini kaybetmesine ve bazı şeylerin farkına varmamasına sebep olur. Hakikate teveccüh edemeyip, yönelemeyişimize neden olur. İnsan gaflete düşünce, nefsinin heva ve hevesi ve şeytanın hileleriyle baş başa kalır.

Nefsin heva ve hevesinin buradaki işleyiş şekli şöyledir: O, şeytanın önünü açar ve rahat bir şekilde işini görmesi için zemine oluşturur. Böylelikle şeytan daha rahat bir biçimde insana vesvese eder ve yoldan çıkarır. Her insanın iman mertebesine ve kapasitesine göre bu işi yapar. Yani herkesin kendisine uygun bir yöntem izler. Herkese ayrı bir yol çizer. Örneğin ticaret yapan birine malını pahalı satmasını veya tartarken az tartmasını… vesvese eder. Hâlbuki Kur’an ve hadisler bunun aksini söylemektedir.

Neticede kul hakkını ihlal eder. Kısacası şeytan insanların işine göre hangi yoldan, nasıl ve hangi yöntemle bu işi yapacağını çok iyi bilir. Demek ki herkese verdiği vesveseler farklıdır. Burada her insanın “Neden bana böyle vesvese ediyor ama bir diğerine daha farklı” diye düşünmesi lazımdır. En sonunda bu anlattığımız aşamaları da göz önünde bulundurduğumuzda şu sonuca varmaktayız:

İnsan, günah işlediğinde Allah’ın devamlı olan feyzinin ve lütfunun önüne bir duvar çeker. Böyle olunca da Allah’ın feyzi bize ulaşmaz. Allah göstermesin, ulaşmayınca akıbetimiz kötü olur; ömrümüz yanar biter, kül olur. Bunlar insanın elinde olan şeylerdir. Yukarıda yazılan şeyleri yapınca böyle bir akıbete düçar olur. Bu Allah’tan kaynaklanan bir şey değildir. Allah her daim hayır ve bereket nazil etmektedir. İnsanın hidayeti ve O’na doğru hareketi için ne gerekliyse yaratmıştır ve insanı ise, lazım olan şeylerle donatmıştır. İnsanı herkesten çok sevmektedir. Herkesten çok onun üstün erdemlere ve kemallere ulaşmasını ister. Manevi makamlara çıkmasını, Halifetullah olmasını varlıksal olarak diler. Bu manevi makamları ise kendi hür iradesi ve tercihiyle yapmasını takdir etmiştir ama kimileri kötülüğü diler kimileri ise iyiliği.

Kısacası O’na yaklaşmamızı ve O’nun semtine gitmemizi ister. Kur’an “Biz Allah’tanız ve ona döneceğiz” diye buyurmaktadır. Daima hayırlar, bereketler ve feyizler O’dan bize doğru inmektedir. Bizler ise buna engel oluyoruz. Evet, bizzat kendimiz bu duvarı çekiyoruz.

Yapmamız gereken şeye gelince, şöyle yapmalıyız: Bütün hayırlar O’ndan geldiğine göre, bu durumdan çıkmayı da Allah’ın bizzat kendisinden istemeliyiz.  Örneğin konumuzda olduğu gibi bir sohbete katıldığımızda veya kendimiz bir hadis ve hikmetli söz okuyup üzerinde düşünmek istediğimizde, evvel Allahtan şöyle dilemeliyiz: “Allah’ım! Sen, kendin bu düşünme ve anlama kabiliyetini bana ver. Her güzellik Allah’tandır. İnsanın kendisi böyle bir marifete sahip olamaz. Bu marifet ise, dediğimiz gibi Allah’tandır ve O’nun katından insana iner. Aklı da fikrî de insana veren O’dur. İnsan da bu nimetleri kullanıp hakikate yetişmelidir.

Evet, Allah’ın bizzat kendisinden dilemeli! Bu anlattıklarımız duaların içeriğinde vardır. Hz. Musa Firavun’un yanına gitmek istediğinde şöyle dua etti:

“Rabbim! Göğsümü genişlet; işimi kolaylaştır ve dilimin bağını çöz ki sözümü iyi anlasınlar”. Burada demek istediği şudur: İlk önce insan varlığın başlangıcına bağlanmalıdır. Bu konu sadece sohbet dinlemekle ilgili değil, namaz kılmadan önce de böyledir. Namazdan önce şöyle arz etmeliyiz:

“Allah’ım! Ben varlıksal olarak günahlar ve gafletler neticesinde perişan bir durumdayım. Bende olan bu şartlardan dolayı namazımda gerekli olduğu gibi olamıyor ve sana yönelemiyorum. Kusurlarımdan dolayı, kullukta ve ibadette olması gereken hal ve durum bende yoktur. Senin huzurunda olduğumun farkında değilim. Öyleyse Allah’ım! Sen kendin bana namazda yardım et”. Ya da sohbete giderken şöyle demeliyiz:

“Allah’ım! Ben çok kusurlu bir insanım. Kullukta çok eksikliğim var. Allah’ım! Sen kendin bu yolu aç. Allah’ım! Sen bizleri tanıyorsun. Bizler zayıf insanlarız; çokça günah işlemişiz ve nefsimize zulmetmişiz. Allah’ım! Sen bu yolu aç. Sen başarı ver”.

Evet, yapmamız gereken bunlardır. İmam Ali’den (a.s) naklettiğimiz rivayet de de İmam (a.s) “Anlama kabiliyetinin ve şuurun Allah’ın tarafından geldiğini” buyurmuştu. Biz de Allah’tan anlama gücü dilemeliyiz.

Gafletten çıkmak istiyorsak, uyanmak istiyorsak, Allah’a doğru yola koyulmak istiyorsak, dine yönelmek istiyorsak, peygambere doğru gitmeyi diliyorsak, İmam’a doğru gitmeği arzu ediyorsak, Allah’ın kendisinden istemeliyiz. Aynı şeklide peygambere doğru gitmeyi de, imama doğru gitmeyi de onların kendilerinden istemeliyiz. Eğer zamanın imamına yakınlaşmak dilersek, imamın kendisinden istemeliyiz:

“Ey zamanın imamı! Sen kendin yolu aç. Bizler kusurlu insanlarız; seni tanıma konusunda kusurluyuz. Allah’ın bize verdiği görevlerin hepsinde kusurluyuz. Öyleyse sen kendin yolu aç”. Bunu bütün varlığımızla zamanın imamından istemeliyiz. Bütün benliğimiz ile Allah’tan istemeliyiz.

Allah’tan isteyelim ki bizi hidayet eylesin; bizim elimizden tutsun; idrak etme şuuru versin; marifet versin; anlama yeteneği ve şuur versin. Eğer anlama yeteneği ve şuur olmaz ise, insan da diğer hayvanlar gibi olur. İnsanı da diğer hayvanlardan ayıran ve farklı kılan bu anlama, şuur etme ve akıldır.

Üstat Seyyid Mehdi Saidi’nin konuşmasından…

Bu yazı 400 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum