Abdullah b. Saba Masalı
Bismillahirrahmanirrahim
Soru: Bazı Sünni yazarlar “Abdullah b. Saba” isminde bir Yahudi dönmesinden bahsediyorlar ve Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra meydana gelen olayların ve fitnelerin hemen hepsinde bu adamın ve arkadaşlarının parmağının bulunduğunu, 3. Halifenin katlinden tutun Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarına kadar hepsi bunların gizli ve sinsi çalışmaları ve tahrikleriyle meydana geldiğini iddia ediyorlar. Hatta Şiiliğin ilk nüvesinin de bunlar tarafından atıldığını ileri sürüyorlar. Şimdi soru şu: Acaba gerçekten böyle bir iddia doğru olabilir mi? Değilse bunu çürütebilecek deliller nelerdir?
Cevap: Sorunun asıl cevabına geçmeden önce bir iki konunun üzerinde durmakta fayda var. Bizce bu iddiayı ileri sürenler her şeyden önce farkında olmadan Sahabe hakkındaki kendi görüşlerini çürütmektedirler. Zira onlar sahabenin tümden adil olduklarına inanıp, neredeyse hiç bir hata ve yanlışta bulunmadıklarında son derece ısrarlı davranıyor ve onları eleştirenlere en ağır ithamlarda bulunmaktan çekinmiyorlar.
Evet, "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz" rivayetini nakleden de yine onlar. Sahabî ismini taşıyanların hepsi istisnasız böyle bir özelliğe sahiplerse ve her biri birer hidayet yıldızı iseler, nasıl oluyor da hepsi birden, bir Yahudi dönmesinin oyununa geliyorlar?! Öyle ki onları birbirine düşürüp, binlerce insanın katline yol açan kanlı savaşlara sürükleyebiliyor?! Diyelim ki bir defalığına böyle bir oyuna gelip bir yanlışı yaptıklarını doğal karşıladık, acaba sonraki olaylarda neden akıllarını başlarına toplayıp önceki yanlıştan ders alarak bu oyunları bozmadılar?!
Öte yandan Şia'nın tarihinden ve ortaya koyduğu delillerden haberdar olan her münsif insan bilir ki Şiiliğin temeli bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zamanında atılmıştır. Zira Şia ile Ehl-i sünnet arasındaki ihtilafi konuların başında "İmamet ve Hilafet" konusu gelmektedir. Bu konuda Şia imametin nassa dayandığını ve Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra “imam” olacak kimsenin Allah ve Resulü tarafından tayin edildiğini ve bunun Hz. Ali (a.s) olduğunu ileri sürmektedir. Bunun delillerini ise, kendi kaynaklarının yanı sıra, bizzat Ehl-i Sünnet'in kaynaklarından göstermektedirler. Şiiliğin Abdullah b. Saba tarafından uydurulduğunu iddia eden kimseler, Şia'nın imamet konusundaki delillerinin de söz konusu Yahudi tarafından uydurulduğunu söylemeleri gerekir. Nitekim söylüyorlar da. Bunun manası ise, o kadar sahabînin bu Yahudi tarafından aldatıldığı gibi, bugün Müslümanların içerisinde itibar gören ve bu delilleri ve hadisleri nakleden onlarca kaynağın yazarının da bu konuda aldatılmış olmalarıdır. Şimdi bu muhteremlere sormak lazım, acaba her şeye rağmen bu sonuçlara katlanmak isterler mi?!
Abdullah b. Saba Masalı
Abdullah b. Saba konusuna gelince, bir çok muhakkikin de ortaya koyduğu gibi, bu olay masaldan başka bir şey değil ve esasen “Abdullah b. Saba” diye bir kimse asla dünyaya gelmemiştir ki bu kadar olayın da müsebbibi olmuş olsun!! Evet, bu sadece kuru bir iddia değil, sağlam delillerle ispat edilmiş bir meseledir.
Abdullah b. Saba'nın varlığı hakkında ilk olarak şüpheye düşen, Mısırlı meşhur yazar ve tarihçi Dr. Taha Huseyn'dir. O "El-Fitnetü’l Kübra" adlı kitabının birinci cildinde, “İbn-i Saba ve faaliyeti” hakkında bilgi verenlerin, bu destanı bu kadar dallandırıp budaklandıranların hem kendilerine ve hem de tarihe ihanet ettiklerini söyler. İbn-i Sa'd'in "Tabakat" adlı eserinde, Osman'ın hilafetinden ve halkın ayaklanmasından bahsedilirken, İbn-i Saba'nın anılmadığına, Belazuri'nin "Ensabü’l Eşraf" isimli kitabında bu hususta hiçbir söz edilmediğine, yalnız Taberi'nin Seyf b. Ömer'den bu hikayeyi naklettiğine nazar-ı dikkati çeker. Müslüman tanınan bir Yahudi'nin, İslam şehirlerinde gezip dolaşarak, Müslümanları ayaklandırmaya çalıştığı, hatta bu işi başardığı halde valilerden hiçbirinin bu işe el atmamasının; onu tutmamasının; Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'le Ebu Huzeyfe'nin oğlu ve Ammar hakkında Osman'a mektup gönderildiği halde, İbn-i Saba'dan bahsedilmemesinin; hele Beytü’l-Malı istediği gibi sarfetmesi yüzünden Ebu Zerr'in, Muaviye aleyhinde bulunmasının; İbn-i Saba'ya kanmasından meydana gelmesinin mümkün olamayacağını söyler. Bu hususta Ebu Zerr'in Osman'a, "Zekat vermekle bu iş bitmez; yoksullara da bakmak, açları da doyurmak, malını Allah yolunda harcamak gerek" dediği vakit, mecliste bulunan Ka'bu’l Ahbar'ın, “Farz olan zekat verildikten sonra nesne gerekmez” demesi üzerine Ebu Zerr'in, Ka'ba, "Ey Yahudi karısının oğlu! Bu sözlerle ne işin var senin; dinimizi bize sen mi öğreteceksin?" diyerek, üstüne yürüdüğünü anlatıp böyle bir zatın, İbn-i Saba gibi bir Yahudi dönmesine kanamayacağını bildirir. İbn-i Saba'nın, Emevilerle Abbasiler devrinde, Şia düşmanları tarafından uydurulduğu hükmüne varır. [1]
Bu kitabın II. cildindeyse, tarihçilerin, Osman zamanındaki ayaklanmada ve Cemel savaşında İbn-üs-Sevda'dan, yani Abdullah b. Saba'dan ve ona uyanlardan bahsettikleri halde, Sıffin savaşında adını bile anmadıklarını söyler. Belazuri'nin, ondan ancak, İbn-üs-Sevda'nın, bazı kimselerle Hz. Ali'ye (a.s) baş vurup, Ebu Bekir hakkındaki fikrini sorduğunu, Hz. Ali'nin (a.s) onlara sert bir şekilde cevap verip, Mısır elden gitmişken, taraftarları şehit edilmişken, bunlarla oyalanmanın gerekmediğini bildirdiğini ve bir de mektup yazarak, faydalanmaları için bunu halka okunmasını buyurduğunu anlatır. Ancak Belazuri'ye göre İbn-üs-Sevda, Abdullah b. Vehebi Hamedani'dir ve Abdullah b. Saba değildir.
Belazuri'nin, Osman ve Hz. Ali (a.s) zamanındaki kargaşalıklarda İbn-üs Sevda'dan bahsetmediğini; Taberi'nin ve onu kaynak edinenlerin bunu ortaya attıklarını; sonra da unutulup gittiğini bildiren eleştirmeci, muhaddislerin, Taberi'ye uymakla beraber, bir de Taberi ile onu kaynak ittihaz edenlerin anlamadıkları olayı, yani İbn-üs-Sevda ile ona uyanların Hz. Ali'ye (a.s) Allah'lık isnad etmeleri yüzünden yakılarak öldürüldüklerini bildirip, Hz. Ali'nin (a.s) kısa süren hilafeti zamanında Muhacirlerle Ensar'ın, Tabiinin sağ oldukları bir çağda tarihçilerin böyle mühim bir vakıadan bahsetmemelerinin mümkün olamayacağını kaydederek, kanaatini pekiştirir. [2]
Dr. Taha Huseyn'den sonra İbn-i Saba hakkında şüpheye düşen zat, Bağdat Üniversitesi profesörlerinden Dr. Aliyyü’l Verdi'dir. "Vu'az-üs Salatin" adlı kitabında, bu husustaki rivayetleri, sosyal yönden eleştirip, Müslümanların böyle bir adama kanmalarının mümkün olamayacağını; fakat her sosyal olayda bu çeşit muhayyel kişilerin töhmet altına alındığını; olaya uydurma sebepler bulunduğunu; Osman zamanındaki mal-mülk sahiplerinin, zenginlerin de bu isyanın yükünü böyle muhayyel bir kişiye yüklediklerini söylemekte ve bu konuda birçok delil, belge ve bilgi sunmaktadır. [3]
Muhammed Huseyn Al-u Kaşif-il Gıta da "Asl-uş Şiati ve Usuluha" adlı cidden çok değerli eserinde, İbn-i Saba'nın, Mecnun, Ebi Hilal ve benzerleri gibi hurafi bir destan kahramanı olduğu kanaatini izhar eder. [4]
Bunlardan başka Lübnanlı büyük alim ve yazar Abdullah'is-Subeyti de "El-Mehdeviyyetü fi’l İslam" adlı kitabında, Abdullah b. Saba'nın, o kadar faaliyetine rağmen ele geçirilememesinin, o kadar şehirleri gezip halkı ayaklandırmaya çalıştığı; birçok taraftarlar elde ettiği; yapmak istediğini başardığı halde aleyhinde bir takipte bulunulmamasının, hele ashabın ulularını bile kendi inancına çekebilmesinin ve nihayet bu adamın Musevilik tarihinde adının bile anılmamasının mümkün olamayacağını bildirerek, bunun ancak siyasi bir maksatla ve taassup yüzünden ortaya atılmış uydurma bir adam olduğu kanaatine varmaktadır. [5]
Bilahare bu konuda en son, en geniş ve gerçekten son noktayı koyan eser büyük muhakkik ve yazar Allame Seyyid Murtaza Askeri'nin "Abdullab b. Saba Masalı" isimli çalışmasıdır. Bu eser gerçekten de şaşılacak kadar geniş, etraflı ve ilmidir. Yazar eserinde, önce İbn-i Saba'nın eski ve çağdaş tarihçiler tarafından hangi kitaplarda ve nasıl anıldığını araştırmış; sonra bunların her birinin kaynaklarını tespit etmiş; sonunda asli kaynakların bu husustaki rivayetlerinin tek bir adamdan, yani Seyf b. Ömer'den geldiğini bulup, bu zat hakkında muhaddislerle rical bilginlerinin kanaatlerini belirtmiştir.
Bundan sonra Seyf'in, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından önce toplayıp göndermek istediği Üsame ordusu ve vefatından sonraki Sakife olayı hakkındaki rivayetlerini yazıp, bu rivayetin değerlerini, olayların muhaddisler ve müverrihler tarafından zikredilen rivayetlerle karşılaştırarak belirtmiş; kasıtlı yalan söyleyen, ayrıca da yalan söylemek hastası olan Seyf'in, olayları nasıl maksatlı olarak yahut hastalığına uymak suretiyle değiştirdiğini; nasıl anadan doğmamış ve gün yüzü görmemiş adamlar icad ettiğini; onlara nasıl olağan üstü olaylar yamadığını; nasıl inanılmaz ve şaşılacak masallar uydurduğunu meydana çıkarmıştır.
Allame Askeri, her sözünü, her hükmünü kaynaklarla ispatlamaktadır. Bu değerli ve gerçekten de tarihi değiştirecek kadar önemli eseri yazarken doksan dokuz kitaba başvurduğunu, ayrıca sondaki bibliyografyada her eseri kaydederken, müellifinin doğum ölüm yıllarını, eserin basım yerini ve tarihini de gösterdiğini anarsak, bu kitabın ehemmiyetini birazcık belirtmiş oluruz.
Biz bu konuda bundan fazla sözü uzatmak istemediğimiz için daha geniş bilgi isteyen kardeşlerimizi bu kitabın Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak yaptığı tercümeye müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz. Burada son olarak sadece kitabın Seyf b. Ömer ile ilgili kısa bir bölümünü, kitaba ulaşma imkanı bulunmayan kimseleri tümden mahrum bırakmamak için buraya alıyoruz:
Seyf b. Ömer
Evvelce de arz ettiğimiz gibi, bin yıldan fazla bir zamandır Sabailer masalı bilginlerin ağızlarında dolaşmaktadır. Hepsi söylediklerini ondan nakletmektedir. Şu halde gerçeğe ulaşmak ve rivayetlerinin ne derece gerçekten uzak, yahut ne derecede değerli olduğunu anlamak için Seyf'in kim olduğunu bilmemiz icab eder.
Seyf b. Ömer, Temim boyunun Useyyid şubesindendir ve bu yüzden ona “Useyyidi-i Temimi” ve bazı da “Temimi-i Burcumi” derler. Burcumi, “Beracim” sözüne nisbet bildiren bir kelimedir ve Temim boyundan birkaç şube, birbirleriyle uzlaşmış, ahidleşmiş ve bundan dolayı da bunlara "Beracim" denmiştir. Seyf, Bağdat'ın Kufe şehrinde yerleşmişti. Ölümü, Harunü’r-Reşid'in zamanında, hicretin 170. yılından (786 hk) sonradır. "İsmail Paşa", onun 200 hicride, Reşid'in hilafeti zamanında öldüğünü yazar; fakat Reşid'in ölümü 193 hicridedir (809 hk).
Seyf'in Rivayetleri:
Seyf, o çağın tarihçilerinin adetince tarihi olayları senetlerle nakletmiştir. Bu yüzden de naklettiği efsaneler, tarihi ve doğru sanılmıştır. Bir hikayeyi birkaç kısma böler, her bölüm için de bir sened uydurur. Bu tarzda iki kitap telif etmiştir:
1)- El-Fütuh'ul-Kebiru va'r-Ridde
Bu kitap, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatına yakın bir zamandan Osman'ın hilafetine kadar olan hadiseleri ihtiva eder. Ebu Bekir'in hilafetine muhalif olan ve onun hilafetini kabul etmeyen Müslümanlarla savaşına, "Mürtedlerle savaş" adını vermiştir. Ondan sonra Roma'nın doğusundaki fütuhatla Şam, Filistin ve İran'ın İslam eline geçmesi konularını işler; naklettikleri tamamiyle gerçekten uzaktır; hepsi de masal tarzında yazılmıştır.
2)- El-Cemel ve Mesiru Aişetu ve Ali
Bu kitapta, Osman aleyhindeki kıyamdan, Osman'ın öldürülmesinden ve Cemel savaşından bahseder. Bütün konuların incelenmesinden anlaşılmaktadır ki bu kitap, Ümeyyeoğulları'nın yaptıklarını tevil ve onları savunmak için yazılmıştır.
Seyf, bu iki kitaptan ayrıca bazı rivayetler de uydurmuştur ki bunlar, bugüne dek birçok İslam tarihine asli ve en büyük kaynak olmuştur.
Taberi, tarih kitabında, hicri on birinci yıldan otuz altıncı yıla kadar olan olaylarda Seyf'in rivayetlerini nakleder. Ondan sonra İbn-i Asakir, büyük tarihinde Şam'da yaşamış olan kişilerin hal tercemelerini yazarken Seyf'ten nakillerde bulunur. 436'da (1044) vefat eden İbni Abdü’l Birr, "el-İstiab" kitabında, 630'da (1232) vefat eden İbnü’l-Esir, "Üsdü’l-Gabe" kitabında, 748'de (1347) vefat eden Zehebi, "Tecrid" kitabında, 852'de vefat eden (1448) İbn-i Hacer, "El-İsabe" isimli eserinde, Sahabenin hal tercemelerinde Seyf'in sahabe arasına kattığı ve onlar için hal tercemeleri yazdığı kişileri de almışlardır. Bunların incelemesinden anlaşılmaktadır ki bu kahramanlardan yüz elliye yakın kişi, hiçbir suretle ve hiçbir zaman varlık alemine ayak basmamışlardır. Seyf b. Ömer'in muhayyilesi, onları yaratmıştır. Seyf, bunları, Hz. Peygamber’in (s.a.a) zaman-ı saadetini idrak edenler arasında göstermiş ve bu yüzden hal tercemeleri uydurulan muhayyel kişiler de sahabe arasında zikredilmiştir. [6]
İslam memleketlerine ait ve coğrafyaya dair eser yazanlardan Yakut-i Hamevi (626 H.1228), "Mucemü’l Büldan" adlı eserinde, Saffiyyüddin, "Marasıdü’l İttila"adlı kitabında Seyf'ten rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu bakımdan Seyf, yalnız “İbn-i Saba” adlı tarihi kahramanı yaratmakla kalmamış, daha yüzlerce tarihi masallar uydurmuş ve yüzlerce kahraman icat etmiştir. Bu masallar yüzlerce hadis, tefsir, tarih, coğrafya, edebiyat ve ensab kitaplarına geçmiştir. Seyf'in rivayetlerinin değerini anlamak, gerçek yahut zayıf olduğunu, rivayetlerine güvenilip güvenilemeyeceğini bilmek için rical kitaplarına müracaat etmemiz gerekir.
Ehl-i Sünnet'in Rical Kitaplarına Göre Seyf'in Durumu:
1- Hicri 232'de (846) vefat eden Yahya b. Muin, onun hakkında "Hadisi zayıf ve gevşektir" der; bir kere de, "Onda hayır yoktur" hükmünü verir.
2- 303'de (915) vefat eden sahih sahibi Nesei’ye göre "Zayıftır; hadisini terk etmişlerdir; ne güvenilir ve ne de emindir"
3- 316'da (928) vefat eden Ebu Davud, "Değersizdir; çok yalan söyler" hükmünü verir.
4- 327'de (938) vefat eden İbn-i Ebi-Hatem, "Hadisini terk etmişlerdir" demektedir.
5- 353'de (964) vefat eden, İbn-üs- Seken "Zayıftır" hükmünü vermektedir.
6- 354'de (965), vefat eden İbn-i Hıbban, "Uydurduğu hadisleri inanılır kişilere atfederek, nakleder" demekte ve "Zındıklıkla töhmetlenmiştir; hakkında, hadisi uydurur demişlerdir" diye tavsif etmektedir.
7- 385'de (995) vefat eden Darekutni, "Zayıftır, hadisini terk etmişlerdir" der.
8- 405'de (1014) vefat eden Hakim Nişaburi, "Hadisini terk etmişlerdir; zındıklıkla töhmetlenmiştir" hükmünü verir.
9- 817'de (1414) vefat eden Kamus sahibi Füruzabadi, "Zayıftır" demektedir.
10- 852'de (1448) vefat eden İbn-i Hacer, aynı hükmü vermektedir.
11- 911'de (1505) vefat eden Suyuti, "Pek zayıftır" hükmüne varmaktadır.
12- 923'de (1517) vefat eden Safiyyuddin, "Onu zayıf saymışlardır" sözünü söylemektedir.
İşte diğer bir çok uydurma masal gibi Abdullah b. Saba olayının da uydurulmasında baş aktör olan Seyf b. Ömer, Sünni camiada bile rical ilminde önde gelen alimler tarafından bu şekilde taz'if edilmektedir. Dolayısıyla onun rivayetlerinin hiç bir değeri olamaz. Ama maalesef bütün bu açık gerçeklere ragmen, Abdullah b. Saba masalı hakkında yazılan bu tarihi eser kırk yılı aşkın bir zamandır bütün İslam aleminde defalarca yayınlanmasına rağmen (ki Türkçe'ye de büyük bilim adamı Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak tercüme edilmiş ve 1974 yılından beri defalarca yayınlanmıştır), henüz bir kısım gafil veya garez sahibi kimseler bu rivayetleri sakız gibi ağızlarında dolaştırmaktadır.
Biz bu vesileyle bu insanlara da bir kez daha buradan seslenip, Allah rızası için bir kez olsun bu eseri okumalarını ve bu yanlışa bundan fazla devam etmemelerini tavsiye ediyoruz.
------------------
[1]- El-Fitnetü’l Kübra, Seyyid Cafer Şehidi tercümesinden, s. 209-212.
[2]- Aynı Kitap, Aliyyün ve Benuh; Muhammed Ali Halili tarafından farsçaya çevirisi: Ali ve Ferzendaneş, s. 212-214.
[3]- Muhammed Ali Halili'nin "Nakş-ı Vu'az der İslam" adlı farsça çevirisinden naklen, s. 214-217.
[4]- Asl-uş Şiati ve Usuluha, Arapça ve Farsçasından naklen, s. 223.
[5]- El-Mehdeviyyetü fi’l İslam, s. 224-336.
[6]- Seyf, “Masallarındaki kahramanları ordu kumandanları olarak göstermektedir” sözüne göre, askere kumandan olarak tayin edilenlerin Sahabeden olmaları adet olduğundan, bu kahramanlar da ashaptan sayılmaktadır.
Tarih: 03-07-2021