Adalet Konusunun Akîdevî Geçmişi
İslâm dininin ikinci vazgeçilmez prensibi, yüce Allah'ın âdil oluşudur.
Adalet, yüce Allah'ın cemal sıfatlarındandır. İlâhî adalet mevzuu bir taraftan Allah'a inanma aslıyla doğrudan ilgiliyken bir taraftan da mead, nübüvvet, imamet, ahkâmın felsefesi, ödül-ceza ve cebr-tefviz gibi konularla da ilgili bir konudur. Bu nedenledir ki ilâhî adalete inanmak veya bu esası reddetmek, bireyin bütün dinî inanç ve bilgisini doğru temele oturtabilir veya alt üst edebilir. Diğer taraftan ilâhî adaletin sosyal adalet, ahlâkî adalet ve eğitim konuları üzerindeki etkilerini de inkâr etmek mümkün değildir. Yüce Allah'ın sıfatları arasında "adalet"in akait usullerinden biri sayılmasının nedeni onun bu özellikleridir işte.
Ehlisünnet fırkalarından kendilerini "Eş'arî" diye tanımlayan bir grup Müslüman, bu esasa inanmamaktadır. Eş'arîler yüce Allah'ın adaletini inkâr etmemektedirler. Ama yüce Allah bütün varlık âleminin maliki ve sahibi olduğundan, dilediği her şeyi yapabilir ve O'nun yaptığı her şey adalet sayılır. Yani “iyileri cezalandırıp, kötülere mükâfat da verse, bu adalettir” demekteler. Bu grubun inancına göre, yüce Allah'ın fiilinde "iyi" ve "kötü" yoktur. O'nun yaptığı her şey iyi ve güzeldir. Bu akımın lideri, Ebu Musa Eş'arî'nin torunlarından olan Ebu'l-Hasan Eş'arî'dir.
Söz konusu Müslüman grubun böyle bir inanca kapılmasının temel nedeni kader konusunda cebriyeci bir inanç taşımaları olmuştur. Eş'arîler kader konusunda cebre [Türkçe'de mutlak kadercilik olarak tanımlanan "kaderiye"ye] inanır ve insanın yaptığı fiillerde kendi iradesinin bulunmadığını söylerler. Onlara göre insan, yüce Allah'ın iradesine mahkûmdur; onun kaderini sadece Allah belirler; insanın kendi kaderinde kendi etkinliği yoktur. Binaenaleyh insanın yaptığı her şey, Allah'ın iradesiyle yapılmıştır!
Eş'arîlerin bu görüşleri yerinde bir eleştiriye uğrayarak kendilerinden "insanın fiilleri kendi iradesiyle değil, Allah'ın iradesiyle ve mecburen gerçekleşiyorsa, o zaman insanın cezalandırılması ve kötü işlerde bulunanların azaba duçar olması Allah'ın adaletine nasıl sığar?" diye sorulduğu ve bu haklı soruya verebilecek cevap bulamadıkları için "ilâhî adalet"i inkâr ederek "Yüce Allah (kulları eliyle) ne yaparsa yapsın, adalet sayılır!" demek zorunda kaldılar ve bir çıkmazdan diğerine düşmüş oldular.
Şiî Müslümanlar, Kur'ân ve masumların (Hz. Resulullah ve onun tertemiz Ehlibeyt'inin) sünneti doğrultusunda, yüce Allah'ın adaletini, İslâm dininin usullerinden [imanın şartlarından] biri sayar ve adaleti vazgeçilmez temel inançlardan biri kabul ederek, aklın teşhis edebildiği bir "iyi" ve "kötü" kavramının varlığına inanıp, cebriye inancını reddederler.
Hz. Ali (a.s) gayet veciz bir ifadesinde tevhitle adaleti birbirinin gereği olarak görmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Tevhit, yüce Allah'ı düşünce ve hayale sığdırmamaktır (zira hayal ve düşünceye sığan her şey sınırlıdır) ve adalet de yüce Allah'ı suçlamamak, O'na ithamda bulunmamaktır (kendi yaptığı kötü işleri O'na mal etmemektir.) [1]
--------------------------
[1]- Nehcü'l-Belâğa, Vecizeler, 470. hikmet
Tarih: 09-11-2021