Ahlâkî Mutluluk
Bismillahirrahmanirrahim
Kur’an, sünnet ve âlimler açısından ahlâkî mutluluk nedir?
Mutluluk ve Mutsuzluk Kavramı
“Saadet ve mutluluk”, insan bilimi ile ilgili konuların en önemlilerindendir. Mutluluğun insan bedeniyle mi, insan nefsiyle mi, yoksa her ikisiyle mi ilgili olduğu, mutluluk etkenlerinin neler olduğu, mutluluğun göreceli mi, yoksa mutlak mı olduğu hususunda farklı ve hatta çelişkili görüşler ileri sürülmüştür. Bu da bu kavramın nazarî olduğunu gösterir. [1]
Mutlu ve mutsuz insanı betimleyen birçok tanımlar vardır ve onlardan bazıları şöyledir:
– Mutlu insan, daha çok maddî zevklere sahip olan kimsedir ve mutsuz insan ise, çok acı ve dert çekmiş insandır.
– Mutlu insan, çok sevinç ve sürur yaşayan kimsedir; mutsuz insan ise, çok üzüntü ve kederle karşılaşmış insandır.
– Mutlu insan, sahip olduğu şeye razı ve memnun olan kimsedir; mutsuz insan ise, şimdilik sahip olduklarından memnun olmayan insandır. [2]
İnsan, bu tanımlar üzerinde biraz düşünecek olursa, bunların gerçek anlamıyla insanın sahip olduğu makam ve konumu yansıtmadığını, doğru betimlemediğini veya teori ve amelde insana değer vermediğini anlayacaktır. Bunlar, insanı kendi konumundan indirgemiş ve küçümsemişlerdir; insanın manevi değerini ve kutsal konumunu yadsımışlardır.
Gerçek şu ki insanın mutluluğu, onun yetkinliğine, yaratılışının nihai amacına, imkânlarına, sermayelerine ve varlığında ödünç kılınan fıtrî eğilimlerine bağlıdır.
İnsanın mutluluğu bağlamında açıklayıcı niteliği olan bazı noktalara dikkat etmek gerekir:
1- Mutluluk, genel anlamıyla insanın varlıksal yapısıyla bağlantılıdır. İnsan, çok boyutlu bir varlık olduğundan dolayı mutluluğu da bütün boyutlarıyla alakalıdır. Bilinmelidir ki ruh, insanın hakikatidir ve bedeni ise, bir araçtır. Haliyle bedenin mutluluğu da tali ve araç nitelikli olup ruha hizmet etmesi bakımından değerlidir. Buna göre insanın uyumakla, yemekle ve spor yapmakla bedenini eğitmesi ve verimli kılması, kuşkusuz ki araç boyutlu olup ruhsal yetkinliklere ulaşması için değerlidir.
2- İnsanın nihai mutluluğu, onun yaratılışının nihai yetkinliği ile bağlantılıdır ve insanın nihai yetkinliği ise, yüce Allah'a yakınlaşmak olduğuna göre, insan ancak gerçek öğretilere, güzel ahlâka, salih amele ve Allah'a yakınlık makamına ulaşması durumunda mutluluğunu kuşanmış olacaktır. Bu nedenle bazıları “İnsanın mutluluğunun zirvesi, kendi sıfatlarında yüce Allah'a yakın olmasıdır” demişlerdir.
Bunun açılımı şöyledir: Yüce Allah'ın ilim, kudret, hayat, hikmet ve benzeri kemal sıfatlarının tümüne sahip olduğu gibi insan da imkânları ölçüsünde ilâhî ilim, kudret ve hayat sıfatlarına sahip olmalıdır. Yüce Allah'ın cehalet ve zulüm gibi eksiklik belirtisi olan sıfatlardan münezzeh olduğu gibi insan da gücü oranında bu sıfatlardan uzak olmalıdır. Yani insan, yüce Allah'ın subutî ve selbî veya celal ve cemal sıfatlarının mazharı olmalıdır.
Kur’an-ı Kerim açısından mutluluk, insanın gerçek öğretilere, güzel ahlâka ve salih amele sahip olması sonucunda ulaşabileceği kalıcı bir haz ve zevktir. İlâhî dünya görüşünde insan hayatının iki aşaması vardır: Dünya aşaması ve ahiret aşaması. İnsanın dünya hayatı, ahiret hayatının mukaddimesidir. Buna göre insan, dünya hayatında kendisine verilen nimetlerden iyi ve doğru şekilde yararlanmalıdır.
Kur’an-ı Kerim'de saadet kavramı sadece Hûd Suresinde kullanılmıştır:
“Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu. Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki, Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır. Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedi kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur. [3]
Allah'ın Halifeliği Makamı:
Kur’an-ı Kerim'e göre insanın yetkin mutluluğu, onun yaratılışının nihai amaç ve gayesinden ibaret olan ilâhî hilafet ve velayet makamıdır. Bundan dolayı insan, kendisini o mutlak hakikatten uzaklaştırdığında ve ilâhî nimetlere değer vermediğinde, mutsuz ve bedbaht olacaktır.
Marifet, ibadet ve ilâhî imtihan gibi orta vadeli amaçlardan geçtikten sonra, ubudiyet makamının mukaddimesi olan bu makama ulaşılabilir.
Ubudiyet Makamı:
İnsan ubudiyet makamında, nefsine, nefsanî eğilimlere, saçma ve hayali düşüncelere egemen olacak ve böylece bedenini, arınmış ruhunun tedbir ve iradesine teslim edecektir. Sonuç olarak da yüce Allah'ın izniyle, kendi bedeninin ötesine hükmedecektir.
Ahlâk âlimleri de Kur’an ayetlerinden ve hadislerden hareketle, gerçek saadete ulaşmanın yolunu, nurlu öğretileri, güzel ahlâkı, salih amelleri edinmek şeklinde bildirmişlerdir. [4]
Dr. Rıza RAMAZANÎ
---------
[1]- Murtaza Mutahharî, Makaleler, c.2, s.60.
[2]- Bu görüşe yöneltilen eleştiriler hakkında ve de konunun kendisi hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için bakınız: Murtaza Mutahharî, Makaleler, c.2, s.60-70.
[3]- Hûd, 105-108.
[4]- Molla Mehdi Neraki, Camiu's-Saâdât Özeti, s.45.
Tarih: 13-12-2023