içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Din Hakkında Araştırma Yapmanın Gerekliliği

Varlık âlemindeki nimetler hakkında düşünmeli ve teşekkür ilkesi gereğince, bu nimetleri bizlere bahşeden yaratıcımızı yeniden tanımalıyız.

Din Hakkında Araştırma Yapmanın Gerekliliği

Bismillahirrahmanirrahim

Bazı insanlar, ilâhî bir dine tâbi olarak hayatlarına yön vermenin gerekliliğini göz ardı edebilir ve "Niye bir dinin mensubu olmamız gerekir ki?" diye düşünebilirler. Bu tür bir düşüncenin yanlışlığını ve din hususunda araştırmanın gerekliliğini iki yönden açıklayabiliriz:

1- Her insanın, kendine yapılan iyilikler karşısında teşekkür etmesi gerektiği aklın hükmüdür.

2- Olası bile olsa, her türlü tehlike ve zararı önlemek aklın gereğidir.

Bu iki delili biraz daha açmanın uygun olacağı kanısındayız:

İyilik Karşısında Teşekkür

Hepimiz bu âlemde, Allah'ın bahşetmiş olduğu nimetlerden yararlanmaktayız. Sindirim ve solunum sistemi, kalp ve işlevi, vücudun diğer azalarının önem ve değeri... insanın bilgi ve hatta tasavvurunun ötesindedir. Bunun yanı sıra güneş, bitkiler ve toprak altındaki madenler ve yeraltı kaynaklarının... tümü Allah'ın büyük nimetlerindendir.

İnsanoğlu, bu nimetlerden yararlanmak istediğinde bile Allah'ın vermiş olduğu güç ve bilgisini istihdam etmektedir. Hepsinden daha önemlisi ise, insana bahşedilen zekâ ve kabiliyet nimetidir. İnsan, zekâsını kullanarak dağları deler, su ve demirden, en büyük güçleri ve en zarif olguları yaratır...

Saymakla bitmez nimetlerin birkaçına değindikten sonra şu soruyu yöneltmek gerekir:

Bu nimetlerin yüce sahibini tanıyıp şükretmek gerekmiyor mu? Yardımsever bir insan, kimsesiz bir bebeği evlât edinip, yaşam, eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının tümünü hem de en iyi şekilde karşılar ve her yönden rahat bir hayat yaşaması için de büyük bir servet bırakırsa, bu çocuk için bir görev doğmuş olmaz mı? Öncelikle sevgi ve saygı ile onu tanımaya çalışmakla, tanıdıktan sonra gereken davranışta bulunmakla ve bu iyilikler karşısında bütün varlığıyla minnettar olmakla sorumlu değil midir?

Bu evrende biz insanlar da aynı konumdayız. Varlık âlemindeki nimetler hakkında düşünmeli ve teşekkür ilkesi gereğince, bu nimetleri bizlere bahşeden yaratıcımızı yeniden tanımalıyız.

Buna göre, doğru dinin izini sürmek ve bulduktan sonra da ona uymak, aklın emridir. Henüz doğru yolu bulamayıp çıkmazlar içerisinde şaşkın kalan biri ise, yolunu aydınlatan sağlam bir delil ile hak yolu ve doğru dini bulana dek ümidini yitirmemeli; hak dini bulduğunda da huzur ve sevinç dolu bir kalple yaratana şükretmelidir.

Olası Zarardan Korunma

Biri kalkıp da "Elbisenize akrep girdi!" diyecek olursa, akrebin bize dokunduracağı zarardan korkar ve bulup etkisiz hale getirinceye kadar da rahat etmeyiz.

Bir gece yolculuğunda eşkıyanın pusu kurduğunu duyacak olursak, kuşkusuz başka bir yol buluncaya kadar adım atmayız.

Bu iki örnek, olası tehlike ve zararı önlemenin kaçınılmaz ve aklın hükmü olduğunu gösteriyor. Bazı zararlar, aldırış edilmeyecek kadar naçiz ve önemsizdir; ancak büyük bir zarar söz konusu ise, hayatı tehdit edecek veya ölüme sebebiyet verecek nitelikte ise, bunu kimse göz ardı edemez.

En Tehlikeli Zarar

İnsanlık tarihinde yaşamları boyunca doğruluk ve dürüstlükten asla vazgeçmeyen yüce insanlar tanımaktayız. Onlar kendilerini Allah'ın elçisi olarak tanıtmış ve insanları Allah'a iman etmeye ve imanın gereğini yapmaya çağırmışlardır.

Durmak ve duraklamak bilmeyen gayret ve zahmetleri neticesinde, dünyanın her yerinde nice toplumların iman etmesine vesile olmuşlardır. Bütün bunlardan ötürüdür ki, Hz. İsa'nın (a.s) doğum tarihi, Hristiyanlık takviminin başlangıcı ve Hz. Muhammed'in (s.a.a) hicret tarihi de İslâm takviminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Şimdi şöyle bir soruyu kendimize sormamız gerekmiyor mu?: Doğruluk ve dürüstlüklerinde zerrece şüphe bulunmayan bu peygamberler, ilâhî bir mesajla insanlara gelip dine ve dinin emirlerine davet etmiş; çirkin davranışların cezasından sakındırmış; âlim ve adil Allah'ın hükmedeceği bir mahkemede kesinlikle yargılanacaklarını bildirmiş; hem kendileri ahiret yurdunun tehlikelerinden ve azabının şiddetinden inlemiş ve hem de insanları bundan korunmak için uyarmışlardır.

Emin insanların vermiş oldukları bu haberler, zarar ve tehlike ihtimalini bizde uyandırıyor mu?

İnanç ve imanlarında can pahasına direnen ve hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen dindarlık abidesi bu elçilerin söz ve davranışlarını görmezlikten gelmemiz doğru mudur?

Yüce ahlâkî değer ve erdemler zirvesinde bulunan bu elçilerin mesajı, sarsılmaz bir bilgi getirmese bile, en azından "Bu söyledikleri doğru da olabilir" düşüncesini insanda uyandırır mutlaka.

Şimdi bu olasılıktan yola çıkarak, elçilerin dediği gerçekleşecek olursa, bizim hâlimiz ve akıbetimiz nice olur? Allah'ın adaletinin hüküm süreceği mahkemede nasıl cevap veririz?

Böylesi bir çıkmazdan kurtulmak için akıl, muhtemel dahi olsa, zararı önlemenin gerekliliğine hükmederek insanları dine yöneltir.

Üstelik elçiler, insanları huzurlu ve fıtrata uygun bir yaşam tarzına davet etmiş; ölüm sonrası zevali olmayan nimetlerle donalı farklı bir âlemin başlayacağını bildirmiş; ilâhî mesaja teslim olanları, ebedî gönül rahatlığı ve ruh huzuruyla hastalık, üzüntü, ıstırap ve korkunun giremeyeceği bu âlemle müjdelemişlerdir.

Şimdi hangi akıl sahibi, bunca önemli haberlerin kulak ardı edilebileceğini söyleyebilir?

Elçilerin, "Allah'ın emrine muhalefetin azabı vardır!" şeklinde ifade ettikleri uyarı ve ikaza önem verip dine yönelmek ve din hakkında düşünmek gerekmiyor mu?

Tarih: 19-05-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum