Dört Mezhep ve Caferilik
Bismillahirrahmanirrahim
Soru: Ben Hanefi mezhebinden olan bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Benim öğrendiğim kadarıyla hak olan mezhep dört tanedir. Peki Caferilik gerçekten hak mezhep midir? Eğer öyle ise, neye dayanarak bu savunuluyor? Eğer bu sorumu cevaplarsanız beni çok mutlu edersiniz. Şimdiden Allah razı olsun. Allah'a emanet olun.
Cevap: Aziz kardeşim, sorunuzda dört mezhebin hak olduğu görüşünü ileri sürerek, Caferi mezhebinin hak olup olmadığını ve delillerini soruyorsunuz. Cevabınıza gelince, Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur." [1] Bu âyetten anlaşıldığı üzere insanın bilgisi olmadan bir yargıda bulunması ve bir şeye bağlı olması caiz değil ve Allah karşısında böyle bir tutumundan dolayı mutlaka sorumlu tutulacaktır. Şimdi "Dört mezhep haktır" görüşünü inceleyerek, bu görüşün sağlam bir delilinin olup olmadığını araştıralım.
Dört mezhebin kurucuları şunlardan ibarettir:
1- Ebu Hanife, Numan b. Sabit el-Kufi, Hicri 80'de doğmuş ve Hicri 150'de vefat etmiştir.
2- Malik b. Enes, Hicri 93'de doğmuş ve Hicri 179'da vefat etmiştir.
3- Muhammed b. İdris Şafii, Hicri 105'de doğmuş ve Hicri 204'de vefat etmiştir.
4- Ahmed b. Hanbel, Hicri 164'de doğmuş ve Hicri 241'de vefat etmiştir.
Görüldüğü gibi bu dört mezhebin hepsinin temelleri Hz. Peygamber'den (s.a.a) en az yüz yıl sonra atılmaya başlanmıştır. Hicri birinci ve ikinci yüzyılda Ehl-i Beyt'i (a.s) ilmi merci' olarak bilenler, bundan sonraki dönemlerde olduğu gibi, şer'i konularda Ehl-i Beyt'e (a.s) bağlı kalmışlardır.
Ama Ehl-i Beyt'e (a.s) bağlı olmayan Müslümanlar ise, bu mezheplerden hiç birine bağlılık söz konusu olmadan yaşayıp dünyadan gitmişlerdir. Mezheplerin dörtle sınırlandırılması herhangi bir şer'i delile dayanmamaktadır. Hicri ikinci yüzyıldan başlayarak, Ehl-i Beyt'i (a.s) ilmi merci' olarak kabul etmeyen Müslümanlar, çeşitli mezheplere bölünmüşlerdir. Böylece onlarca fıkhi mezhep ortaya çıkmıştır. Ancak Abbasî halifelerinin ve onlardan sonraki bazı yöneticilerin baskıları neticesinde bu dört mezhep, resmi mezhep olarak yayılmış ve mezhepler dörtle sınırlandırılmaya çalışılmıştır.
Meşhur ve muteber tarihçi Makrizi "El-Hutat" adlı eserinde bu hususta şöyle yazıyor:
"Kadı Ebu Yusuf Hicri 170'de Abbasi Halifesi Harun Reşid tarafından kadılık makamına atandı. O işini sürdürerek, baş kadılık makamına kadar yükseldi. O bu makamda Horasan'dan Şam'a kadar bütün beldelerde ve özellikle Ebu Hanife'yi taklit edenleri bu makama atamağa dikkat ediyordu. Böylece Hanefi mezhebinin yayılmasında Ebu Yusuf en büyük rolü oynadı." Doğuda Hanefi mezhebinin yayılmasıyla birlikte Batı'da (Afrika'da) Ziyad b. Abdurrahman vasıtasıyla Maliki mezhebi yayılmaktaydı.
Makrizi diğer mezheplerin yayılmasına işaretle şöyle diyor: "Daha sonra Mısır sultanı Baybaros, Şafii, Maliki, Hanefi ve Hanbeli olarak Mısır'a dört kadı tayin etti. Baybaros Hicri 658'de saltanatı ele geçirmiş ve Hicri 676'da vefat etmiştir." Makrizi şöyle devam ediyor: "Hicri 665 yılında Mısırda dört mezhebe bağlı dört kadının (hakimin) atanması ve bu işin sürdürülmesi üzerine tüm İslam beldelerinde dört mezhebin dışında resmi tanınan başka bir mezhep kalmadı. Bu mezheplerden başkasına bağlı olanlarla düşmanlık edildi ve onlara karşı çıkıldı. Bu mezheplerden birine bağlı olmayan kimse kadı olarak tayin edilmedi; ona hitabet, cemaat İmâmlığı ve tedris kürsüsü verilmedi. Bu müddet zarfında çeşitli fakihler de bu mezheplere uymanın farz ve diğer mezheplere uymanın haram olduğuna dair fetvalar verdiler..."
İbn-i Futi'de El-Havadis-ül Camia adlı eserinde 631 yılının olaylarını anlatırken mezheplerin dörtle sınırlandırılışının Abbasi Halifesi Müstansirubillah'ın emriyle Bağdat'taki "Müstansariyye" Medresesi'nde bu mezheplerden her birine bir tedris kürsüsü verilerek gerçekleştirildiğini açıkça vurgulamaktadır. Bu husustaki tarihi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Kısacası “Bu dört mezhebin hak olup, diğer mezheplerin hak olmadığı” görüşü, her hangi bir şeri delile dayanmamaktadır. Bu mezheplerin dörtle sınırlandırılmasında en önemli rolü zalim sultanlar oynamıştır. Tahkik ehline göre, dört mezhebin hak ve diğer mezheplerin batıl olduğuna dair herhangi bir delil ortada yoktur.
Hatta bu mezheplerin kurucuları olan mezhep İmâmları bile, ortaya koydukları görüşlerin (ki sonradan bir fıkhi mezhep haline gelmiştir) bir içtihattan ibaret olduğunu açıklamışlardır. Bunlar kendi içtihatlarının hak ve diğerlerinin geçersiz olduğunu iddia etmemişlerdir. Örneğin Hatip Bağdadi meşhur tarih kitabının 13. cildinde Mezahim b. Zefr'den şöyle naklediyor: Ebu Hanife'ye "Bu verdiğin fetvalar ve kitaplarında yazdığın bu konular, şüphesi olmayan hak mıdır?" diye sordum. Ebu Hanife: "Allah'a yemin ederim ki bilmiyorum. (Benim bu fetvalarım) şüphesi olmayan bir batıl da olabilir" dedi.
Ehl-i Beyt İmâmlarının (a.s) Ebu Hanife'nin içtihadının batıl temele dayandığını açıkça ifade ettikleri sabittir. Ebu Nuaym, meşhur “Hilyetü’l Evliya” kitabında [2] Amr b. Cemi'den şöyle nakleder: "Ben ve İbn-i Ebi Leyla ve Ebu Hanife, İmâm Cafer Sâdık'ın (a.s) huzuruna gittik. İmâm(a.s), İbn-i Ebi Leyla'dan “Bu şahıs kimdir?” diye sordu. İbn-i Ebi Leyla “Din hususunda bilinçli bir şahıstır” diye cevap verdi. İmâm (a.s): “Şâyet o dini kendi görüşüyle kıyas ediyor? (Mukayese yoluyla hükümleri çıkarmaya çalışıyor)” dedi. O "Evet" dedi. Sonra İmâm (a.s) kıyasın batıl olduğunu ispatlamak için ondan bazı sorular sordu. Ebu Hanife, İmâm'ın (a.s) sorularını cevaplayamadı. İmâm (a.s), o soruların cevabını verdikten sonra şöyle buyurdu: "Ey Nu'man (Ebu Hanife'nin ismi Nu'man'dır)! Babam, büyükbabamdan nakletmiştir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Din işlerinde ilk kıyas (mukayese ve benzetme) yoluna giden İblis'tir (Şeytan'dır). Allah-u Teâlâ ona: "Adem'e secde et", dedi. O ise, "Ben ondan daha üstünüm; beni ateşten ve onu topraktan yaratmışsın" (yani Şeytan ateşle toprağı birbirine mukayese ederek, kendi üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır) dedi. Her kim dinde kendi görüşüyle kıyas ederse, Allah-u Teâlâ onu kıyamet günü İblis'le birlikte kılar. Çünkü o, kıyasta ona (İblis'e) uymuştur."
Bu hadisi Ebu Nuaym başka bir senetle de naklediyor. Bu ikinci nakilde şöyle diyor: İmâm Cafer Sâdık (a.s), Ebu Hanife'den şöyle sordu: “Adam öldürmek mi daha büyüktür (büyük günahtır), yoksa zina mı?” Ebu Hanife “Adam öldürmek” diye cevap verdi. İmâm (a.s) şöyle dedi: “(Öyleyse neden) Allah-u Teâlâ adam öldürmede (adam öldürmenin ispatında) iki şahidi yeterli bilmiş ama zinada dört şahit istemiştir.” İmâm Cafer Sâdık (a.s) yine şöyle sordu: “Namaz mı daha önemlidir, yoksa oruç mu?” O “Namaz” diye cevap verdi. Bunun üzerine İmâm (a.s) şöyle buyurdu: “Öyleyse kadın neden hayız (adet) olduğu zaman orucunu kaza etmesi gerekir ama namazını kaza etmesi gerekmez? Yazıklar olsun sana kıyas nasıl doğru olabilir? Allah'tan kork ve dini kendi görüşünle kıyas etme.”
İbn-i Hallikan, Ka'nebi'den şöyle naklediyor: "Malik'in (Malikî mezhebinin İmâmı) ölüm hastalığında iken yanına gittim ve selam vererek oturdum. Malik'in ağladığını gördüm. "Neden ağlıyorsun?" dedim. O, "Nasıl ağlamayayım? Ağlamaya benden daha müstahak olan kim olabilir? Allah'a yemin ederim ki kendi görüşüm üzere fetva verdiğim her konuda bana bir kırbaç vurulmasını ve benim o fetvayı vermemiş olmamı isterdim. Keşke kendi reyimle hiç fetvam olmasaydı..." dedi."
Diğer iki mezhep için de aynı şeyler söz konusudur. Kendi içtihadı ve reyiyle fetva veren ve kıyasın temelini atan İkinci Halife Ömer b. Hattab'ın bile "Din hakkındaki görüşlere kötümser olun; bizim görüşler zanna ve tekellüfe dayanır" dediğini, İbn-i Hazm “El-Muhella” kitabında nakleder. Ebu Davud Secistani de kendi Sünenin'de Ömer'in, "Hak olan Peygamber'in sözüdür, bizim görüş ve sözlerimiz böyle değildir; bizim sözlerimizi bırakın" manasını ifade eden bir sözünü nakleder. (Oysa Ömer'in bizzat kendisi kıyas yoluyla hüküm çıkarmanın temelini atan şahıslardan sayılır. Ömer'in kendi valisi olan Ebu Musa Eş'ari'ye şöyle yazdığı nakledilmiştir: "Kur'ân ve sünnette olmayan ve senin hatırına bir şey gelmeyen konularda çabuk fetva verme. Çok düşün ve benzeri konuları bil; onları birbiriyle karşılaştır ve hakka daha benzer olanına kıyas et" [3].
Kısacası yukarıda işaret edildiği üzere, Ehl-i Beyt İmâmlarının (a.s) bu mezheplerin dayandıkları temelin (kıyasın) batıl olduğunu açıkladıklarını nazara alarak ve bizzat söz konusu mezhep İmâmlarının bile, kendi görüşlerinin hak olmayacağını itiraf etmelerini göz önünde bulundurarak, şöyle deriz: “Dört mezhep haktır” demek din adına büyük bir pervasızlıktır. Allah bizleri büyük yanılgılardan korusun.
Ama Caferi mezhebine gelince iş tamamen farklıdır; çünkü bu mezhep Hz. Peygamber'in (s.a.a) Kur'ân ve Ehl-i Beyt'e (a.s) sarılmaya dair kesin emri doğrultusunda, şer'i hükümlerde Ehl-i Beyt'e (a.s) uymayı esas almak temeli üzerine kuruludur. Bu mezhepte herhangi bir kıyas ve benzeri batıl yöntemlere başvurulmaz.
Ehl-i Beyt İmâmları (12 masum İmâm) (a.s) sadece Allah'ın onlara verdiği vehbi ilimle Allah'ın dinini herhangi bir zan, içtihat ve re'ye başvurmadan ortaya koymuşlardır. Caferilik veya başka bir ismiyle Şia (Ehl-i Beyt mektebi) Hz. Peygamber'in (s.a.a), ilminin kapısı olarak tanıttığı Hz. Ali (a.s) ve onun soyundan olan masum İmâmlara (a.s) uymak temeli üzere kuruludur. Bu mezhebin “Caferi” olarak adlandırılması, İmâm Cafer Sâdık'ın (a.s) bu mezhebin tek İmâmı olmasından değildir. Emevilerin çöküşü ve Abbasilerin başa geçmesi döneminde meydan gelen gevşemenin İmâm Cafer Sâdık'ın (a.s) dönemine rastlaması ve bu iki grubun (Abbasilerle Emevi'lerin) birbiriyle uğraşmasından dolayı meydana gelen nisbi rahatlıktan yararlanarak İmâm Cafer Sâdık'ın (a.s), Şia'nın inançları ve fıkhi meselelerini beyan etmesinden dolayıdır. Söz fazla uzamasın diye, şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz. Allah cümlemizi hakkı samimice arayan ve bulduğunda samimiyet ve cesaretle ona ittiba eden saadetli kullarından eylesin. Amin!
---------------
[1]- İsra, 36.
[2]- Hilyetü’l Evliya, c. 3, s. 196.
[3]- Ebu İshak Şirazi, Tebekatu'l-Fukaha; İbn-i Kayyim, A'lam'ul Mukiin.
Tarih: 25-06-2021