Ehl-i Beyt (a.s) ve Kur'an-ı Kerim'in Tefsiri - 1
Bismillahirrahmanirrahim
Tefsirin Anlamı
"Tefsir" kelimesi "fesere" kökünden türemiş olup aydınlık kazandırmak ve ortaya çıkarmak anlamındadır.
İbn-i Menzur şöyle demektedir: "el-Fesr" açıklama anlamındadır; gelecek kipi ise "yefsiru" ve "yefsuru" şeklindedir. "Fesserehu", "onu açıkladı" anlamına gelmektedir. Gizli bir şeyi keşfedip ortaya çıkarmaya "el-fesr" denilir. Tefsir, zor bir sözcüğü keşfetmek için kullanılmaktadır. [1]
Ragıp İsfahanî ise şöyle demektedir: "el-Fesr" ve "es-sefr" kelimeleri, sözcük bakımından birbirlerine yakın oldukları gibi mana bakımından da birbirlerine yakındırlar. Şu farkla ki, "fesr" makul bir anlamı ifade etmek için kullanılırken, "sefr" bir şeyi diğerlerinin gözleri önüne sergileme manasında kullanılır. "Sefereti'l-mer'etu an vechiha" denildiği zaman, "Kadın yüzünü açtı" ve "esfereti's-subh" denildiğinde de, "Sabah belirdi" anlamı ifade edilmektedir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve tefsirini getirmeyelim." [2] Bu ayette geçen tefsir, açıklama ve ayrıntılandırma anlamındadır. [3]
Bazıları da şöyle demişlerdir: "Fessere" kelimesi "tef'il" kalıbından (tefsir) sözcükteki belirsizliği gidermek için çaba harcamaya denir. Bu da çabadan daha fazla bir anlamı ifade etmektedir. [4]
Müfessirlerin Teriminde Tefsir
Tabersî (r.a) "Mecmau'l-Beyan" tefsirinin önsözünde, "tefsir" kelimesini tanımlarken, onun lügat anlamını açıklamakla yetinerek şöyle yazmaktadır: Tefsir, bir kelimenin belirsizliğini açığa çıkarmaktır. [5]
Allame Tabatabaî (r.a) “Tefsir” kelimesini şöyle tanımlamıştır: Tefsir, Kur’an ayetlerinin anlamını açıklamak, onların amaç ve delaletlerini beyan etmektir. [6]
Merhum Ayetullah Hoî "el-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur'ân" adlı eserinde, tefsiri şöyle tanımlamaktadır: Tefsir, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin anlamını açıklamak ve Allah-u Teâlâ'nın maksadını beyan etmektir. [7]
Anlaşıldığı kadarıyla Tabersî'nin sözünün orijinalinde geçen "müşkül" sözü, “mücmel” anlamında değildir. Yani tefsir sadece bir nevi mücmel ve belirsiz olan ayetlerin belirsizliğini gidermek için yapılmaz. Bilakis "müşkül" kavramından maksat, her türlü belirsizliktir. Bu belirsizlik anlamın kendisine yönelik olup sözcüğün kendi anlamına delalet etmesiyle alakalı olmasa bile. Dolayısıyla bir sözcüğün, kendi zahirî anlamına yüklenmesi ve zahire ters düşen ihtimallerin reddedilmesi, bir ayetin zuhurunun bir anlama geldiğini ispatlamak için yapılan açıklamalar, ayetin zahirî anlamı hakkında yan bilgiler olarak söz konusu edilen ve bir anlamın daha fazla aydınlığa kavuşmasına yardım eden konuların tümü "tefsir" kapsamına girmektedir.
Bazıları tefsiri, lafzî delaletler türünden olan anlam ve amaçların açıklaması ile sınırlandırmışlardır. [8] Fakat bu görüş doğru bir temele dayanmamakta ve tefsir, ayetlerin lafzı delaletleriyle sınırlı olmayıp, nasih ve mensuhu, ayetlerin nüzul sebeplerini, hükümlerin hikmetlerini aydınlığa kavuşturmayı ve bu ilahî kitabın amaçlarını açıklamada bir şekilde rolü olan her şeyi kapsamaktadır. Bu yüzden bazı müfessirler tefsirin tanımını yaparken şöyle demişlerdir: “Tefsir”, Allah-u Teâlâ'nın, peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) nazil ettiği kitabı anlamak, onun anlamlarını açıklamak, hüküm ve hikmetlerini çıkarmak için yararlanılan bir ilimdir. Bu amaçla lügat, nahiv, sarf, usul-i fıkıh ve kıraat ilimlerinden yararlanılır. Bunun için nüzul sebeplerini, nasih ve mensuhu bilmek gerekir. [9]
Hadislerde de tefsir bu geniş anlamda kullanılmıştır. Ebu Basir şöyle rivayet etmiştir: İmam Cafer-i Sadık'a (a.s), yüce Allah'ın, "Allah'a itaat edin, Resul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…" [10] ayetini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Bu ayet, Ali b. Ebu Talib, Hasan ve Hüseyin (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) hakkında inmiştir. "İnsanlar diyorlar ki ‘Niçin Ali ve Ehl-i Beyt'inin ismi Allah'ın kitabında geçmiyor?’ dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Onlara deyin ki: Allah Resulü'ne (s.a.a) namaz kılmaya ilişkin emir de inmiştir; ancak Allah, bu namazların üç rekât mı, dört rekât mı olacağını belirtmemiştir. Namazların rekât sayısını Peygamberimiz açıklamıştır. Ona zekât vermeye ilişkin emir de inmiştir; fakat insanlara bu zekât miktarının kırk dirhemde bir dirhem vermek olduğunu belirtmemiştir; ta ki bunu Peygamberimiz açıklamıştır. Hacla ilgili emri de indirmiştir ama Kâbe'nin etrafında yedi kere tavaf edin, şeklinde bir açıklama getirmemiştir. Bu açıklamayı Allah Resulü yapmıştır. "Allah'a itaat edin, Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…" ayeti de Ali, Hasan ve Hüseyin hakkında inmiştir. Peygamberimiz (s.a.a), Ali ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." Bir keresinde de şöyle buyurmuştur: "Size Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beyt'imi tavsiye ediyorum. Çünkü ben Allah-u Teâlâ'dan Havuz başında bana dönünceye kadar bu ikisini birbirinden ayırmamasını istedim. O da bu isteğimi kabul etti." Bir keresinde de şöyle buyurmuştur: "Ehl-i Beyt'ime bir şey öğretmeye kalkışmayın. Onlar sizden daha çok bilirler." Bir seferinde, "Onlar sizi hidayet kapısından çıkarmazlar ve sizi sapıklık kapısından da içeri sokmazlar" buyurmuştur… [11]
Tefsir İle Tevilin Farkı
"Evele" kökünden olan "te'vil", dönmek anlamındadır. Eski âlimler tefsir alanında tevili, tefsir ile eş anlamda kullanıyorlardı. Son dönem âlimler ise, onu “sözcüğü tercih edilen anlama hamletme” manasında kullanırlar. [12]
Fakat son dönem araştırmacılardan bazıları, bu alanda kendilerine has bir görüşe sahiptirler. Onlardan bir kısmına göre ayetlerin tevili, o ayetlerin açık olmayan iltizamî/gerektirici delaletleri çerçevesinde değerlendirilir. Dolaysıyla da tevil, lafzın delaletiyle ilgilidir. [13]
Diğer bazılarına göre tevil, ayetlerin anlamlarında anlatılan veya talep edilen mısdaktan ibarettir. [14]
Allame Tabatabaî ise tevili, kelamın, üzerine kurulduğu hakikat ve amaçlardan ibaret olduğunu bilmiştir. Öyle ki bu hakikat anlamların içindeki çekirdeği oluşturur ve manalar bu çekirdeğe döner. [15]
Birinci ve ikinci görüşe göre "tevil", mana ile bir şekilde ilişkisi olan ve ona dayanan haricî/nesnel bir hakikattir. İkinci görüşe göre, bu irtibat mısdakın mefhum ile ilişkisi türündendir.
Bu esas üzerine, haberin doğrulanmasına neden olan hariçteki haber verilen anlamının gerçekleşmesine "tevil" ismi verilmektedir. Ancak üçüncü görüşe göre, her ne kadar "tevil", haricî hakikate deniyorsa da bütün haricî hakikatlere tevil denmez. Her şeyin aslı ve özü olarak söz konusu olan hakikate denir. Tıpkı hüküm vermede söz konusu olan ölçü, bir işteki gaye ve maslahat, bir olayın vuku bulmasındaki illet vb.
Daha dakik bir bakışla şöyle diyebiliriz: Tevilin açık olmayan iltizamî/gerektirici delalet türünden olduğu görüşü Allame Tabatabaî'nin (r.a) görüşüyle bağdaşabilir. Çünkü yüce Allah'ın mutlak ilim ve hikmetine yakin ettikten sonra açık olmayan iltizamî delaletle Kur’an-ı Kerim'in bütün hükümlerinin maslahat ve hikmet üzere olduğunu anlayabiliriz. Ancak bu iki görüş arasında bir fark vardır. O fark da şudur: Allame Tabatabaî'nin görüşüne göre, mananın açık olmayan iltizamî delaletinden sadece özel bir bölümü tevilin kapsamına girer ki, o da mananın kendisine dayandığı ve kendisinden kaynaklandığı hakikatidir; ama diğer iltizamî delaletler tevil kapsamına girmezler. Oysa birinci görüşe göre, tevilin dairesi daha geniştir.
Sonuç olarak, bu kelime, Kur’an ve hadis terimlerinde, normal idrakle anlaşılmayan "manalar ve yine dış fiil ve örneklerle ilgili hakikatler" anlamında kullanılmıştır. Bu hakikatlerin anlaşılması için aklî dikkate veya gaybî ve ledünnî algılamaya ihtiyaç vardır. Bu kelimenin Kur’an-ı Kerim'de kullanıldığı yerlere dikkat etmek bunu onaylamaktadır. Örneğin Hz. Musa (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) kıssasında Hz. Hızır'ın (a.s) girişimlerinin perde arkasındaki hakikatler anlamında kullanılmıştır.
Hz. Yusuf'un (a.s) kıssasında rüya tabiri anlamında kullanılmıştır. Âl-i İmran Suresi'nin başında işaret edilen müteşabih ayetler konusunda “asıl maksadı anlamak” anlamında kullanılmıştır. Nitekim hadislerde de Kur’an’ın batını da Kur’an’ın tevili olarak adlandırılmıştır:
Ayyaşî kendi senediyle Fuzeyl'den şöyle nakletmektedir: İmam Muhammed Bâkır'a (a.s), "Kur’an’da zahir ve batını olmayan hiçbir ayet yoktur. Yine onda sınırı olmayan ve her sınırında da yüce bir nüktesi olmayan hiçbir harf yoktur" rivayetindeki Kur’an’ın zahir ve batınının ne anlama geldiğini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Kur’an’ın zahiri, tenzilidir (okunduğunda anlaşılan anlam) ve batını ise, tevilidir. Onlardan bazıları geçmiş, bazısı da gelecek zaman içindir. Kur’an, güneş ve ay gibi sürekli hareket hâlindedir ve Kur’an’da geçen bütün haberler gerçektir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'O'nun tevilini, Allah ve ilimde derinleşenlerden başka kimse bilemez.' İşte Kur'ân'ın tevilini biz biliyoruz." [16]
Kısacası Kur’an ve hadisler açısından Kur’an-ı Kerim'in tevili, onun ilkel ve normal anlayışla anlaşılması mümkün olmayan anlamlarıyla ilgili hakikatlerdir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim'in bütün ayetlerinin bir tevili vardır ve tevil sadece müteşabih ayetlere has bir olay değildir.
Tefsirin tanımında değindiğimiz şeylerden (Allah-u Teâlâ'nın Kur’an-ı Kerim'in ayetlerindeki maksadının açıklanması), tefsirin dairesinin tevilden daha geniş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu anlamda tefsir, hem kelimenin delaletlerinin açıklanmasını ve hem de Kur’an’ın anlamlarının dayandığı hakikatlerin açıklanmasını kapsamaktadır. Zira Allah-u Teâlâ'nın ayetlerdeki maksadının anlaşılmasında, bunların her ikisinin de rolü vardır. [17]
Ayetlerin Zahirlerinin Hüccet Oluşu
Bazı muhaddisler/hadis bilimcileri, [18] reye göre tefsir etmekten sakındıran ve Kur’an-ı Kerim'i en mükemmel şekilde ancak masumların anlayabileceği ifade eden hadislerin, Kur’an-ı Kerim'i masumların dışındaki kimselerin tefsir etmesinin haram olduğunu açıkladıklarını sanmışlardır. Onlara göre, Kur’an-ı Kerim'i tefsir ederken, sadece ayetlerin tefsirinde nakledilen hadislerle yetinmek ve Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) hadis nakledilmeyen bir yerde ayetlerin anlamında herhangi bir şekilde görüş belirtmekten sakınmak gerekiyor. Hatta ayetlerin kesin veya zahirî anlamlarını tefsir kuralları çerçevesinde açıklamak mümkün olsa bile, ona uygun bir hadis nakledilmemişse, onu Kur’an’a isnat etmemek gerekir. Fakat Şia'nın ileri gelen âlimlerinin, usul-u fıkıh ve tefsir kitaplarında yaptıkları açıklamalar üzere, bu görüş doğru değildir.
Çünkü bu görüş Kur’an-ı Kerim ayetleri, Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'in aydınlatıcı buyrukları ve onların kesin bir ilke olarak Kur’an-ı Kerim'in başvuru noktası olduğunu, ona sarılmanın ve üzerinden düşünmenin gerekliliğini bildiren uygulamalarıyla apaçık bir şekilde çelişmektedir.
Açıktır ki, eğer Kur’an-ı Kerim'e sarılmak, sadece onun tefsiriyle ilgili rivayet edilen hadisleri nakletmekle sınırlandırılırsa, Kur’an’ın merciiliği ve ona sarılma konusu gerçek anlamını kaybeder. Oysa Kur’an’ın başvuru noktası olması ilkesi, yine onun ve masum Ehl-i Beyt'in buyrukları üzerinde düşünmenin gerekliliği oldukça vurgulanmıştır.
Bu deliller üzerinde düşünmek bizi Ehl-i Beyt'in buyrukları ve Ehl-i Beyt'ten nakledilen bir hadis olmadığı yerde ise, Kur’an’ın zahirlerinin hüccet oluşu doğrultusunda tefsir yapmanın caiz oluşuna yönlendirmektedir. Burada bu delillerden bazı örneklere yer vereceğiz:
1- Kur’an-ı Kerim'de, mesajının anlaşılabilir olduğunu ve Kur’an üzerinde düşünmek gerektiğini vurgulayan çeşitli ayetler vardır. Örneğin bu ayetlerden bazıları şunlardır:
Onlar Kur’an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) üzerinde kilitleri mi var. [19]
Andolsun biz, bu Kur’an’da insanlara, öğüt almaları için her temsili anlattık. [20]
Muhakkak ki o (Kur’an), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Rûhu'l-Emin (Cebrail) uyarıcılardan olman için apaçık Arapça bir dille senin kalbine indirdi. [21]
Bu, insanlara bir açıklama, korunanlara yol gösterme ve öğüttür. [22]
Biz Kur’an’ı senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar. [23]
Andolsun biz, Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? [24]
Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı. [25]
Kur’an’a sarılmanın gerekliliğini, onun anlaşılır olduğunu ve ona amel etmeyi vurgulayan bu ve benzeri ayetler onun zahirinin hüccet olduğuna ve tefsir etmenin caiz olduğuna delalet etmektedir.
2- Kur’an-ı Kerim, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) peygamberliğinin doğruluğuna delil ve hüccet olarak nazil olmuş; Allah Resulü (s.a.a) de peygamberliğini inkâr edenlere karşı küçük bir sure olsa dahi onun benzerini getirmelerini isteyerek onlara meydan okumuştur. Açıktır ki, bu meydan okuma Kur’an-ı Kerim'in anlamlarının Araplar için anlaşılır olduğuna delalet etmektedir. Çünkü eğer Kur’an-ı Kerim anlaşılmaz olsaydı, mucize oluşu insanlar tarafından anlaşılmaz ve karışık olsaydı insanlara onun benzerini getirmek konusunda meydan okumak anlamsız olurdu. Çünkü bu durumda, Kur’an-ı Kerim onlar için anlaşılmaz bir hâl alırdı ve doğal olarak hakkında hüküm veremezlerdi.
3- Resulü Ekrem'in (s.a.a) paha biçilmez iki değerli emaneti olan Kur’an ve Ehl-i Beyt'e sarılmaya delalet eden mütevatir hadisler, onun anlaşılır ve zahirlerinin hüccet olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim'in emirlerine uymadan ona sarılmak imkânsızdır. Onun emirlerine uymak ise, onu anlamaya bağlıdır.
4- Hadisleri Kur’an-ı Kerim'e sunmayı emreden mütevatir hadisler, Kur’an-ı Kerim'i tefsir etmenin caiz ve onun zahirlerinin hüccet olduğunu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu rivayetlere göre, Kur’an-ı Kerim ile çelişen bütün hadisler batıl sayılmaktadır.
….
Murtaza TURABÎ
-----------
[1]- Lisanu'l-Arab, c. 6, s. 316.
[2]- Furkan, 33.
[3]- Mukaddime-i Tefsir-i Ragıp İsfahanî, s. 47.
[4]- Hadi Marifet, et-Tefsiru ve'l-Müfessirun, c. 1, s. 13.
[5]- Mecmau'l-Beyan, c. 1, s. 80.
[6]- el-Mizan, c. 1, s. 4.
[7]- el-Beyan, s. 187.
[8]- Tefsir-i Tesnim, c. 1, s. 140-141.
[9]- el-Burhan Fi Ulumi'l-Kur'ân, c. 1, s. 13.
[10]- Nisâ, 59.
[11]- Usul-u Kâfi, c. 1, s. 286.
[12]- el-Mizan, c. 5, s. 322; el-İtkan, c. 4, s. 192.
[13]- Hadi Marifet, et-Tefsiru ve'l-Müfessirun, c. 1, s. 24.
[14]- İbn-i Teymiyye, Risaletu'l-İklil, (Risalelerinin ikinci mecmuası), s. 10 ve 17-18, Hadi Marifet'in et-Tefsiru ve'l-Müfessirun kitabından, c. 1, s. 30'dan naklen.
[15]- el-Mizan, c. 3, s. 14-16.
[16]- Tefsir-i Ayyaşî, c. 1, s. 11.
[17]- Burada şu noktayı da hatırlatmamızda yarar vardır: Bazı cahiller ve Şiî inancına karşı bağnaz olan kişiler, Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinin tevil ve batını oluşunu aracı edinerek Şia'yı eleştirmeye yeltenip şöyle demişlerdir: "Şia, Kur’an-ı Kerim ayetlerinde tevil olduğuna inandığı için Kur’an’ın tefsiri olmadığını söylemektedir." Bu söz kasıtlı olarak söylenmemiş ise, cehaletle söylenmiştir; çünkü Şia'nın Kur’an ayetlerinin batını ve tevili olduğuna inanması Kur’an-ı Kerim'in zahirini inkâr etmesi anlamına gelmez. Aksine Şia, Kur’an’ın zahirinin hüccet olduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte, masum kişilerden nakledilen rivayetin olması gibi kesin delillerle ispatlanması durumunda Kur’an’ın batınının da hüccet olduğuna inanmaktadır.
[18]- Vesailu'ş-Şia, c. 27, s. 176. "Âdemu cevazi istinbati'l-ahkami'n-nezeriyye min zavahiri'l-Kur'an illa ba'de marifeti tefsiriha mine'l-Eimmeti aleyhimisselam" babı.
[19]- Muhammed, 24.
[20]- Zümer, 27.
[21]- Şuarâ, 192-195.
[22]- Âl-i İmrân, 138.
[23]- Duhân, 58.
[24]- Kamer, 17.
[25]- Nisâ, 82.
Tarih: 31-07-2023