Ehl-i Beyt (a.s) ve Kur’an-ı Kerim'in Tefsiri - 3
Kur’an-ı Kerim'i tefsir etmenin en güzel ve en mükemmel yollarından biri, onu Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'in (a.s) sünneti ile tefsir etmektir. Ve esasen, sünneti göz önünde bulundurmadan tefsir etmek eksik ve hatta saptırıcı bir iş olur.
Bismillahirrahmanirrahim
…
Kur’an Tefsirinde Sünnetin Hüccet oluşu
Resul-i Ekrem (s.a.a) ve tertemiz Ehl-i Beyt'in (a.s) aklî ve naklî delillerle ispatlanan masumluğunu göz önünde bulundurup, onların ilahî mesajları ulaştırmada vesile olduklarına ve açıklama görevini üstlendiklerine dikkat edersek, Kur’an-ı Kerim'i anlama ve tefsir etmede sünnetin hüccet oluşu açıkça ortaya çıkacaktır.
Esasen Allah Teâlâ, Peygamber'i (s.a.a) Kur’an’ın açıklayıcısı kılmıştır. Ehl-i Beyt ise, onun halifeleri ve ilminin mirasçılarıdırlar. O halde, onların buyruklarını göz önünde bulundurmadan yapılacak olan her açıklama ve her tefsir kendiliğinden geçersiz ve itibarsızdır.
Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
Sana da o Zikr'i (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. [1]
Yine Cuma Suresi'nin ikinci ayetinde “ilahî mesajı insanlara ulaştırmak” ilkesi hususunda Allah Resulü'nün (s.a.a) vazifesine işaret edip onu öğretmeyi de Hz. Peygamber'in (s.a.a) vazifelerinden sayarak şöyle buyurmuştur:
O'dur ki ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler. [2]
“Sekaleyn” hadisine göre Resul-i Ekrem'in (s.a.a) bu makamı onun yerine geçen halifelerine (12 İmam) intikal etmiştir. Çünkü bu mütevatir hadis Kur’an-ı Kerim'e ve Ehl-i Beyt'e (a.s) sarılmayı emretmektedir ve şüphesiz Ehl-i Beyt'e (a.s) sarılmak, onların Kur’an tefsiri konusundaki buyruklarını görmezlikten gelmekle bağdaşmaz. Bu hadisin zeylinde Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "…Benden sonra sekaleyne nasıl davranacağınıza bakın." O sırada biri, "Ey Allah'ın Resulü! Sekaleyn nedir?" diye sorunca, Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise, sizin elinizde bulunan Allah'ın Kitabı'dır; sapmamak için ona sarılınız. Diğeri ise, benim itretim ve soyumdur. Latif ve Habir olan Allah, bu ikisinin Kevser havuzu başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirmiştir ve ben Kitap ve itretim için Rabbimden bunu istedim. O halde, bu ikisinden öne geçmeyin, yoksa helak olursunuz. Bu ikisinden geride kalmayın, aksi takdirde yine helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın, çünkü onlar sizden daha bilgilidirler."
Hâkim, bu rivayeti Zeyd'den nakletmiş; Buharî ve Müslim'in ölçülerine göre de sahih bilmiştir. [3]
Ehl-i Beyt'in (a.s) kendisi de birçok hadiste insanları kendilerine müracaat etmeden Kur’an’ı tefsir etmekten sakındırmış; bu işin sapmaya neden olacağını bildirmiş ve Kur’an-ı Kerim'in tefsirinde Ehl-i Beyt'in (a.s) başvuru noktası olduğunu vurgulamışlardır.
1- İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmuştur: Hiçbir şey Kur’an tefsiri kadar insanların aklından uzak değildir: Ayetin baş tarafı bir şey hakkında, ortası başka bir şey hakkında ve sonu ise, daha başka bir şey hakkındadır. [4]
Bu buyruğun apaçık örneği, baş ve son tarafları Allah Resulü'nün (s.a.a) eşleri, orta kısmı ise Ehl-i Beyt hakkında nazil olan “Tathir” ayetidir. Açıktır ki, sünnetten yardım almadan ve Resul-i Ekrem (s.a.a) tarafından Ehl-i Beyt'in kimler olduğu belirtilmeden bu gibi ayetleri anlamak mümkün değildir.
2- Yine şöyle rivayet edilmiştir: Sudeyr şöyle demektedir: İmam Muhammed Bâkır'a (a.s), "Fedanız olayım! Siz nasıl insanlarsınız?" diye sordum. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: Biz Allah'ın ilminin hazineleriyiz. Biz Allah'ın vahyinin tercümanlarıyız. Biz gökyüzünün altındakilere ve yeryüzündekilere Allah'ın ulaşan hüccetleriyiz. [5]
3- Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: İmam Ali b. Ebu Talip'in (a.s) Kur’an’ı anarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Kur’an’ın zahiri farz amel, bâtını gizli ve örtülü ilimdir. O, bizim yanımızda yazılı ve açıktır. [6]
4- İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) nakledilen bir hadiste şöyle geçmektedir: Vasilerden başka hiç kimse zahiri ve batınıyla Kur’an’ın tümünün kendi yanında olduğunu iddia edemez. [7]
5- İmam Cafer-i Sadık (a.s), "Yanında Kitaptan bir ilim bulunan kimse de, 'Sen gözünü açıp yummadan ben onu sana getirebilirim.' dedi." [8] ayetini okuduktan sonra parmaklarını açarak göğsüne koyup şöyle buyurdu: Allah'a andolsun Kur’an’ın ilimlerinin tümü bizim yanımızdadır.
6- İmam Cafer-i Sadık (a.s), kendisine bir soru soran Kûfeli birine şöyle buyurdu: Medine'de seni görürsem, Cebrail'in evlerimizdeki izini ve onun vahiy, Kur’an ve ilimleri indirmek için dedemize nazil oluşunu sana gösteririm. Acaba insanlar bizim yanımızdaki ilimden doyasıya içip hidayet buldukları halde, bizim sapmamız mümkün müdür?! Bu imkânsızdır. [9]
7- Yakub b. Cafer şöyle diyor: Mekke'de İmam Ebu'l-Hasan (a.s) ile birlikte olduğum bir sırada biri, "Siz Kur’an’dan duymadığınız bir şeyi tefsir ediyorsunuz!" dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: Kur’an insanlara nazil olmadan önce bize nazil olmuş ve insanlara tefsir edilmeden önce bize tefsir edilmiştir. Onun helal ve haramını, nasih ve mensuhunu biz biliyoruz ve bu ayetin hangi gecede, kimin hakkında ve hangi konuda nazil olduğunu biz biliyoruz. Bizler Allah'ın yeryüzündeki hâkimleri ve kulları üzerindeki şahitleriyiz… [10]
8- Mansur b. Hazım kendi inancını İmam Cafer-i Sadık'a (a.s) sunduğu rivayette şöyle diyor: İmam'a (a.s) şöyle dedim: "Allah, yarattıkları aracılığıyla bilinmeyecek kadar yüce ve uludur. Bilakis yarattıkları O'nun aracılığıyla bilinirler". İmam (a.s), "Doğru söyledin" buyurdu. Dedim ki: "Rabbinin bir olduğunu bilen kimsenin, bu Rabbin rızasının ve öfkesinin de olduğunu, neye razı olduğunun ve neden öfkelendiğinin ancak vahiy ve resul aracılığıyla bilineceğini de bilmesi gerekir. Bir kimse vahiy almıyorsa, Allah'ın elçilerini arayıp bulmakla yükümlüdür. Onlarla karşılaştığı zaman da hüccet olduklarını, onlara itaat etmenin farz olduğunu bilmelidir." "İnsanlara ‘Siz Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Allah tarafından kullarına gönderilen bir hüccet olduğunu biliyor musunuz?’ dedim. Onlar 'Evet, biliyoruz' dediler. Ben, 'Resul-i Ekrem (s.a.a) vefat ettikten sonra Allah'ın kulları arasındaki hücceti kim oldu?' diye sordum. 'Kur’an' dediler. Kur’an’a baktım. Murcie, Kaderiyeciler ve hatta ona temelden inanmayan zındıklar, onunla ilgili olarak tartışıp duruyorlar. Karşı tarafa üstünlük sağlamak için onu kullanıyorlar. O zaman anladım ki, Kur’an’ın hüccet olması, ancak bir kayyum (denetçi) ile mümkündür. Bu kayyumun Kur’an ile ilgili konularda söylediği her şey hak olmalıdır." "İnsanlara, 'Kur’an’ın kayyumu kimdir?' diye sordum. 'İbn-i Mes'ud Kur’an’ı biliyor; Ömer biliyor ve Huzeyfe biliyor' dediler. Ben, 'Tümünü mü biliyorlar?' diye sordum. 'Hayır' dediler ve İmam Ali (a.s) dışında, 'Şu adam Kur’an’ın tümünü biliyor' diye birini gösterdiklerine tanık olmadım.
Nitekim halk arasında bir mesele baş gösterdiğinde, başkaları 'Bilmiyorum' derken bu, 'Biliyorum' diyor. Ben de şahitlik ederim ki İmam Ali (a.s), Kur’an’ın kayyumudur. Bu yüzden ona itaat etmek farzdır. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) sonra insanlar arasındaki hüccet oydu. O'nun Kur’an ile ilgili olarak söyledikleri haktır..." İmam Cafer-i Sadık (a.s) Mansur b. Hazım'ın sözlerini dinledikten sonra onu överek onayladı. [11]
Genel olarak şunu söyleyebiliriz: Ayetlerin tefsiri hakkında Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ten mütevatir veya muvassak düzeyde güvenilir kanallarla çok sayıda hadisler nakledilmiştir. Esasen onların tüm söz ve davranışları bir nevi Kur’an ayetlerinin tefsiri, izahı ve Allah-u Teâlâ'nın maksadının açıklaması sayılır.
O halde masum olmaları hasebiyle her türlü zan ve sanıdan, hatta aksi bir ihtimalden bile uzak olan Ehl-i Beyt'in tefsir ve açıklamasını kenara bırakıp, Kur’an’ı direkt olarak kendisi tefsir eden bir kimsenin tefsirini nasıl kabul edebiliriz?! Oysa Kur’an-ı Kerim'de genel ve özel, mutlak ve mukayyet, mücmel ve mübeyyen, muhkem ve müteşabih olduğunu, birçok konuda Kur’an’ın mücmel hükümlerinin hadisler vesilesiyle açıklandığını veya Kur’an’ın genel hükümlerinin hadislerle beyan edildiğini veya mukayyet olduğunu bilmekteyiz. Bu bilinç ve kesin bilgiye rağmen bir ayet hakkında nasıl tefsir yapabilir ve o ayeti kayıtlandıran veya sınırlandıran ya da nesheden bir hadisin olmadığından emin olabiliriz? Dolayısıyla, “Ehl-i Beyt'in Kur’an-ı Kerim'i tefsir etmede hüccet oluşu” konusunda hiçbir şüphe yoktur ve bu konuda İmamiyye âlimleri ittifak içerisindedir.
Kur’an’ın Sünnet İle Tefsir Derecesi
Bazıları, Kur’an-ı Kerim'in her ayetinin diğer ayetlerin ışığında tefsir edildikten sonra güvenilir hadislerle tefsir edilmesi gerektiğine de inanmaktadırlar. Çünkü hadislerin Kur’an’a sunulmasını bildiren rivayetlere göre, yalnız Kur’an-ı Kerim ile çelişmeyen hadisler güvenilir ve hüccettirler. Bunu elde etmek için de, hadis ve rivayetler Kur’an’a sunulduğunda onların Kur’an ayetleriyle çelişip çelişmediklerinin değerlendirilebilmesi için her şeyden önce Kur’an ayetlerinin anlamı Kur’an çerçevesinde açıklık kazanmalıdır. [12]
Elbette bu görüşe sahip olanlar, Kur’an’ın mütevatir (kesin) olmayan rivayetlerle tefsir edilmesini de gerekli bilmektedirler. Fakat mütevatir hadislerin hüccet oluşunu ispatlamak için onları Kur’an’a sunmaya gerek olmadığından Kur’an’ı direkt olarak onlarla tefsir edebiliriz. Kur’an’ı böyle bir sünnetle tefsir etmek, bu açıdan Kur’an’ı Kur’an ile tefsir etmekle aynı derecededir.
Bu Görüşün Eleştirisi
Gördüğünüz gibi, Kur’an’ın sünnet ile tefsir edilmesinin, Kur’an’ın Kur’an ile tefsir edilmesinden sonraki derecede yer almasının asıl nedeni, hadislerin Kur’an’a sunulmasıyla ilgili rivayetlerdir. Fakat anlaşıldığı kadarıyla rivayetlerin sunulmasıyla ilgili bu algılama doğru değildir. Çünkü bunu kabul etmeyen Usulcüler (fıkıh hukukçuları) arasındaki meşhur görüşe göre, bu rivayetlerin anlamı, hadislerin, tasdikî ve ciddi murad merhalesinde değil, istimalî zuhur merhalesinde ayetlerin zahirlerine sunulmasıdır. Dolayısıyla ortada bitişik olmayan Kur’an bir kayıtlandırıcı ve sınırlandırıcının olmasının, bir hadisin bir ayet ile nispetini değerlendirmede hiçbir etkisi olmaz. [13]
Ayrıca şu ihtimal de vardır: Hadislerin Kur’an ayetlerine sunulmasıyla ilgili rivayetlerin anlamı, hadislerin ayetlerin her birine ayrı ayrı sunulması değil, onların Kur’an’dan elde edilen kesin kurallara sunulmasıdır. Şehid Sadr (r.a) bu ihtimali söz konusu ederek onu şöyle açıklamıştır: Kur’an’a aykırı olan veya Kur’an’dan bir şahidi olmayan rivayetlerin atılmasından maksat, Kur’an’ın genel ruhuna aykırı olan ve Kur’an’da benzeri bulunmayan rivayetlerin atılması olabilir. Bu durumda, Kur’an’a aykırı olan rivayetlerin atılmasının anlamı şudur: Zannî/Zanna dayalı delil, Kur’an’ın yasamalar ve genel hükümlerle ilgili tabiatıyla uyum içerisinde olmazsa, hüccet değildir. Dolayısıyla aykırılık ve muhalefetten maksat, gerçek anlamda Kur’an ayetlerinin mazmun ve içeriğiyle muhalefet ve muvafakat değildir. [14]
Bu ihtimale göre, bu hadislerin anlamı şudur: Zanna dayalı delil ve o cümleden haber-i vahid, Kur’an teşriler/yasamalar ve hükümlerin genel yapısı ile uyum içerisinde olmazsa, hüccet olmayacaktır. Daha sonra bu görüşü güçlendirmek için şöyle demektedir: Bu delili güçlendiren şey şudur: Hükümlerin açıklanmasında Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) yeri ve rolü şeriatın takipçilerine ve bu gibi hadislerin ravilerine apaçık belli ve anlaşılır olması, bu nedenle de Müslümanların, dini Ehl-i Beyt'ten (a.s) öğrenmek ve Allah-u Teâlâ'nın hükümlerinin ayrıntılarını bilmekle sorumlu olmaları bunu gerektirmekle birlikte "Onun (hadis) için Kur’an’dan bir veya iki şahit bulursanız…" gibi ifadelerin varlığı muttasıl (bağlantılı) karine konumunda olup bu hadisleri buna yönlendirmektedir.
Zahiren dakik anlamıyla uyumlu olmaktan daha geniş anlamı olan "şahit" ifadesi ve bir şahitle yetinilmemesi, şahitten maksadın, ciddî uyumluluk değil, benzerlerinin varlığı olduğunun en iyi delilidir.
Hasan b. Cehm'in İmam Musa Kazım'dan (a.s) naklettiği rivayette şöyle geçmektedir: "Sana birbiriyle çelişen iki rivayet ulaşırsa, onları Allah'ın Kitabı ve bizim hadislerimizle karşılaştır; o ikisine benziyorsa, doğrudur ve aksi durumda batıldır." [15]
O halde maksat, her hadisi Kur’an’ın bütün ayetlerine sunmak değildir. Çünkü bu konu zahire, hatta âlimler ve fakihlerin davranışına aykırıdır. Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s), hadislerin Kur’an’a sunulmasını emretmelerinden maksatları böyle bir şey olsaydı, bunu kesinlikle apaçık bir şekilde vurgularlardı.
İşlerinin odak noktası hadisler olan Şia'nın ileri gelen fakihleriyle müfessirleri de hadislerden yararlanmaya başlamadan önce, Kur’an’ı Kur’an ile tefsir ediyorlardı. Oysa günümüzdeki Kur’an ilimleri araştırmacılarının itiraf ettikleri üzere, geçmiş âlimler arasında Kur’an’ı Kur’an ile tefsir etmeye ilgi duyulmazdı.
…
Murtaza TURABÎ
----------
[1]- Nahl, 44.
[2]- Cuma, 2.
[3]- el-Mu'cemu'l-Kebir, c. 5, s. 167; Mecmuatu'r-Resail, c. 2, s. 48.
[4]- Biharu'l-Envar, c. 89, s. 110.
[5]- Usul-u Kâfî, c. 1, s. 192.
[6]- Daaimu'l-İslam, s. 53.
[7]- Usul-u Kâfi, c. 1, s. 228.
[8]- Neml, 40.
[9]- Tefsir-i Ayyaşî, c. 1, s. 16.
[10]- Nuru's-Sekaleyn, c. 4, s. 595; Vesailu'ş-Şia, c. 27, s. 198.
[11]- Usul-i Kâfi, c. 1, s. 189.
[12]- Tefsir-i Tensim, c. 1, s. 131-140.
[13]- Burada şöyle bir sanıyla karşılaşabiliriz: "Bazı yerlerde istimalî murad merhalesindeki nispet tebayün/zıt olabileceği gibi, ciddi murad merhalesinde tebayün olmayabilir. Dolayısıyla hadisleri Kur’an’a sunmayla ilgili rivayetlerin böyle yerleri kapsamına alması, ciddi murad değil de istimalî murad merhalesinde Kur’an’a aykırı hadislerin düşmesini gerektirmektedir." Fakat bu düşünce, gerçek olmayan bir olasılığa dayanmaktadır. Çünkü bu hadislerin kendilerinde apaçık bir şekilde şöyle geçer: İçeriğine Kur’an’dan bir tanık bulunan her hadis hüccettir. Açıktır ki, eğer bir hadis hakkında diğer ayetlerde, o ayet ile sunulan hadis arasındaki orantıyı yok edecek bir açıklama yapılmışsa, bu açıklamanın kendisi hadisin içeriğinin doğruluğuna tanıktır ve sorun, ayetin ciddi murad merhalesinde nisbetini göz önünde bulundurmaya gerek kalmaksızın hallolacaktır. Kur’an ayetlerinin birbirlerine karşı bağlantılı karine sayıldığı, fakat hadislerin Kur’an’a karşı bağlantısız karineler olduğu iddiası ise delilsizdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim'in tedricî (aşamalı) olarak nazil olması, onların arasında gerçek anlamda bir bağlantının olmasını reddetmektedir, tenzilî bağlantı için ise herhangi bir delil yoktur. Hadisleri ayetlere sunmayla ilgili rivayetler de tenzilî bağlantının olduğuna delalet etmez.
[14]- Buhusun Fi İlmi'l-Usul, c. 7, s. 333-335.
[15]- Buhusun Fi İlmi'l-Usul, c. 7, s. 333-335.
Tarih: 04-09-2023