içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Ehl-i Beyt (a.s) ve Kur’an-ı Kerim'in Tefsiri - 6

Bismillahirrahmanirrahim

Ehl-i Beyt (a.s) ve Kur’an-ı Kerim'in Tefsiri - 6

Allame Tabatabaî'nin maksadı, Kur’an-ı Kerim tefsirinde, karinenin karineyi içeren şeyden ve özelin genelden öne geçirilmesi gibi konuşma kurallarını bir kenara bırakmak değildir.

Aksine maksat, genel konuşma kurallarına ilave olarak, Kur’an-ı Kerim'in beyan metodundaki özel kuralların da göz önünde bulundurulması ve sadece genel kuralları uygulamakla yetinilmemesidir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim'in özel kuralları genel konuşma kurallarıyla çelişirse, özel kuralları genel konuşma kurallarından öne geçer.

Kısacası Kur’an-ı Kerim tefsirinde bir taraftan sözlerin zahirinin hüccet oluşu, karinenin kendi delaletinden ve özelin genelden öne geçmesi gibi genel konuşma kuralları gözetilmeli ve diğer taraftan da Kur’an-ı Kerim'in beyan metodunda özel bir metodunun olduğu yerlerde, sadece genel kurallarla yetinilmeyip Kur’an’ı anlamak ve tefsir etmek için o üsluplar ölçü edinilmelidir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim'i genel ve özel kurallara riayet etmeden tefsir etmek reye göre tefsirdir.

3- Kur’an-ı Kerim'i, hadisleri göz önünde bulundurmadan tefsir etmek:

Kur’an-ı Kerim'i, Allah Resulü (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'in (a.s) hadislerinden yararlanmadan tefsir etmek doğru bir yol değildir. Tıpkı Ehl-i Beyt'in (a.s) buyruklarında sınırlandırıcı veya kayıtlandırıcı olup olmadığını araştırmadan Kur’an-ı Kerim'in genel veya mutlak buyruğunu almak gibi.

Ehl-i Beyt (a.s), kendilerine müracaat etmeden Kur’an-ı Kerim'i tefsir edenleri apaçık bir şekilde eleştiriyor. Onların bu işlerinin kendilerinin helak ve diğerlerinin ise, bedbaht olmasına neden olacağını vurguluyor. Bu nedenle Ehl-i Beyt'e (a.s) müracaat etmeden Kur’an’ı tefsir ettiklerini iddia edenlerle mücadele ediyorlardı.

Bir rivayette şöyle geçmektedir: İmam Cafer-i Sadık (a.s) Ebu Hanife'ye, "Sen Irak'ın fakihi misin?" diye sordu. Ebu Hanife "Evet" deyince, İmam (a.s), "Neye dayanarak fetva veriyorsun?" diye sordu. Ebu Hanife "Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti ile!" cevabını verdi. İmam (a.s) "Ey Ebu Hanife! Allah'ın Kitabını hakkıyla biliyor musun? Nasih ve mensuhu biliyor musun?" diye sordu. Ebu Hanife, "Evet" cevabını verince, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ey Ebu Hanife! Büyük bir ilim iddiasında bulundun; eyvahlar olsun sana! Allah-u Teâlâ bu ilmi Kur’an’ın sahiplerinden -Kur’an’ın nazil olduğu kişilerden- başka kimseye vermemiştir. Eyvahlar olsun sana! Kur’an’ın ilmi sadece Peygamberimiz Muhammed'in (s.a.a) soyundan olan özel kişilerin yanındadır. Allah-u Teâlâ, Kur’an ilminden sana bir harf bile miras olarak vermemiştir". [1]

Zeyd-i Şehham'ın naklettiği diğer bir rivayette şöyle geçmektedir: Katade, İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) huzuruna çıktığı zaman, İmam (a.s) ona "Ey Katade! Sen Basra halkının fakihi misin?" diye sordu. Katade "İnsanlar öyle biliyorlar" dedi. İmam (a.s) "Ben senin Kur’an tefsiri yaptığını haber aldım" buyurduğunda, Katade "Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine İmam (a.s) "Eğer ilim ve yakine sahip olarak tefsir yapıyorsan, çok yüce bir makama varmışsındır…" buyurdu ve sonra şöyle ekledi: Eyvahlar olsun sana ey Katade! Kur’an’ı kendi yanından tefsir yapıyorsan helak olmuşsun ve diğerlerini de helakete sürüklemişsindir. Kur’an’ı başkalarının sözleriyle tefsir yapıyorsan, yine helak olmuşsun ve diğerlerini de helakete sürüklemişsindir. Eyvahlar olsun sana ey Katade! Kur’an’ı yalnız Kur’an’ın muhatabı olan kişiler anlarlar. [2]

Ebu Hanife ve Katade, Ehl-i Beyt'e (a.s) müracaat etmeden Kur’an-ı Kerim'i tefsir ettiklerini iddia ediyorlardı. Bu hadiste, Ehl-i Beyt'e (a.s) müracaat edilmeden tefsir yapılması reddedilmiştir. İşte bu nedenle İmam Muhammed Bâkır (a.s) kendilerini Kur’an müfessirlerinden sayan Selem b. Kuheyl ve Hakem b. Uteybe'ye şöyle buyurmaktadır: İster doğuya gidin ve ister batıya, biz Ehl-i Beyt'ten (a.s) kaynaklanmayan doğru bir ilim bulamazsınız. [3]

 

Reye Göre Tefsir Etmek Konusunda Müfessirlerin Görüşleri

Âlimlerin ve müfessirlerin sözlerinden de reye göre tefsirin söylenen her üç metodu kapsamına aldığı anlaşılmaktadır.

Feyz-i Kaşanî "Tefsir-i Sâfi" kitabında şöyle buyuruyor: Sakındırılan reye göre tefsiri aşağıdaki iki anlamdan birine atfetmemiz gerekmektedir:

1- Müfessirin bir konu hakkında özel bir görüşü vardır ve kalben o görüşe meyillidir. Bu nedenle iddiasına ve hedefine meşruiyet kazandırmak için Kur’an-ı Kerim ayetlerini kendi görüş ve eğilimine uygun olarak tefsir eder. Öyle ki o görüşe sahip olmasaydı, Kur’an-ı Kerim'den o anlamı çıkarmazdı.

Reye göre yapılan böyle bir tefsir, bazen çıkarmış olduğu bidate geçerlilik kazandırmak için Kur’an ayetleriyle delil getiren bir kişinin yaptığı gibi bilgi ve bilinç üzere yapılır. Böyle bir kişi ayetin anlam ve maksadının öyle olmadığını bildiği halde, muhatabını yanıltır. Bazen de bilinçsiz olarak böyle bir tefsir yapar. Fakat eğer bir ayette birkaç ihtimal varsa, o, kendi amaç ve hedefine uygun olan anlamları seçer. Böyle bir kişi de reye göre tefsir yapmış olur; çünkü böyle bir kişi görüş ve reyini bu tefsire yüklemiştir. Öyle ki bu görüşe sahip olmasaydı, ayetin anlamları arasından o anlamı tercih etmezdi. Bazen de reye göre tefsir yapan kişinin doğru bir amacı vardır ve bu doğru amacı için Kur’an’dan bir delil bulup onunla delil getirir. Hâlbuki ayetin anlamının öyle olmadığını da bilmektedir…

2- Rivayetlerden yardım almadan Arapça dilinin zahirine göre yapılan tefsir de reye göre tefsirin diğer bir anlamıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim'in özelliklerini göz önünde bulundurduğumuzda, böyle bir tefsir doğru bir tefsir olamaz. Zira Kur’an-ı Kerim'in ilginç ve değişik yönleri, “belirsiz ve dönüşmüş lafızları”, “sınırlamak, hazfetmek ve gizlemek”, “takdim ve tehir”, “nasih ve mensuh”, “özel ve genel”, “ruhsatlar ve yasaklar”, “muhkem ve müteşabih” gibi yönleri vardır.

Dolayısıyla tefsirin zahirini sağlamlaştırmayıp ayetlerin çeşitli boyutlarını hadislerden elde etmeyen ve anlamları sadece Kur’an’ın Arapça olmasından elde etmek isteyen bir kimse, çok hatalara düşerek reye göre tefsire müptela olur. Bu nedenle, bir Kur’an müfessirinin hadislerin mefhumuna aşina olması ve Kur’an’ı anlayıp ondan hükümleri çıkarabilmesi için atması gereken ilk adımdır. Çünkü tefsirin zahiri, bir dil gibi öğrenmeye muhtaçtır. Yani onun maksatlarını anlamak için lügati bilmeye gerek vardır ve ayetler hakkında rivayetlerden elde edilen şeyler, müfessirin reye göre tefsir uçurumuna düşmemek için öğrenmesi gereken kavram ve yöntemlerdir. Bunlar şu maddelerden ibarettir:

a)- Zahirleri maksadı ayrıntılı bir şekilde anlatmayan mücmel ayetler: "Namaz kılın", "Zekât verin" veya "Hasat gününde ona hakkını verin" ayetlerinde olduğu gibi. Bu ayetlerin anlamının anlaşılması için Hz. Resulullah'ın (s.a.a) açıklamasına ihtiyaç vardır. Allah Resulü'nün (s.a.a) ilahî vahiyden yararlanarak namazın rekâtlarını ve nasıl kılınması gerektiğini, zekâtın nisaplarını ve zekât verilmesi farz olan malları açıklaması gerekir. Dolayısıyla sahih ve açık rivayetleri göz önünde bulundurmadan Kur’an-ı Kerim'i tefsir etmek imkânsızdır.

b)- Silerek veya izmar yaparak (bir sözcüğü takdirde tutarak) kısa söylemek. Tıpkı şu ayette olduğu gibi: "Semûd (kavmin)e açık bir mucize olarak dişi deveyi verdik, onlar ise bu yüzden zalim oldular." [4]

Bu ayetin zahirini görüp onun Arapça olmasıyla yetinen bir kimse, ayette geçen "mubsire" (basiret verici) kelimesinin "dişi deve"nin sıfatı olduğunu sanır. Yani "gözleri gören dişi deve" ve onların kendilerine nasıl zulmettiklerini bilmez. Oysa “izmar ve hazf” noktalarını bilecek olursa, "mubsire" kelimesinin takdirdeki "ayet" (nişane) kelimesinin sıfatı olduğunu ve onların zulümlerinin nedenini ise, hazfedilmiş olan "bi-katliha" (deveyi öldürmeleri) olduğunu bilir. [5]

Burada asıl konu, yani reye göre tefsirin haram oluşu ile ilişkili olan dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bazı hadislerden, bu reye göre tefsir metodundan yararlanmak, ayetin doğru olmayan bir anlama atfedilmesine neden olmasa bile, yine de reye göre tefsirin kapsamına girdiği ve şer'î açıdan sakıncalı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla reye göre tefsir iki merhalede sakıncalıdır:

1- Yanlış bir sonuç almaya neden olmasa bile, sahih olmayan metotlardan yararlanma merhalesi.

2- Doğru olmayan bir sonuç alarak onu Kur’an-ı Kerim'e isnat etme merhalesi.

Elbette reye göre tefsir hakkında nakledilen rivayetlerin çoğu, ayetlerin anlamı konusunda doğru olmayan bir sonuç alma merhalesiyle ilgili olup, insanları onun sonucundan sakındırmaktadır. Fakat değindiğimiz gibi, bu rivayetlerin bazılarından, bu metotlardan yararlanmanın da sakıncalı olduğu anlaşılmaktadır.

Tıpkı konuyla alakalı Hz. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilen şu rivayet gibi: Kur’an’ı kendi reyine göre tefsir eden bir kimse, hakka ulaşsa bile hata etmiştir. [6]

Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim ayetlerini zahirî anlamlarına atfedip, yukarıdaki metotları uygulamadan ayetlerin anlamlarını açıklamak, reye göre tefsir sayılmadığı gibi şer'î açıdan yasak da değildir.

Ayetullah Hoî (r.a) "el-Beyan" adlı tefsirinde bu konuda şunları söylüyor: Tefsir, bir şeyin üzerinden perdeyi açmak demektir. Bu nedenle bir sözcüğü onun zahirî anlamına atfetmek tefsir değildir. Çünkü zahirî anlam saklı değildir ki, onun üzerinden perde kaldırılmış olsun. [7]

Tefsir de olsa, reye göre yapılan bir tefsir değildir ki, reye göre tefsirden sakındıran mütevatir rivayetlerin kapsamına girmiş olsun. Sözcüğü zahirî anlamına atfetmek, örfün anlayışına dayalı bir tefsirdir. Çünkü “Nehcü'l-Belaga”nın hutbelerinden birini, örfün, sözcüklerden anladığı, muttasıl/bitişik ve münfasıl/ayrı karinelerin delalet ettiği şekilde tercüme etmek reye göre tefsir değildir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu gerçeğe işaret ederek şöyle buyurmuştur: "İnsanlar müteşabihin anlamını bilmeyip, hakikatini tanımadıkları, onu kendi rey ve görüşleriyle tevil ettikleri ve bu davranışlarıyla vasilerden sormaya ihtiyaç duymayıp onları tanımadıkları için helak olmuşlardır."

Reye göre tefsirin anlamı, Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s) müracaat etmeden bağımsız bir şekilde fetva vermek de olabilir. Oysa Kur’an-ı Kerim'e sarılmak nasıl farz ise, Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s) sarılarak onların yanında yer almak da bir o kadar farzdır. Dolayısıyla eğer insan Kur’an-ı Kerim'in genelliğine veya ıtlaklığına uyup Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) rivayet edilen tahsis ve takyide (sınırlama) dikkat etmezse, bu hareket reye göre tefsirdir. Genel olarak, Kitap ve sünnette muttasıl veya münfasıl karinelerin ya da aklî bir delilin olup olmadığını araştırdıktan sonra lafzı, zahirî anlamına atfetmek reye göre tefsir sayılmamaktadır.

Yukarıda açıkladığımız gibi bu iş, hatta tefsir bile değildir. Ayrıca yukarıdaki rivayetler Kur’an’a müracaat ederek onun buyruklarına uyulması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu işten maksadın da Kur’an’ın zahirlerine müracaat etmek olduğu apaçık bellidir. O halde delilleri birbiriyle uyumlu hale getirmek ve aralarındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak amacıyla reye göre tefsir etmekten maksadın kesinlikle zahirî anlama amel etmekten başka olduğunu söylemeliyiz. [8]

Murtaza TURABÎ

 

----------

[1]- Vesailu'ş-Şia, c.27, s.48.

[2]- el-Kâfi, c.8, s.311; Vesailu'ş-Şia, c.27, s.186.

[3]- Usul-u Kâfi, c.1, s.400. Bazıları bu hadislerin zahirinden şu algılamayı yapmışlardır: "Tefsir sadece Ehl-i Beyt'e hastır ve hiç kimsenin Kur’an-ı Kerim'i tefsir etmeye hakkı yoktur." Fakat Kur’an-ı Kerim'in ayetleri üzerinde düşünmeyi ve hadisleri ona sunmayı emreden çok sayıdaki hadis ve ayetlere dikkat ettiğimizde, bu hadislerden, Ehl-i Beyt'e müracaat edip din öğretilerinin usulünü onlardan almadan ve onların buyurdukları metotlardan yararlanmadan Kur’an-ı Kerim'i müstakil olarak tefsir etmenin yasaklandığı anlaşılmaktadır.

Böyle bir tefsir, hatta Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinin zahirî anlamını elde etmek için bile batıl ve itibarsızdır. Çünkü o zahirin, hadislerde zikredilen bir kaydı ve onu tahsis edecek bir muhassisi (sınırlayanı) olabilir. Bu nedenle araştırıp ondan haberdar olmadan yapılan bir tefsir geçerli olmaz. Dolayısıyla Kur’an ilminin sadece Kur’an’ın muhatapları olan Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'e (a.s) verilmiş olmasından maksat, Kur’an-ı Kerim'i zahiri ve bâtınıyla, nasihi ve mensuhuyla ve tüm özellikleriyle tam olarak anlamak Ehl-i Beyt'e (a.s) has oluşudur. Bu anlamı ifade eden çok sayıda hadis vardır. Tıpkı şu hadis gibi: "Allah'ın vasi kullarından başka hiç kimse Kur’an’ın zahiri ve bâtınıyla tümünü bildiğini iddia edemez." bk. Usul-u Kâfi, c.1, s.228.

O halde reye göre tefsir etmekten sakındıran hadisler ve benzerlerinin maksadı, Kur’an-ı Kerim'in zahirini Masumlardan başka kimsenin anlayamayacağını vurgulamak değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim'i Ehl-i Beyt'in (a.s) belirttiği metotlar çerçevesinde masum olmayan kimselerin de anlayabileceğine dair birçok hadis vardır.

[4]- İsrâ, 59.

[5]- Tefsir-i Safî'nin mukaddimesi, s.33.

[6]- Sünen-i Tirmizî, c.5, s.200. Tabersî bu hadisin açıklaması hakkında şöyle der: "Bu hadis sahihse anlamı şudur: Kur’an’ı, lafızlarının şahitlerine uymadan kendi reyine göre tefsir edip doğruya ulaşan bir kimse delilinde hata etmiştir." (Mecmau'l-Beyan, c.1, s.13)

[7]- Elbette bu görüş doğru değildir; çünkü tefsirin geniş bir anlamı vardır. Sadece “müphem ve mücmel” ayetlerin belirsizliğini gidermek anlamında değildir.

[8]- el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, s.26-270.

Tarih: 20-11-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum