Her Zaman Bir İmam Vardır
Allah-u Teâlâ'nın hikmeti, insanların hidayeti için nasıl peygamberler gönderilmesini gerektiriyorsa, aynı şekilde peygamberlerden sonra da her asır ve zamanda insanların hidayetini sağlayacak bir imam ve liderin Allah Teâla tarafından belirlenip, vazifelendirilmesini de gerekli kılmaktadır.
Böylece bu imam ve liderler, peygamberlerin getirmiş olduğu şeriat ve ilahi hükümlerin tahrif olup, zamanla büsbütün ortadan kaldırılmasını önleyecek, her çağın kendine has gereklerini belirleyip gösterecek, insanları Allah'a yönelmeye ve peygamberlerin yolunda yürümeye davet edecektir. Aksi takdirde insanoğlunun tekamül ve saadete kavuşması olan yaradılışın gayesi, peygamberlerden sonra kesintiye uğrayıp, akîm olacak; insanoğlu hidayet yolunu bulamayacak; enbiyanın şeriati zâyi olacak ve insanlar ne yapacaklarını bilemez bir halde kalakalacaklardır.
Bu nedenle inanıyoruz ki, her peygamber gibi yüce İslam peygamberi Hz. Resulullah efendimizden (s.a.a) sonra da her çağ ve zamanda bir imam varolmuştur: Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve sâdık (doğru) olanlarla birlikte olun. [1]
Arapça dil kurallarının da apaçık ortaya koyduğu gibi bu ayet, belli bir zamanla sınırlı değildir. Ayetteki hükmün sürekli olması ve kayıtsız şartsız sadıklarla birlikte olunmasının emredilmesi, her zaman ve her çağda kendisine kayıtsız şartsız uyulması ve itaat edilmesi gereken masum imamlar ve ilâhî liderlerin varolduğunu göstermektedir. Nitekim Ehl-i Sünnet ve Şia müfessirlerinin pek çoğu kendi tefsir kitaplarında bu konuya değinmişlerdir. Örnek olarak, Fahr-i Râzî bu ayetin tefsiriyle ilgili detaylı açıklamalardan sonra şöyle demektedir: Bu ayet, masum olmayan ve hata edebilir olanların, masum olan hatasızlara uymalarının farz olduğunu göstermektedir ki, bu masumlar sâdık ve doğrular olarak tanımlanıyor. Binaenaleyh bu ayetteki hüküm gereğince, hata edebilir olanlar hata işlemez olan masumlara uymalı ve onlarla olmalıdırlar ki, masumlar onları hata işlemekten korusun. Bu hükmün belli bir zamana mahsus olmayıp, bütün zaman ve çağları kapsaması, her çağ ve zamanda bir masum ve hata işlemez bir velînin varolduğunu göstermektedir. [2]
İmametin Hakikati
İmamet, sadece zahirî bir iktidar ve yönetim makamından ibaret değildir. Bilakis, pek ulvî bir manevî ve ruhânî bir makamdır da. Binaenaleyh İmam, İslam devletini yönetmenin yanısıra, insanların din ve dünya işlerinin de tamamını yönetmek ve idare etmek durumundadır. O, insanların düşünce, fikir ve ruhlarını hidayet eder ve İslam Peygamberi’nin (s.a.a) şeriat ve sünnetini her türlü sapma ve bozulmadan koruyarak, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) peygamberlikle görevlendiriliş nedeni olan ilahi gaye ve ülküleri gerçekleştirir.
Hz. İbrahim Halil (a.s) nübuvvet ve peygamberlik yolunu katedip, çeşitli özel sınavları başarıyla geride bıraktıktan sonra, Allah-u Teâlâ kendisine yüce İmamet makamını bağışlamakta, Hz. İbrahim (a.s) bu büyük makamın kendi soyundan gelen evlatlarına da lütfedilmesini dilediğinde, bu büyük makama zalimlerle günahkârların erişemeyeceği kendisine hatırlatılmıştır.
Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım türlü sınavlardan geçirmişti, o da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah, İbrahim'e:) Seni, şüphesiz, insanlara imam kılacağım! demişti. İbrahim ya soyumdan olanlar? deyince (Allah:) Benim ahdim (bu imamet makamı) zalimlere erişmez. (Senin soyundan, ancak masum olanlar erişebilecektir bu makama.) [3]
Böyle bir makam ve derecenin zahiri hükumetle (bilinen anlamda siyasi bir devlet kurup, iktidarın başına geçmekle) hülasâ edilemeyeceği ve sadece bundan ibaret olmayacağı apaçık ortadadır. İmametin, bu açıkladığımız şekliyle tefsir edilip, anlaşılmaması halinde yukarıdaki ayet net bir anlam ifade etmeyecektir.
Biz inanıyoruz ki, Ulu'l Azm olan peygamberlerin tamamı, imamet makamına sahipti; tebliğle görevlendirilmiş oldukları şeyleri sadece tebliğ edip, bildirmekle kalmamış, aynı zamanda bunları fiili sahada da uygulamaya koyarak, uygulamış ve fiilen tahakkukunu da sağlamış; insanların hem maddi ve hem de manevi önderi olmuşlardır. Bilhassa Hz. Resul-i Ekrem efendimiz (s.a.a) peygamberliğinin başlangıcından itibaren yüce imamet makamı ve ilâhî liderlik mevkiini de taşımaktaydı. Yani onun yaptığı şey Allah'ın emirlerini sadece iblağ edip gerisine karışmamak değildi.
İmamet çizgisi Hz. Resulullah efendimizden (s.a.a) sonra da onun soyundan masum olanlar vasıtasıyla sürmüş ve ilahî hidayet asla kesintiye uğramamıştır.
İmamet meselesinde verdiğimiz tarif ve tanımdan da anlaşılacağı üzere, bu makama ulaşabilmenin oldukça ağır şartları vardır. Hem takva açısından (ki bu takva hiçbir günaha bulaşmayacak ve asla günah işlemeyecek, yani masumluğunu tamamen koruyacak ölçüde olmalıdır) hem ilim ve bilgi açısından, dinin bütün emir ve bütün hükümlerine eksiksiz şekilde vakıf olacak, bütün zaman, mekan ve şartlarda insanların mesele ve sorunlarına vakıf olup, bu sorunlara Allah'ın hükümleri çerçevesinde en mükemmel çözümleri getirebilecek birisi olmalı ve bu şartları taşıyabilmelidir.
--------------------
[1]- Tevbe, 119.
[2]- Tefsir-i Kebîr, c.16, s.221.
[3]- Bakara, 124.
Tarih: 14-12-2021