İhtiyar (Seçme Özgürlüğü) ve Vasat Yol
Sevgili Peygamberimizin (s.a.a) Ehlibeyt'ini (a.s) izleyen Şiî Müslümanlar, ilâhî kader ve takdirin yanı sıra, insanın, fiillerinde seçme özgürlüğüne de sahip olduğuna inanırlar.
Ehlisünnet Müslümanların siyasî vb. nedenlerle kadercilik ve cebriyeye inandıklarını ve bu nedenle de bir yol ayrımındadırlar. Zira Kur'ân'daki apaçık ayetler ve İslâm dininin vazgeçilmez hükümleri gereğince yüce Allah iyileri ve müminleri cennete, kötülerle kâfirleriyse cehenneme gönderecektir.
Söz konusu cebriye inancına kapılanlar şu soruyla karşılaşmaktan kurtulamadılar: Eğer insanoğlu fiillerde hür değil de mecbur ise, mecburen yaptığı işler karşılığında sevap ve azabın, cennet ve cehennemin ne anlamı vardır? Bu, Allah'ın adaletiyle bağdaştırılabilir mi?
Bu nedenledir ki cebriyeciler ya bu cebriye inancını kabullenerek adaleti reddetmek, ya da adaleti kabullenip cebriyeyi inkâr etmek durumunda kaldılar. Bu dönüm noktasında maalesef hataya kapılarak adaleti bırakıp, cebriyeyi tercih ettiler.
İnsanın seçme özgürlüğüne ve tercih gücüne sahip olduğu gerçeği inkâr edilemez bir hakikat olduğu hâlde, bazı Müslümanlar kendi fıtrat ve vicdanlarına da muhalefet göstererek bu hakikati reddettiler. Buna karşılık diğer grup tefvize inandı ve ortaya üç görüş çıkmış oldu:
1- Cebir ve iradesizlik: Bu görüşe inananlara göre insanın zerrece hür iradesi yoktur. İnsan tıpkı bir alet gibi ustasının elinde kullanılmakta ve Allah'ın iradesinden gayrı bir vakıa vuku bulmamaktadır.
2- Tefviz ve kendi hâline bırakmak: Bu görüşü savunanlara göre yüce Allah, insanı beyin ve akılla donatıp kendi hâline bıraktı. İnsanın işlerinde yüce Allah'ın hiçbir etki ve müdahalesi yoktur; kazayla kaderin de hiçbir tesiri bulunmamaktadır.
3- İhtiyar ve vasat yol: Cebriye ve tefvizi reddeden bu gruptakiler insanın bu ikisi arasında vasat bir yolda seçme özgürlüğüne sahip bulunduğuna inanırlar.
İhtiyar (Seçme Özgürlüğü) Mezhebi
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mübarek Ehlibeyt'i (a.s) tarafından Şiî Müslümanlara intikal etmiş olan bu inanç gereğince, insanın kaderi kendi elindedir ve dilediği gibi davranma serbestisine sahiptir; ancak bu irade yüce Allah'ın izniyle ve kaza-kader doğrultusunda gerçekleşen bir iradedir. Yani insanî bir görüngü ve davranışta iki irade etkili olmaktadır: Yüce Allah'ın ve insanın iradesi. Bu iki irade olmadıkça herhangi bir fiil de vuku bulmamaktadır.
Bu arada bu iki iradenin yekdiğerinin enleminde cereyan etmediğini de belirtelim; yani iki ayrı nedenin aynı sonuç üzerindeki bağımsız etkisi söz konusu değildir. Burada, söz konusu iki iradenin birbirinin boylamında ve doğrultusunda olmasıdır. Yani her varlığın varlığı, her güçlünün gücü nasıl yüce Allah'ın varlığı ve gücü sayesinde var ve mümkün ise, yine her âlimin ilmi nasıl yüce Allah'ın ilmi sayesinde var ise, irade sahibi her bağımsız varlığın irade ve bağımsızlığı da yine yüce Allah'ın iradesi sayesinde mümkün olmakta ve varlığını sürdürmektedir.
Öyleyse insanoğlunun bütün fiil ve davranışlarında hür iradeyle davrandığı tartışılmazdır. Ama bu güç ve iradeyi yüce Allah'tan almaktadır. Yani yüce Allah'ın güç ve iradesi sayesinde irade edebilmekte ve dilediği işi yapmaktadır:
“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”.[1]
Bunun anlamı bizim irademiz Allah'ın iradesidir. Bizim amelimiz yüce Allah'ın istek ve iradesi değildir.[2]
Bu açıklama ve hadislerden şu sonucu çıkarmak mümkündür:
Eş'ariye, “Tevhid-i Ef'alî'yi” yanlış anlayarak cebriye inancına saptı ve yüce Allah'ın adaletini şüpheli gibi göstermiş oldu. Mutezile de insanın mutlak bağımsızlığı olan tefvize inanıp yüce Allah'ın fiillerinde tevhidi, bilfiil inkâr yoluna sapmış ve fiillerde şirke bulaşmış oldu. Ancak, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) tertemiz Ehlibeyti'nin (onlara selâm olsun) izinden ayrılmayanlar, vasat yolda kalmayı başararak ifrat ve tefritten uzak durdular. Hadislerde "iki yolun arasındaki orta yolu seçen grup" olarak adlandırıldılar.
Ehlibeyt İmamları'nın Hadislerinde İhtiyar Mezhebi
Ahmed İbn-i Muhammed, İmam Rıza'ya (a.s) "Ashabımızdan bazısı cebre, bazısı da tefvize inanıyor." dediğini, bunun üzerine İmam'ın (a.s) kendisine şunu yazdırdığını rivayet eder:
Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: Şanı yüce Allah buyuruyor ki: Ey Âdemoğlu! Sen benim iznim ve irademle ister ve irade edersin, benim güç ve kuvvetimle farzlarımı yerine getirirsin; yine benim nimetimle bana karşı günah işleyecek güç ve imkânı bulursun. Seni, gören ve duyan bir varlık olarak yarattım. Sana ulaşan her iyilik Allah'tan; sana ulaşan her kötülükse kendindendir. Zira ben senin iyiliklerine senden daha layığım; sen, kötülüklerine ise benden daha layık. Çünkü ben yaptıklarımdan hesaba çekilmem, ama senin yaptıklarının verilecek hesabı vardır. Ben, senin istediğin şeyi senin için ayarlayıp yoluna koydum.[3]
İmam Cafer Sâdık'ın (a.s) ashabından biri "Yüce Allah kullarını amellerinde mecbur mu eder?" diye sorunca İmam (a.s) şöyle buyurdu:
Yüce Allah, kullarını bir işe mecbur edip sonra da onları cezalandırmaktan münezzehtir ve böyle bir şeyi yapmayacak kadar âdildir! [4]
Bir başka hadiste de İmam Rıza (a.s) cebri ve tefvizi reddetmekte ve "Yüce Allah işleri kullarına bırakıp onlara tefviz mi etmiştir?" sorusuna şu cevabı vermektedir:
Yüce Allah, bunu yapmayacak kadar güçlüdür.
Yine İmam Rıza (a.s) "Yüce Allah kullarını günaha mecbur mu eder?" sorusunu "Yüce Allah böyle bir şeyi yapmayacak kadar adildir!" şeklinde cevaplamıştır.[5]
Cebr ve İhtiyar Meselesini Çözmenin Kolay Yolu
İnsanoğlunun taşıdığı vicdan ve fıtrat, onun seçme özgürlüğüne sahip olduğunu gösteren en açık delildir. Nitekim cebriye ve kadercilik taraftarları da pratikte insanın hür irade ve hareket serbestisine sahip olduğunu kabul etmiş durumdadırlar. Bu nedenledir ki:
1- Bütün insanlar iyileri ve iyilik yapanları över, kötüleri ve kötülüğü ise kınar ve eleştirir. İnsanlar davranışlarında mecburiyet duyar ve gayri ihtiyari fiiller işleselerdi iyileri övüp kötüleri eleştirmenin hiçbir anlamı olmaması gerekirdi.
2- Herkes, evladını eğitip yetiştirmeye önem verir; eğer insanoğlunun davranışları mecburî ve gayri iradî olsaydı elbette eğitim ve öğretimin hiçbir anlamı kalmazdı.
3- Hata işleyen nice insanlar yaptıklarından pişmanlık duymakta ve geçmişten ibret alarak daha iyi bir gelecek kurmaya çalışmaktadırlar. Eğer insanın bütün işleri ve davranışları mecburî olsaydı bu pişmanlık ve geleceğe yönelik olumlu kararın anlamsız ve sonuçsuz olması gerekirdi.
4- Suç işleyen kötüler bu dünyada da mahkemeye çıkarılıp yargılanmakta ve cezalandırılmaktadırlar. Bu suçlar iradesizce ve mecburî bir güçle işlenmiş olsaydı söz konusu mahkeme ve cezaların kaldırılması ve geçersiz sayılması gerekirdi.
5- İnsanlar birçok konuda bir şeyler yapmadan önce düşünüp akıl yormakta, belli bir sonuca ulaşamayınca başkalarına akıl danışıp meşverette bulunmaktadırlar. İnsanoğlu fiillerinde mecbur ve iradesiz olsaydı düşünme ve danışmanın ne gereği vardı?[6]
---------------
1- Tekvir, 29.
2 - Gomşodey-i Şuma (Sizin Yitiğiniz), M. Yezdî.
3- Usul-i Kâfi, Emrun Beyne'l-Emreyn babı, 12. hadis.
4 - Biharu'l-Envar, c.5, s.51.
5 - Usul-i Kâfi, Emrun Beyne'l-Emreyn babı, 3. hadis.
6- Tefsir-i Numune, c.26, s.64, özetle.
Tarih: 18-01-2022