içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İmamiye Şîa’sında İman ve Küfür Kavramları

Bismillahirrahmanirrahim

İmamiye Şîa’sında İman ve Küfür Kavramları

İmamiye Şia’sı, iman ve küfür kavramlarına, diğer itikadı mezheplerde görülmemiş düzeyde, çok net ve gayet anlaşılır anlamlar kazandırmıştır. Bu açıdan öncelikle hadis külliyatımızda yer alan hadislerden örnekler sunarak, bir değerlendirme yapacağız.

İmam Muhammed el-Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:

كل شيء يجره الإقرار والتسليم فهو الإيمان وكل شيء يجره الإنكار والجحود فهو الكفر.

“İkrar ve teslimiyetin peşi sıra çekip götürdüğü her şey İman’dır. İnkâr ve inadına karşı çıkışın peşi sıra çekip götürdüğü her şey de küfürdür.”[1]

İmam Caferi Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:

إنما يكفر إذا جحد.

“Ancak inadına karşı çıktığında (= cühûd) kâfir olur!”[2]

İmam Caferi Sadık’ın (a.s) meşhur öğrencilerinden Hâşim b. Berîd, Muhammed b. Müslim ve Ebu’l-Hattâb; “imamet” konusunda tartışıyorlar. Ebu’l-Hattâb, arkadaşlarına “İmameti tanımayan / kabul etmeyen” kimseler hakkında ne düşündüklerini soruyor. Hâşim “Kâfir olur!” cevabını veriyor. Ebu’l-Hattâb “Hayır! Kendisine hüccet tamam olmadıkça kâfir olmaz. Hüccet tamam olup da tanımazsa, o zaman kâfir olur.” diyor. Muhammed b. Müslim de “İmameti tanımıyor ve inadına karşı çıkmıyorsa, neden kâfir olsun?! O kimse inadına karşı çıkmadığı sürece kâfir olmaz.” diyerek, Ebul-Hattâb’a destek çıkıyor.

Durum Hz. İmam’a intikal ettiğinde, onlarla, bilhassa Hâşim ile aralarında şu konuşma geçti:

İmam – “Hizmetçileriniz, kadınlarınız ve diğer aile efradınız, Allah’tan başka ilah olmadığına tanıklık etmiyorlar mı?”

Hâşim – Elbette.

İmam – “Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık etmiyorlar mı?”

Hâşim – Tabii ki.

İmam – “Ya namaz kılmıyorlar mı, oruç tutmuyorlar mı, hac etmiyorlar mı?”

Hâşim – Her halde.

İmam – “Peki, onlar sizin kabul ettiğiniz imamet mevzuunu tanıyorlar mı?”

Hâşim – Hayır!

İmam – “Şu halde sizce onların hükmü ne?”

Hâşim – Bu hususu tanımayan kâfir olur!

İmam – “Fe-Sübhânallâh!” çekti ve Hâşim’e benzer içerikte daha birçok soru yöneltti. Ona yoldan gelip geçenleri, civar ülkelerden, beldelerden Kâbe’yi tavafa gelen hacıları sordu.

Onların Allah’ın birliğine ve Muhammed’in de O’nun elçisi olduğuna tanıklık ettiklerini; namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yerine getirdiklerini… hatırlattı. Hâşim b. Berîd’in her defasında “… tanımayan kâfir olur!” dediğini gören İmam da; her defasında “Fe-Sübhânallâh!” çekti. Sonunda:

سبحان الله هذا قول الخوارج .

“… Bu, haricîlerin yaklaşımıdır.” diyerek; ima yollu Ebu’l-Hattâb ile Muhammed b. Müslim’in yaklaşımını doğruladı. Ardından şöyle buyurdu:

أما إنه شر عليكم أن تقولوا بشي ء ما لم تسمعوه منا.

“Dikkat edin; bizden işitmediğiniz şeyleri söylemeniz sizin için bir kötülüktür!”[3]

İmam Caferi Sadık (a.s) bir başka hadislerinde de şöyle buyuruyorlar:

لو أن العباد إذا جهلوا وقفوا ولم يجحدوا لم يكفروا .

“Kullar, bilmedikleri yerde durup, inadına muhalefet etmeselerdi, küfre düşmezlerdi.”[4]

Değerlendirme

1. İman, kalple ikrar ve davranışlarımızla teslimiyetten ibarettir. Küfür ise, bilerek inkâr ve inadına karşı çıkışın adıdır. Dolayısıyla İman ile küfür, kendi irademizle, bilinçli bir tercih sonucu yapıldığında bir anlam ifade eder. Yoksa “sürü psikolojisi” ile oluşan bir tutum ve davranışa, kulun doğrudan kendi inisiyatifi bulunmadığından, gerçek manada “İman” ya da “küfür” adı verilmez.

2. Cühûd, yani inadına karşı çıkış olmadıkça küfür durumu gerçekleşmez.

3. Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, Hz. Muhammed’in (s.a.a) de onun elçisi olduğuna tanıklık eden; bunun yanında temel şer’i görevlerini aksatmayan hiç kimseyi “kâfirlikle” suçlayamayız.

4. İmamet vb. konularda, kabul etmiyor olsalar bile, inadına karşı çıkışı olmayan kimseleri küfür ve şirkle itham, “haricî” bir yaklaşımdır ve İslâm ümmetini bölücü ve dışlayıcı bu türden yaklaşımların “Ehl-i Beyt” yoluyla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.

5. Müminlerin Emiri Hz. Ali b. Ebî Tâlib’in (a.s), ilâhî talimat neticesinde, Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından imamet makamına atandığı gerçeğini kabul etmeyenler; konu doyurucu ve inandırıcı delillerle ispat edilip, bütün şüpheleri giderilmek suretiyle, kendilerine huccet tamam olmadıkça ve bundan sonra çeşitli bahanelerle inatçılık etmedikleri sürece; kesinlikle kâfir olmazlar.

6. Buna rağmen, Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) imametini tanımayan diğer Müslümanlar hakkında Hâşim’in tutumunda ısrar etmek, başta bu yolun asıl temsilcilerini, imamlarımızı (aleyhimüsselam) üzer, onları rahatsız eder.

 

------------

[1]- el-Küleynî, el-Kâfî: II, 387; el-Hurr el-Âmilî, Vesâil’üş-Şîa: I, 31 = İsnadı sahih bir hadis.

[2]- el-Küleynî, el-Kâfî: II, 399; el-Hurr, el-Vesâil: XXVIII, 357 = İsnadı sahih bir hadis.

[3]- el-Kuleynî, el-Kâfî: II, 401-402. Hadisi, Hz. İmam’dan rivayet eden Hâşim b. Berîd dışında bütün ravileri sikadır. Hâşim hakkında, Şia ricâl kitapları olumlu ya da olumsuz bir şey söylemiyor. Oysa Ehl-i Sünnet ricâl kitapları, onun “Şiî” olduğunu tescillemekle birlikte, sika ve sadık birisi olduğunu belirtiyor. (bk. İbn Ebî Hâtim, el-Cerh vet-Ta’dîl: IX, 104; ez-Zehebî, el-Mîzân: IV, 288, el-Kâşif: II, 332; İbn Hacer, et-Tehzib: VI, 14, et-Taqrîb: II, 319) Bu bakımdan “isnadı sahih” denebilir.

[4]- el-Berqî, el-Mehâsin: I, 216; el-Küleynî, II, 388; el-Hurr el-Âmilî, el-Vesâil: I, 32, XXVII, 158.

Tarih: 22-11-2022

FACEBOOK YORUM
Yorum