içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İnsanın Özgür Oluşuyla İlgili Şüpheler

Bismillahirrahmanirrahim

İnsanın Özgür Oluşuyla İlgili Şüpheler

Birinci Şüphe

İnsanın iradesi, kendi içinde varlığını hissettiği, birtakım içgüdüler ve meyillerle, onu etkisi altına alan toplumsal hayatta karşılaştığı, bazı ekonomik ve toplumsal sebeplere tabidir. İnsanın aldığı bütün kararlar, bu duygularının ve toplumsal etkenlerin tesiri altında kalınarak alınmaktadır. Ne insanın bu duygularının varlığı ve harekete geçişi insanın iradesi dâhilinde olup kendi elindedir ve ne de toplumsal hayatta karşılaştığı etkenler. Dolayısıyla bu etkenlerin tesiri altında kalınarak alınan kararlar da özgürce alınan kararlar sayılamazlar.

Cevap: Ne bahsi geçen içsel duygu ve meyillerin varlığı ve tesiri inkâr edilmektedir ve ne de toplumsal etkenlerin varlık ve tesiri. Ancak hakikat şudur ki, anılan etkenler sadece insanın karar alması için ortam hazırlamaktadır. Yoksa insanın aldığı kararlar bunların kaçınılmaz zorunlu bir sonucu değildir. Yani bu etkenler insanın herhangi bir konuda düşünerek karar vermesine sebep olur. Yoksa insanın aldığı karar, bu etkenlerden kaynaklanan zorunlu bir müsebbep değildir. İnsanın karar aşamasında tereddüde düşerek konunun zarar ve kârı üzerinde düşünmesi bunun en barız kanıtıdır.

Kısacası, insanın iradeyle hareket edip, işe koyulması ile hayvanın iradeyle hareket edip, işe koyulması arasında fark vardır. Hayvan da iradeyle hareket edip işe koyulur. Ancak hayvanın iradesi, tamamıyla onun içgüdüleri ve doğal meyillerine tabi olup onların dışına çıkamaz. Hayvanın eylem türü tümüyle iltizazi /zevkine dayalı/ olup, onun içgüdüleri ve tabii meyillerine bağlıdır. Hayvan, herhangi bir hareketi kendi içgüdüleri ve meyillerine uygun görürse, hiç düşünmeden onun gereğini yapar. Ama insan böyle değildir.

İlk olarak insanın sahip olduğu içgüdülerle, hayvanın içgüdüleri arasında büyük bir fark vardır. İnsanın içgüdüleri, sadece “hayvani içgüdüler” olarak adlandırılan içgüdülerle sınırlı değildir. İnsanın içgüdüleri arasında, onun insani yapısından kaynaklanan güzelliğe, yüce ahlaki değerlere, yüceliğe ve hakikate meyletme gibi manevi içgüdüler de vardır. Dolayısıyla insanın hayvani içgüdüleri bu içgüdülerin ışığında çalışmaktadır.

Sonra, insanın eylem türü tedbiridir. Yani, herhangi bir şeyin yalnızca insanın birtakım içgüdüleri ve doğal meyillerine uygun olması, insanın karar almasında yeterli değildir. Aksine, insan herhangi bir şeyin onun bir takım içgüdü ve meyillerine uygun olduğunu tasavvur ettikten sonra, sahip olduğu özel istidat sayesinde, bir takım inceleme, mukayese etme ve doğacak sonuç konusunda da düşünmeye başlar. Bu hususta geçmiş tecrübelerine başvurup, bir takım ön kestirmelerde bulunmaya çalışır. Bu şeyin doğurabileceği bütün mantıki sonuçları, taşıyabileceği bütün melzumatı ve akla gelen bütün yarar ve zararlarını gözden geçirmeye başlar. Sonuçta eğer onun yararının zararından daha fazla olduğunu görürse, onu yapmaya karar verir. Ama eğer onun zararının yararından daha fazla olduğunu görür, meselâ, onun bazı duygularına nispet lezzetli ve yararlı olduğu halde, bilahare bir takım daha fazla zararları olacağını veya içinde bulunan diğer içgüdülerine uygun olmadığını görürse, onu yapmamaya karar verir.

İşte insanların aklanı duygularını tatmin etmek amacıyla, birçok hayvani duygularına uygun olan eylemleri terk etmeleri, bir bilim adamının ilmi değerlere ulaşmak gayesiyle bütün cismani lezzetleri göz ardı edip, birçok maddi ve cismi acılara katlanması; bir kahramanın yüksek değerler uğrunda, hatta kendi hayatını bile feda etmeyi göze alması, hasta bir insanın daha hayırlı gördüğü sıhhatine kavuşması için acı da olsa severek doktorun bıçağı altına yatması ve tabiatının sevmediği ilaçları kullanması, insanın bu özelliğinden kaynaklanmaktadır.

İnsanın durumu dış etkenler karşısında da aynıdır. İnsan, dış etkenler karşısında da bir konuda karara varmak için konuyu aklı incelemeye tabi tutup, zarar ve kârını gözden geçirmeden karar vermez. İnsana, bu özelliği sahip olduğu taakkul gücü vermektedir. İnsan bu güç sayesinde yüksek ahlaki değerlere ve toplumsal medeni yaşantıya sahip olup, diğer varlıkların kabul edemediği ilahi emaneti kabul etmeye liyakat kazanmıştır. O halde mezkûr şüphe, insanın özgür bir varlık oluşuna bir halel getirmemektedir. Dolayısıyla bu şüpheye istinat edilerek insanın özgür bir varlık olduğu inkâr edilemez.

İkinci Şüphe

Allah-u Teâlâ, insanın fiilleri de dâhil olmak üzere, cihanda olan her şeyi ezeli olarak bilmektedir. Allah-u Teâlâ’nın ilminin tersinin de gerçekleşmesi mümkün olmadığından, isyankârların Allah-u Teâlâ'nın ilmi doğrultusunda isyan etmeleri gerekir. Aksi takdirde, Allah Teala'nın ilmine ters davranmış olurlar ki, bu muhal ve imkânsızdır. O halde insanın fiilleri de dâhil olmak üzere, her şey Allah-u Teâlâ'nın ilmine uygun olarak gerçekleşir. Bu durumda artık insanın kendi seçiminin ve ihtiyarının bir anlamı kalmıyor. Demek ki, insan özgür olmayıp, Allah-u Teâlâ'nın ilmine uygun olarak hareket etmek zorundadır.

Cevap: Bu şüphe aslında bir mugalâtadan /yanıltmadan/ başka bir şey değildir. Zira Allah-u Teâlâ'nın ilmi, her şeyi olduğu şekliyle bilmekten ibarettir. Bu durumda Allah-u Teâlâ insanın fiillerini de olduğu şekliyle bilmektedir. İnsanın fiilinin mahiyet ve şekli ise, insanın irade ve ihtiyarı dâhilinde vaki olmasıdır.

Demek ki, Allah-u Teâlâ'nın bir insanın yaptığı işe olan ilmi, onun kendi irade ve ihtiyarı ile hayır veya şer işleyeceğini bilmesinden ibarettir. Yani Allah-u Teâlâ, insanın fiilini ihtiyari olma özelliği ile bilmektedir. Bu durumda, eğer insan özgür olmaz ve kendi irade ve ihtiyarı ile işini yapmazsa, ilahi ilme ters davranmış olur; kendi ihtiyar ve iradesi ile yaparsa, değil.

O halde mezkûr şüphe, insanın irade ve ihtiyarına bir halel getirmediği gibi, aslında insanın özgür oluşuna delil olmaktadır.

Örneğin Allah-u Teâlâ falan insanın kendi irade ve ihtiyarı ile belli bir zamanda herhangi bir hayır veya şer ameli işleyeceğini bilmektedir. Allah-u Teâlâ'nın bu ilmi, o kimsenin o işi cebren yaptığı anlamına gelmez. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın ilmi iki bölümden oluşmaktadır:

1- Bahis konusu işin vaki olacağı,

2- O işin ihtiyar dâhilinde tahakkuk bulacağı,

İşte ilahi ilmin bu ikinci özelliği, o işin insan irade ve ihtiyarı çerçevesinde tahakkuk bulmasını ve aksi takdirde Allah-u Teâlâ'nın ilminin doğru olmayacağını gerektirdiğinden, aslında insanın özgür oluşunu pekiştirmektedir.

Evet, eğer Allah-u Teâlâ'nın ilmi, o işin ihtiyar çerçevesinde tahakkuk bulmasına yönelik olmaz ve sadece o işin aslının olmasına yönelik olsaydı, böyle bir sonuç doğardı. Oysa ilahi ilmin, Allah-u Teâlâ'nın her şeyi olduğu gibi bildiği anlamına geldiği açıktır.

Bunu bir misal ile açıklayalım. Nasıl ki, bir öğretmenin, okulunda dersine katılan iki öğrenciden birinin son derece tembel olduğundan yıl sonunda sınıfta kalacağını ve diğerinin de çalışkan olduğundan, yıl sonunda sınıfı geçeceğini önceden bilmesi, sorumluluğu öğrenciden kaldırıp, öğretmenin boynuna yüklemez ve öğrencilerin irade ve ihtiyarlarına bir halel getirmezse, ilahi ilim de aynen böyledir.

Allah-u Teâlâ'nın da kullarının ne yapacaklarını önceden bilmesi, sorumluluğu onların boynundan kaldırmaz ve onların irade ve ihtiyarlarına bir halel getirmez.

Acaba böyle bir durumda öğretmeni, “sen bunu önceden biliyordun ve öğrenci de öyle olmak zorundaydı” diye suçlamak olur mu? Böyle bir suçlama karşısında öğretmen, "ben ne yapayım; o kendi irade ve ihtiyarı ile dersine çalışmadı ve sonucuna da katlanmak zorundadır" demez mi?

İşte ilahi ilimde de aynı şey söz konusudur. Yani, Allah-u Teâlâ'nın kulların kendi irade ve ihtiyarlarıyla yapacakları fiillerini önceden bilmesi, ne onların ihtiyarlarına bir halel getirir ve ne de onların sorumluluğunu kaldırır. Demek ki ezeli ilahi ilim, insanın irade ve ihtiyarına bir halel getirmediği gibi, aslında onu pekiştirmektedir. Ve bu şüphe kökünden yersiz bir şüphedir.

Tarih: 13-06-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum