içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İrfanî Öğretilerdeki Tahrifler ve Sapmalar - 1

Bismillahirrahmanirrahim

İrfanî Öğretilerdeki Tahrifler ve Sapmalar - 1

İrfanın gerçeği “yüce Allah’ı tanımak” ve yüce Allah’ı, sıfat ve fiillerini düşünce ve delil yoluyla değil, kalbî ve bâtıni bir buluşla bulmayı irfanın hakikatidir.

 

İrfan, “Allah’ı tanımak” demektir; ancak gıyabî bir bilgi ve akıl yoluyla gerçekleşen bir tanımak değil de kalp ile gerçekleşen bir buluşla ve Allah’ın varlığını ruhumuzun derinliklerinde hissederek onu tanımak anlamındadır. Dolayısıyla irfanın hakikati Allah’a varmak ve onun varlığının bilincine varmaktan başka bir şey değildir. Bu sebeple dinin hakikati, ruhu, özü ve amacı irfana varmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca irfanî eğilimlerin yani Allah’ı aramak ve Allah’ı sevmek eğilimlerinin fıtrî bir eğilimdir. Fıtrî eğilimler ise, daha önce söylendiği gibi bütün insanlarda ve bütün zamanlarda var olan ve var olması hasebiyle bu yönde herhangi bir farklılık taşımayan eğilimlerdir.

 

Kur’an-ı Kerim bu gerçeği onaylar mahiyette şöyle buyuruyor:

“(Resulüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.” [1]

 

Allah’ın, yaratmış olduğu varlıklarda fıtrî olarak bıraktığı eğilimler değiştirilemez. Bu sebeple insanoğlu şu dünya üzerine var edildiği günden itibaren bu tür eğilimlere sahip olmuştur ve bu eğilimlerini doyurmak için elinden gelen tüm çabayı göstermiştir. İnsanı, kemaline ermesi için yaratmış olan Allah ilk günden beri kemal yolunu insana göstermiştir. Bu sebeple ilk insan bir peygamberdir. Ancak yüce Allah’ın insanlara maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamaları için şeriat ve din kalıbıyla ve peygamberler (a.s) aracılığıyla sunmuş olduğu öğretiler zamanla türlü etkenler sebebiyle sapmalar ve tahriflere uğramıştır. [2]

 

İslam, ilahî dinin doğuşunu ilk insanın yaratılışıyla beraber görüyor ve ilk insanı ilahî bir peygamber olarak tanıtıyor. Biz Müslümanlar insanların Hz. Adem’den (a.s) geldiğine inanıyoruz, Hz. Adem’i (a.s) Allah’ın bir peygamberi olarak biliyoruz ve hak inancı evlatlarına öğrettiğine, bu sebeple ilk insanların tek Allah’a inanan insanlar olduğuna inanıyoruz. Sonraki zamanlarda ise aşamalı olarak ve farklı etkenler sebebiyle bu tevhidi din, şirk içerikli inançlar haline getirilmiştir ve günümüzde dünyanın farklı bölgelerinde varlığını sürdüren putperestlik ve benzeri şirk içerikli inançlar tümüyle daha önce var olan tevhidî dinlerin şirkle yoğrulmuş halidir.

 

Zaman açısından İslam dinine en yakın olan din, maalesef günümüzde şirk içerikli inançlarla yoğrulmuş olan Hristiyanlık dinidir. Hiç şüphesiz Hz. İsa (a.s) hiçbir zaman insanları kendisine tapmaya davet etmedi ve hiçbir zaman “Ben Allah’ım” veya “Allah’ın oğluyum” demedi. Ancak Hristiyanlığa mensup insanlar farklı etkenler ve farklı amaçlarla Hristiyanlık dinini şirkle birleştirdiler ve Hristiyanlığın esasını teslis inancı üzerine kurdular. Bu insanlar yüce Allah için üç unsur veya kendi tabirleriyle üç ‘uknum’ inancına gitmişlerdir. Baba, oğul ve kutsal ruh veya diğer bir inanışla baba, anne ve oğul. [3]

 

Kur’an-ı Kerim birçok ayeti kerimede Hristiyanların bu inancını sorgulamıştır.

“(Allah) üçtür” demeyin.” [4] “Dediler ki: «Çok esirgeyici (Allah) bir evlat edindi». Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir.” [5]

 

Bu nedenle günümüz Hristiyanlığındaki teslis inancı kesinlikle kendisini Hristiyanlığın ‘azizleri’ olarak bilen kişilerin uydurduğu bir inançtır. Bunu niçin uydurdukları konusu ise uzun bir hikâyeye sahiptir ve bizim buradaki konumuzun dışındadır. Sonuç şu ki İslam dininin ilk dönemlerinde Hristiyanlık gibi büyük bir semavî ve tevhidî dinde tahrifler yapıldığını görüyoruz. Oysa Hristiyanlık dini tevhide dayalı bir dindir ve insanlar tarafından tahrif edilip şirk içerikli bir din haline getirilmiştir. Bu tablonun benzerlerini maalesef önceki dinlerde de görüyoruz.

 

Peygamberlerin (a.s) insanlara getirmiş olduğu dinler tümüyle tevhide dayalı dinlerdir ve semavî dinler içinde tevhide dayalı olmayan bir din yoktur. Günümüzde türlü şirklerle yoğrulmuş halde gördüğümüz inançlar tümüyle insanların uydurmuş olduğu inançlardır. Dolayısıyla ilk semavi din, tevhide dayalı bir dindi ve ilk insanlar da tevhit inancı taşıyan insanlardılar ancak zamanla ve örneğin birtakım insanların makam sevgisi veya heves peşinde olması gibi sebepler neticesinde şirk içerikli dinler meydana geldi.

 

Dinin ruhu ve özünü oluşturan hakiki irfan da aynı şekilde ilk olarak peygamberler (a.s) tarafından insanları hidayete kavuşturup içlerindeki fıtrî irfan eğilimini doyurmak için getirilmiştir; ancak zamanla ve tarih süreci içerisinde farklı etkenler sebebiyle tahrif ve sapmalara uğramıştır. Belirli inançlar, hükümler ve ahlaki kurallardan oluşan din, bir vücut misalidir ve bu vücudun ruhu, yüce Allah’a yönelmek ve ona ulaşmaktır.

 

İnsan, ruhuyla değer kazanmıştır ve insandan beklenen şey, ruhunu kemale erdirmesidir. Vücut ise, ruhun kemale ermesi yönünde sadece bir araçtır. Bu sebeple bütün peygamberlerin (a.s) aslî hedefi insanları Allah’a ulaştırmak ve insan ruhunu melekûtî bir ruh haline getirmektir. Yani bütün peygamberlerin (a.s) aslî hedefi insanların manevî tekâmülü ve irfan yolundan ilerlemesidir. Peygamberlerin (a.s) insanlara sunmuş olduğu manevî ve ruhî tekâmül yolu ilahi bir yoldur ve hiçbir eğrilik içermez; ancak ne yazık ki ilahî dinlerin inanç ve hükümleri tahriflere uğrayıp yeni bir şekil aldığı gibi dinlerin irfa4nî ruhu da nazarî olarak, inanç ve amel, yani seyr u sülûk yönüyle birçok tahriflere maruz kalmıştır.

 

Dinler tarihine baktığımızda eski dinlerdeki irfanî izleri kolaylıkla görebiliyoruz. Hinduizm, Budizm, Cuki inançları [6] ve diğer Hint inançlarında bir tür irfanî eğilim açıkça görünüyor. Bütün dinler içinde dünya peşinde en çok koşan mensuplarıyla tanınan Yahudilik dininde bile bu konu geçerlidir. Yahudilerin inancı maddiyat ve cisimle yoğrulmuştur. Öyle ki elimizdeki tahriflere uğramış mevcut Tevrat kitabı yüce Allah’ı cismani bir varlık olarak tanıtıyor. Yahudilerin düşünce yapısı maddiyat eksenli bir düşüncedir ve Yahudilerin dünya malına gösterdikleri rağbet diğer din mensuplarında pek görülmüyor. Ancak bütün bunlara rağmen bazı Yahudi bilim adamı veya âlimlerde irfanî eğilimler görebiliyoruz. Hatta bunların bir kısmı irfanın önde gelen şahsiyetlerindendir ve Hz. İsa (a.s) ile aynı dönemde yaşamışlardır. Hristiyanlar içinde ise bu eğilim geçmişte ve günümüzde bolca göze çarpıyor. Dolayısıyla İbrahimî dinler ve günümüzde putperestlik haline getirilmiş olan Hinduizm ve Budizm gibi dünyaca ünlü bütün dinlerde irfanî eğilimler görülüyor ve bu inançların büyükleri manevî ve irfanî tekâmül yönünde birçok sıkıntı ve riyazetlere göğüs germiş kişilerdir.

 

Günümüzdeki Budizm inancı, Cuki inançları ve Çinli, Tibetli veya Hintliler arasında yaygın olarak görülen inançların tümü irfanî eğilimlerden kaynaklanmıştır. İşte bütün bunlar genel anlamda irfana olan eğilimin fıtrî bir eğilim olduğunu ve insanların fıtrî eğilimlerini doyurması gereken dinin ise doğal olarak insanın bu ince ve latif fıtrî isteği için birtakım yöntemler önerdiğini gösteriyor. Aslında irfan bütün dinlerin hakikati ve ruhudur diyebiliriz. Diğer dinî konular ise şu vücudun gövdesi ve diğer görünen parçalarıdır. Ancak ne var ki bu öğretiler, insanlara sunulduğu şeklini kaybetmiştir ve zaman içerisinde türlü büyük değişim ve tahriflere uğramıştır.

 

Esasen yeni peygamber gönderilmesinin önemli sebeplerinden biri bu tahrif ve sapmalardır. Bütün peygamberler (a.s) zamanın gereksinimleri ve o dönemde yaşayan insanların kapasitesini göz önünde bulundurarak Allah’a ve hakikate varmanın yollarını insanlara göstermişlerdir. Ancak zamanla bu dinin öğreti ve inançlarında, teorik esaslarında ve pratik yöntemlerinde birtakım yanlış ve sapmalar görüldüğü için bir sonraki peygamber bu sapmaları gidermek için insanlara gönderiliyordu.

 

Söylemek istediğimiz şey, İslam dininin bu kurala dâhil olduğudur. Günümüzde dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Müslümanların inançlarında birçok değişimler olduğu ve hurafe ve sapmaların İslam adına kol gezdiğini görüyoruz. Maalesef söz konusu hurafe ve sapmalar İslam’ın yalnızca bir bölümüne özgü değildir ve aşağı yukarı tüm inanç, ahkâm, adap alanlarında ve siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda göze çarpıyor. Bu sebeple İmam Humeyni’nin (r.a) en büyük çabası, kendi tabiriyle Öz Muhammedi (s.a.a) İslam’ı insanlara sunmak ve İslam’a iliştirilen kirlilikleri İslam toplumundan uzaklaştırmaktı.

Ayetullah Muhammed Taki MİSBAH

 

-----------

[1]- Rum, 30.

[2]- Sosyoloji yönüyle bu konu, hâla tartışılan konulardan birisidir. Kimi sosyologlar yukarıdaki görüşü savunurken, kimileri ilk olarak insanların şirkle yoğrulmuş inançlara sahip olduğunu ve zamanla tek tanrılık görüşüne varıldığını savunuyorlar. Bu görüşü savunanlara göre örneğin bir kabilenin önde geleni hayatını kaybettiğinde o şahsın heykeli yapılıyor ve o heykele saygı duyuluyordu. Bu ise zamanla heykellere tapmakla sonuçlanmıştır. Ancak İslam dini bu görüşü kesin bir dille reddediyor.

[3]- Hristiyanların bir bölümü teslis inancını “baba, oğul ve kutsal ruh” olarak açıklıyor. Bu inanışa göre oğul, Hz. İsa’dır ve kutsal ruh ise, baba ve oğul arasındaki varlıktır. Ancak Hristiyanların diğer bir bölümü kutsal ruh yerine Hz. Meryem’e inanıyor ve Hz. Meryem’in heykelini kiliselere koyup ona tapıyor.

[4]- Nisa, 171.

[5]- Meryem, 88 - 90.

[5]- “Cuki” veya diğer bir deyimle “Yogi”, Hint saduları ve yoga felsefesi takipçileri için kullanılan bir isimdir. Yoga’nın sözlük anlamı vahşi hayvanları ehlileştirmektir. Farsçadaki kelime karşılığı ‘Yuğ’ sözcüğüdür. Yani hayvanın ağzına bağlanan gem. Yoga felsefesi genel olarak riyazet ve fizikî sıkıntılara dayalıdır. Cukiler fizikî büyük zorluklara sabır göstererek nefislerini ehlileştirmek, karanlık maddî perdeleri aralamak ve bu vesileyle mutlak maneviyata ulaşmayı hedefliyorlar.

Tarih: 08-02-2024

FACEBOOK YORUM
Yorum