içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İrfanî Öğretilerdeki Tahrifler ve Sapmalar - 2

Bismillahirrahmanirrahim

İrfanî Öğretilerdeki Tahrifler ve Sapmalar - 2

Dinlerin Tahrif Edilmesindeki Bilinç veya Bilinçsizlik

Geçmiş semavi dinlerde gerçekleşmiş olan tahriflerin birçoğu bilinçli bir şekilde ve bu dinin önde gelen bilginleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Birçok örnekte din bilginleri nefsani isteklerine yenik düşüp Allah’ın kitabı ve dinini değiştirmeğe yeltenmiştir. Dinlerdeki tahriflerin bilinçli bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu Kur’an-ı Kerim de onaylıyor.

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler.” [1]

 

Diğer bir ayet-i kerimede ise, az bir farklılıkla şöyle buyuruyor:

“Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler.” [2]

 

Bazı Hristiyan ve Yahudi din adamlarının yaptığı yanlışlıklardan birisi kendi yazdıkları şeyleri Allah’a isnat etmekti. Kur’an-ı Kerim konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların.” [3]

 

Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in açık ifadesiyle dinler üzerinde gerçekleştirilmiş olan tahriflerin birçoğu kasıtlı ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Ancak bazı durumlarda bu iş, herhangi bir kasıt olmaksızın gerçekleşmiştir. Örneğin mevcut nüshaların istenmeyerek silinmesi, tercüme yapan şahsın istemeyerek konuyu doğru bir şekilde aktaramaması ve benzeri durumlardan kaynaklanan sapmalar. Bu sebeple yüce Allah’ın açıkça koruyacağını vaat etmiş olduğu Kur’an-ı Kerim kitabı dışındaki diğer tüm semavî kitaplar tahriflere uğramıştır. [4]

 

Hz. Nuh (a.s) ve Hz. İbrahim’in (a.s) kitapları günümüzde mevcut değildir. Tevrat o kadar tahrif edilmiş ki çoğu yerde kendi kendini yalanlıyor duruma düşmüştür. Örneğin Hz. Musa (a.s) tarafından getirilmiş olduğu iddia edilen mevcut Tevrat’ta “Musa falan tarihte dünyadan göçtü” tabiri yer alıyor. Acaba Hz. Musa (a.s) hayatta iken bu ayeti indirmiş olabilir mi?

 

Tevrat’ın her tarafını sarmış olan hurafeler bu kitabı gülünç bir hale getirmiştir. Mevcut Tevrat’taki meşhur hikâyelerden birisi “Allah’ın yeryüzüne inip Hz. Yakup (a.s) ile güreşmesi” hikâyesidir. Tevrat şöyle diyor: Bir akşam Allah yeryüzüne indi ve Yakup peygamberle güreşmeye başladı. Yakup peygamber o kadar güçlüydü ki Allah’ın sırtını yere getirdi ve göğsüne sıkıca oturdu. Sabah vakti yaklaşmasına rağmen, Yakup peygamber Allah’ın üzerinden kalkmıyordu ve Allah’ın “kalk artık” şeklindeki adeta yalvarmalarını hiçe sayıyordu. Güneş doğmaya yüz tutarken Allah dedi ki: Kalk artık şimdi insanlar gelip beni bu halde görürlerse bütün haysiyetim hiç olur. Bunun üzerine Yakup peygamber dedi ki: Bana bereket vereceksen eğer kalkarım. Allah bunu kabul etti ve Yakup kalkıp da Allah’ın gökyüzüne geri dönmesine müsaade etti.

 

Burada anlattığımız bu hikâye mevcut Tevrat’ın küçük bir bölümüydü. Acaba sağlıklı bir akıl bu saçmalıkların Allah tarafından indirilmiş rahmani vahiyler olabileceğine inanabilir mi?

 

İncil konusuna gelince, esasen yüce Allah tarafından indirilmiş olan böyle bir kitap dünyada yok. Hristiyanlık tarihi boyunca birçok İncil’in var olduğunu; ancak zamanla bunların bir bölümünün kenara bırakılıp yok olduğunu görüyoruz. Günümüzde Hristiyanların elinde dört farklı İncil olduğunu ve bu kitapların birleşiminden ‘Yeni Ahit’ dedikleri kitabın oluştuğunu görüyoruz. Bu dört İncil’in her biri havarilerin birisinin ismini taşıyor. Örneğin “Yuhanna İncili”, “Matta İncili” ve diğer İnciller. Ancak hiçbiri Hz. İsa’nın (a.s) ismini taşımıyor. Elimizdeki mevcut İnciller, Hz. İsa’nın (a.s) hayatını anlatıyor ve tarih kitabına benzer bir yapıya sahiptir. Örneğin Hz. İsa’nın (a.s) hangi yerlere gittiğini ve oranın halkına ne dediğini, oradaki halkın Hz. İsa’ya (a.s) ne sorduğunu ve benzeri konuları anlatıyor.

 

Neticede ‘Yeni Ahit’ kitabı içerdiği bağdaşmazlıklara ilaveten kesinlikle semavi bir kitap yapısına sahip değildir ve zaten Hristiyanlar da İncil’in Allah tarafından indirilmiş olan semavi bir kitap olduğunu söylemiyor.

 

Söylemek istediğimiz şu ki irfan, her ne kadar ilahi ve vahye dayalı bir kökene sahip olsa da, her ne kadar dinin hakikatini ve özünü oluşturmuş olsa da ilahî dinler ve semavî kitapların tahrif edilip değiştirildiği gerçeğini göz önünde bulundurularak bu dinlerden alınmış olan mevcut irfanlara şaibesiz hakikat gözüyle bakılmamalıdır ve bu irfanlar tahriflerden ve bâtıl inançlardan uzak öğretiler olarak görülmemelidir. Mevcut irfanların farklı ve zaman zaman çelişkili öğreti ve yöntemleri bu gerçeğin açık bir kanıtıdır. Semavî kitaplar arasında bütünlüğünü koruyabilen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Ancak İslam dininin Kur’an dışındaki bölümleri birçok önemli tahrif ve saptırmalara maruz kamıştır ve günümüzde bu saptırmaların etkisini düşünsel veya amelî alanlarda üzülerek görüyoruz. İslam’a mensup onca inanç ve amelî fırka bu sapmanın bariz bir göstergesidir.

 

İslam’ın İlk Dönemlerinde Gerçekleşmiş Olan İki Sapma Örneği

İrfanda gerçekleşmiş olan sapmaların sebepleri ve aşamalarıyla ilgili konuya açıklık getirmeden önce, İslam’daki sapmaların nasıl gerçekleştiğini açıklamak amacıyla burada gerçekleşmiş olan birkaç sapmaya değinmek ve İslam’ın ilk dönemlerinde, yani Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) yaşadığı dönemde gerçekleşmiş olan iki sapma örneğini vermek istiyorum. Bu örnekler, açık Kur’anî öğütler ve yaşayan liderler olmasına rağmen, sapmaların nasıl gerçekleştiğini göstermek için yeterli olacaktır.

 

Birinci örnek: Hz. Resulullah’ın (s.a.a) döneminde gerçekleşmiştir. Kıyametle ilgili ahiretteki sıkıntıları anlatan ayetler indiğinde bazı sahabeler bir nevi dünyevi hazlardan tamamen uzak durma kararı aldılar. Kimileri gece uykusunu kendisine yasaklayıp sabahlara kadar uyanık kalmayı seçti. Kimileri ise, gün boyunca bütün yiyecek ve içeceklerden uzak durup bütün ömrünü oruçlu geçirmeye karar verdi. Bu kişilerden birisi Osman b. Mez’un’dur. Bu şahıs kadınlardan uzak durmayı ve bir köşeye çekilip hayatı boyunca ibadet etmeyi seçti.

 

Osman b. Mez’un, inancına bağlı çok iyi bir insandı ve ileriki zamanlarda büyük takva makamlarına ulaştı. Ancak bahsettiğimiz bu dönemde böyle bir yanlış karar almış ve kendisini tecrit etmişti. Osman b. Mez’un’un eşi Hz. Peygamber’in (s.a.a) akrabasıydı ve doğal olarak Hz. Peygamber’in (s.a.a) evine gidip geliyordu. Bir defasında Hz. Peygamber’in (s.a.a) evine gittiğinde dağınık ve düzensiz hali Hz. Peygamber’in (s.a.a) eşinin dikkatini çekti ve neden bu halde olduğunu sordu. Bunun üzerine Osman b. Mez’un’un eşi şöyle dedi: “Bir süredir eşim beni görmüyor bile. Durum böyle iken kendimi kimin için güzelleştireyim?” Hz. Peygamber’in (s.a.a) eşi, “Osman’ın neden bu hale geldiğini” sorunca Osman b. Mez’un’un eşi “Bilmiyorum; bir süredir sadece ibadet ediyor ve bana bakmıyor bile” yanıtını verdi. Bu durum Hz. Peygamber’e (s.a.a) bildirildiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) Osman’ı çağırdı ve neler olduğunu anlatmasını istedi. Bunun üzerine Osman b. Mez’un şöyle dedi: “Azap ayeti indiğinden beri bütün dünyevî hazlar bizim için önemini yitirmiştir ve biz uykudan, yemekten ve cinsel hazlardan uzak durarak bu şekilde ahiret sıkıntılarından kurtulabilmeyi ümit ediyoruz”.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Siz yanlış yoldasınız. Yüce Allah beni sizin için önder ve peygamber seçmiştir. Ben ne zaman böyle şeyler yaptım? Ben sürekli oruçlu muyum? Ben eşlerimden uzak mı duruyorum? Ben güzel yemekleri kendime haram mı ettim? Ben sizin peygamberiniz olarak bir gün oruçluysam, diğer gün oruç değilim. Vaktimin bir kısmını eşlerimin yanında geçirdiysem, diğer kısmını ibadetle geçiriyorum. Siz, benim peşimden geliyorsanız eğer, kendi çıkardığınız bu yeni yöntemleri bir kenara bırakıp beni örnek almalısınız”.

Osman b. Me’zun, Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu sözlerini duyunca, gittiği yolun yanlış olduğunu anladı ve Allah’a giden yolun düşündüğü gibi olmadığını fark etti. Bunun üzerine hayat tarzını Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine uygun şekilde değiştirdi. [5]

 

İkinci örnek: Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde yaşanmıştır. Hz. Ali (a.s), hilafeti döneminde üç büyük savaş yapmak zorunda kaldı. Bu savaşların üçünde de karşı karşıya gelenler Müslümanlardı ve bu sebeple bu savaşlar Hz. Ali’nin (a.s) ordusu için büyük bir sınavdı aynı zamanda.

 

Hz. Ali’nin (a.s) döneminde de günümüzde örneklerine rastladığımız çarpık anlayışlı insanlar bolca vardı ve Hz. Ali’nin (a.s) safında yer alan insanlar bilgisizlik veya yanlış değerlendirmeler sonucu sürekli bu insanlarla savaşmak konusuna itirazlarda bulunuyorlardı. Bu insanlar şöyle diyorlardı: “Allah’a, Peygamber’e (s.a.a) ve Kur’an’a inanıp da bizim gibi namaza duran insanlarla nasıl savaşalım? İki kişinin (Hz. Ali (a.s) ve Muaviye) koltuk kavgası yüzünden Müslüman kardeşimizi öldürmemiz doğru mu? Dünyevî işler yüzünden kavga etmek tamamen yanlıştır. Gidin kendi aranızda sorununuzu çözün ve Müslümanların canıyla, malıyla kavgalarınızın bedelini ödemeyin”.

 

İşte bu kargaşalı dönemde kimileri, Muaviye’nin yanında yer almasalar da bu tür yorumların arkasına sığınarak Hz. Ali’yi (a.s) de yalnız bıraktılar. Bu şahıslardan birisi ‘Hasan Basri’ isminde bir şahıstı. Hasan Basri tasavvufun önde gelen şeyhlerindendi ve tasavvuf ehlinin önemli bir bölümü kendisini bu şahsa mensup görüyor; İslam’daki tasavvuf ise, yaklaşık olarak bu şahıstan itibaren başlıyordu.

 

Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti sırasında Cemel savaşının alevleri Basra’da Talha ve Zübeyir tarafından körüklenince, Hz. Ali (a.s) bu fitneye son vermek için İslam ordusunu Basra’ya yönlendirdi. Ancak savaş başlamadan önce Hasan Basri, Basra’dan ayrılmak istedi. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) Hasan Basri’ye neden savaşa katılmadığını sordu. Hasan Basri “İbadet etmeyi seviyorum ve ibadet etmek istiyorum” deyince, Hz. Ali (a.s) “Allah yolunda cihat etmek de bir ibadettir” buyurdular. Bunun üzerine Hasan Basri “Öldüren de ölen de her ikisi cehennemdedir, şeklinde bir ses duydum” dedi. Hz. Ali (a.s) “Bu sesin kime ait olduğunu anladın mı?” diye sorduğunda “Hayır” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “İşte o, senin kardeşin şeytandı”.

 

Bütün gaybî sesler Allah’tan mıdır? İnsan, yaptıklarını Kur’an ve sünnetle ölçmeli, Allah’ın ne buyurduğuna bakmalı, Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine bakmalı ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) emirleri doğrultusunda hareket etmelidir. Gayptan gelen bir ses insan için delil ve kanıt oluşturamaz. Doğru ve yanlışı birbirinden ayırmak için insanın ölçüsü Kur’an ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünneti olmalıdır.

 

Hz. Ali (a.s) burada aslında Hasan Basri’ye şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin” [6] ayeti gereğince Resulullah’ın (s.a.a) yerindeki halife olan bana itaat edip savaşa gelmelisin. Ancak bütün bunlara rağmen Hasan Basri, Hz. Ali’ye (a.s) itaat etmedi ve savaşa katılmadı. [7]

Ayetullah Muhammed Taki MİSBAH

 

-------------

[1]- Bakara, 213.

[2]- Al-i İmran, 19.

[3]- Bakara, 79.

[4]- Hicr, 9. “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik ve elbette onu yine biz koruyacağız”.

[5]- Biharu’l Envar, c.70, s.116, Bab: 51, h.4.

[6]- Nisa, 59.

[7]- Biharu’l Envar, c.32, s.225, Bab: 4, h.175.

Tarih: 22-02-2024

FACEBOOK YORUM
Yorum