İsmetin Felsefesi
İnsanın günah karşısında tamamen dokunulmaz olması, günah işlemeyi aklından bile geçirmemesi nasıl mümkün olabilmektedir?
Aslında bu sorunun cevabı çok açıktır. Bizzat kendimize bakalım; bir işin yanlışlığı ve kötülüğüne dair bilgimiz beyinden kalbe ulaşıp da "yakin" haddine vardığında o yanlış işi artık kesinlikle yapmamaktayız. Mesela aklı yerinde olan hiç kimse ateş veya pislik yemeyi aklından bile geçirmez! Aklı ve şuuru yerinde olan hiç kimse kendisini ateş dolu bir çukura atmaz veya zehir dolu bir kâseyi içmez. Hatta bunu yapmayı aklından da geçirmez! Böyle bir şeyi yapan veya yapmayı düşünen birinin kesinlikle bir nevi psikolojik hastalığı olduğundan şüphe etmeliyiz…
Akıl ve izan sahibi herkes, bu tür davranışlar karşısında bir nevi dokunulmazlığa veya konumuzun tabiriyle “ismet” ve “masumiyete” sahiptir. İnsanın bu tür davranışlara karşı neden masum olduğu sorulacak olursa, hepimizin vereceği cevap “bu tür işlerin zarar ve yanlışlığından emin olunması, zarar ve mahva yol açacağından zerrece şüphe edilmemesi” şeklinde olacaktır.
Görüldüğü gibi günahın kötülük, iğrençlik ve zararlarından emin olup, buna yakin edecek ölçüde inanan bir insan akıl gücüyle şehvete galebe çalacak; asla günaha bulaşmayacak ve hatta günah işlemeyi düşünmeyecektir.
Böyle bir insan yüce Allah'a ve O'nun adalet divanına, karşısında bunları gözleriyle görüyormuşçasına inanır ve iman eder. Böyle biri için günah ve haram, tıpkı söz konusu ateşle zehir gibidir. Bu nedenle de günah ve haramdan kesinlikle uzak durur ve bunlara asla yaklaşmaz.
Peygamberler de günahın etki ve sonuçlarını böylesine kesin bir bilgi ve imanla bildikleri için, günah işlemek bir yana dursun, günahı akıllarından bile geçirmemişlerdir.
Amelin etkileri, iyilikte ciddiyet gösterip, günahları terk etmekte azimli davranma konusunda Hz. Ali'nin (a.s) şu sözleri pek öğreticidir: Dostlarından ve sevdiklerinden kesinlikle ayrılacağını, toprağın bağrında yatacağını, hesaba çekileceğini, geride bıraktıklarına hiçbir ihtiyacın kalmayacağını, ama önceden gönderdiklerine pek muhtaç olacağını bilip, buna gönülden inanan kimsenin arzuları kesinlikle kısa ve ameli uzun vadeli olur. [1]
Peygamberler ile Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) ismeti vehbî midir, kesbî midir? [2]
Masumların ismeti hakkında akait uleması tarafından pek çok şeyler yazılmış ve konuşulmuştur. Bunların en önemlisi, peygamberlerle Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) ismet gücünün mecburi olmadığıdır. Yani onlarınki zoraki bir takva değildir; isteseler de günah işleyemeyecek bir konumda değildirler. Bilakis, herkes gibi onlar da isteseler günah işleyebilirler. Ama bir taraftan günahın yol açtığı bozulma ve tehlikeleri bildikleri ve diğer taraftan da yüce Allah'ı çok iyi tanıyıp, O'na fevkalâde bir marifet ve bilinçle iman etmiş oldukları için kendilerini her an O'nun huzurunda görmekte ve sonuçta her nevi hata ve günahtan kendi iradeleriyle uzak durmaktadırlar. Peygamberlerle Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) ismeti kendi çaba, gayret, tercih ve iradelerinin bir sonucudur. Onların, Allah yolunda gösterdikleri fedakârlık ve katlandıkları zorlukların neticesidir.
Yüce Allah, yaratılışlarından önce onların bu fedakârlık ve özverilerini bildiği için, yaşamlarının ilk gününden itibaren onlara lütufta bulunmuş; nefsanî zaaflar karşısında korumuş; onları nice ilimler, bilinçler ve avantajlarla donatmıştır. Böyle olunca da peygamberlerle Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) bir dizi fizikî ve ruhî avantajlara sahip olmasının hiçbir sakıncası yoktur. Zira bu avantajın nedeni onların bizzat kendi amelleridir ve yüce Allah, amellerinden önce onlara bu ödülü vermiştir.
Bütün insanların geleceğini bilen yüce Allah, bazı insanların özel bir liyakat kazanacağını da bilmektedir. Bu bilgi kesinlikle doğru olup, tahakkukunda şüpheye yer yoktur. Bu nedenle söz konusu müstesna insanlara, topluma kılavuzluk ve liderlikte bulunmaları için bir takım avantajlar vermiştir; zira yüce Allah'ın temsilcisi ve vekili olacak kimsenin bu avantajlara ve özelliklere sahip olması gerekmektedir.
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: Yüce Allah, bir kulunun iyi niyet ve hayırlı tercihini bildiğinde ismet vasıtasıyla onu korumaktadır. [3]
--------------
[1]- Biharu'l-Envar, c.73, s.167.
[2]- “Vehbî” yani Allah vergisi, “kesbî” yani sonradan edinilen.
[3]- Biharu'l-Envar, c.78, s.188.
Tarih: 21-12-2021