içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kur’an’da Hz. İbrahim’in (a.s) Oğlunu Kurban Etme Olayı

Bismillahirrahmanirrahim

Kur’an’da Hz. İbrahim’in (a.s) Oğlunu Kurban Etme Olayı

Hz. İbrahim’in (a.s) Zibh Olayında Soru, Şüphe ve İnkârın Açılımı

Bu şüpheyi ilk defa batılı hümanist düşünürler ortaya atmışlardır. Daha sonra pozitivistler gayb alemine ve ona ait olayları laboratuvarda mikroskop ve mercek altında göremediklerinden inkara yönelmişlerdir. Ve daha sonrada batılı toplumbilimciler işi daha da ileri götürerek ilim ve imanın karşı karşıya olduğunu iddia ederek, bir görüş, bilgi, belge, tecrübe ve mantığa dayanırsa, o ilmidir; yoksa inançtır, yani iman ilmi değildir ve sadece körü körüne kabuldür.

İslam dünyasında “NeoTeologlar/ Yeni ilahiyatçılar” batılı sosyolog, filozof ve bilim adamlarından etkilenerek Kur’an ayetlerini bilim, ilim, mantık ve akıl ile yorumlayıp yeni bir düşünce akımı oluşturmaya çalışıyorlar. “Bir görüşün mantıklı ve ilmi belgesi olması gerekir. Aksi takdirde kabul edilmesi akla ve dine aykırıdır” diyorlar.

Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu Hz. İsmail’i (a.s) kurban etmesi olayı bunlardan biridir. İnkâr ve eleştirilerin bazıları şöyledir:

- “Bir insanı haksız yere öldüren alemi öldürmüştür” ayetine istinaden şöyle diyorlar: “Allah bir peygamberine oğlunu kurban etmesini istemez. (Kurban etme emrini ve alnını yere koymayı, “zibh” kelimesi ve diğer olayların hepsini başka manaya tefsir ediyorlar.)

- Bu insancıllığa aykırıdır; her inançta “Kurban” vardır ama insan kurban edilemez. Hiçbir ideolojide böyle bir şey yoktur.

- Bu bir rüyadır ve gerçek alemde vuku bulmamıştır. “Zibh” rüyada gerçekleşmiştir. Bilimsel olarak ispat edilemez; çünkü ne ilmi belge vardır ve ne mantıklı açıklaması.

İtiraz edenlerin görüşünü kısaca açıkladıktan sonra Kur’an ayetleri ışığında “ZİBH” olayına açıklık getirelim.

Hz. İbrahim’in (a.s) Oğlu Hz. İsmail’i (a.s) Kurban Olayı

Hz. İbrahim'in (a.s) oğlunu “Zibh”/ kurban etme olayı, Saffat süresinde geçer. Saffat süresinde Tevhidin temellerini beyan ettikten sonra peygamberlerin siretinde önemli olan evrensel değerleri beyan ediyor.

Hz. Nuh’u (a.s) anlattıktan sonra Hz. İbrahim'in (a.s) siretinde onun son imtihanına değiniyor. Hz. İbrahim’in (a.s) Hz. Nuh’un (a.s) şialarından olduğunu buyurup Hz. İbrahim’in (a.s) siretini tebyin ediyor.

Saffat süresinin 83 - 113 ayetleri Hz. İbrahim (a.s) ve “ZİBH” konusu ile alakalıdır. Bu ayetlerin tümü birlikte ele alınmalıdır.

Hz. İbrahim'in (a.s) “Kalb-i selime” sahip olduğu vurgulanıyor. “O, tertemiz bir kalple rabbine yönelmişti.” [1]

Hz. İbrahim (a.s) yıldıza, aya, güneşe tapan ve ilahlık iddiası eden Nemrut ile mücadelesinde bütün imtihanları verdikten sonra, Babil diyarından ayrılıp Mekke’ye hicret ediyor. İbrâhim, “Ben rabbime gidiyorum” dedi, “O bana yol gösterecektir.” [2]

“Zibh olayı” ile ilgisi olan konulardan biri “Kalb-i selim” kelimesidir. Kalb-i selime sahip olmak için hem marifet konusunda hem de muhabbetle ilgili kalpte bir sorun olmaması gerekiyor. İkisinde de “muhlis” olması gerekir. Hz. İbrahim (a.s) Marifet alanında muhlis olduğunu şimdiye kadar vermiş olduğu imtihanlarda ispat etmişti. Hz. İbrahim’in (a.s) marifet alanında Tevhidi düşüncenin ispatı için ya “Burhan” kullanmıştır veya “Cidal-i Ahsen” metodundan yararlanmıştır.

Şimdi ömrünün sonlarına yaklaşıyor ve son bir imtihandan geçmesi gerekiyor. “Kalb-i selim”, insanın kalbinde Allah’tan başka sevgi olmaması demektir; kalpte yalnızca Allah’a yer vermektir.

Hz. İbrahim (a.s) Allah'tan salihlerden olacak bir çocuk istiyor. “Rabbim bana iyilerden olacak bir çocuk ver,” dedi. [3]

Kalb-i Selim’de Allah sevgisinden başka bir sevgiye yer vardır? Allah’tan O’dan başkasını istemek kalbi selim olmakla bağdaşır mı?

Bunun ortaya çıkmasının tek yolu imtihandır. Allah-u Teâlâ bir çocuk verdiğini müjdeliyor. “Biz de ona Halim bir çocuk vermeyi müjdeledik.” [4]

“Halim” sıfatına sahip erkek bir çocuk verileceği müjdeleniyor. Bu sıfat peygamberlerden sadece Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail (a.s) için kullanılmıştır.

Zibh Konusu Beyan Ediliyor

Allah, Hz. İbrahim’i (a.s) imtihan ediyor. Hz. İbrahim (a.s) Allah’tan salih bir çocuk istedi ve Allah da bu çocukla bütün beşeriyet alemine “kalb-i selime sahiptir, sadece Allah sevgisi onun kalbinde var, halim, salih ve salim bir çocuk istemenin ve dolayısıyla Allah’ın sevgisiyle bir çelişkisi olmadığını göstermek için Hz. İbrahim’i (a.s) imtihan ediyor.

Hz. İbrahim’in (a.s) İsmail gibi bir çocuğa sahip olması, ona muhabbet ve sevgisi Allah sevgisinden önde olmadığı; Hz. İsmail’in (a.s) sevgisinin kalbin ve ruhunun dışında olduğu, kalbinde olmadığını ispat etmek için imtihan olması gerekiyordu.

Bu çocuk büyüyüp kendi ayakları üstünde duracak yaşa gelince, “Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, “Yavrucuğum” dedi, “Rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?” Dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” [5]

Bazıları Hz. İsmail’in (a.s) 2-3 yaşlarında olduğunu zannetmişlerdir. Dolayısıyla olayın devamını da bu yanlış tespit üzerine kurarak inkara gitmişlerdir.

Arapçada “SA'Y” kelimesi kendi işlerini yapacak ve kendi ayakları üstünde duracak yaşa gelen için kullanılır. Ayrıca “ĞULAM” kelimesi de en az 13 yaşına gelmiş çocuğa denir. Allah buyuruyor, “Halim” Buluğ çağına ermemiş çocuk için “HALİM” sıfatı kullanılmaz.

Hz. İsmail (a.s) ayakları üstünde duracak yaşa gelince Hz. İbrahim (a.s) gördüğü rüyayı oğlunu anlatıyor.

Ayette geçen “İNNİ ERA” kelimesi bu rüyayı birkaç defa gördüğüne işarettir. Çünkü bir kere görürse, “Raeytu” derdi.

Allah, Hz. İbrahim’e (a.s) rüyasında bazı hakikatleri gösteriyor.

Allah zibh ile alakalı hakikatleri rüyada defalarca Hz. İbrahim’e (a.s) göstermiştir. Ayette geçen “Era” gelecek kipidir ve devamlılık belirtir. “Görüyorum” yani birkaç defa görmüş, bir kere değil. Bir kereye mahsus olan “Re’yetu/Gördüm” geçmiş kipi kullanılırdı, Hz. Yusuf’un (a.s) rüyasında olduğu gibi; “Raeytu ehede eşere kevkeben….”.

Rüya, Allah’ın peygamberlere bazı hakikatleri beyan ettiği ve bazılarına vahyi indirdiği alemdir. Rüya, sadık, kazıp (yalan), şeytanın şeytanlığının nüfuz ettiği rüya ve karmaşık rüya olabilir. Ama peygamberlerin rüyası sadık rüyadan başkası olamaz; çünkü peygamberler masum oldukları için hem rüyada ve hem de uyanıkken şeytanın nüfuz alanından uzaktırlar. Hem rüyada ve hem de uyanıkken Vehim, batıl hayaller asla onlarda söz konusu değildir. (Rüya konusu ayrı bir araştırma konusudur.)

Peygamberlerin düşünce ve duygularında ne rüyada ve ne de uyanıkken şeytana, vehime ve batıl hayale asla yer yoktur. Yani masumlar şeytanın şeytanlığıyla nüfuz edemediği kimselerdir. Masum oldukları için rüyaları da hüccettir. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Gözlerim uyuyor ama kalbim uyumuyor.”

Her hâlükârda Hz. İbrahim (a.s) kendisine rüyada gösterilen bu hakikati oğluna gerçek hayatta anlatıyor. Ey yavrumcuğum! Ben rüyamda seni kestiğimi görüyorum. Bir bak sen ne diyorsun” dedi. O “Babacığım! Emredileni yap; Allah’ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Hz. İbrahim (a.s) ile oğlunun bu konuşması rüyada gerçekleşmiyor, gerçek hayatta gerçekleşiyor. Oğlu “Babacığım emredileni yap” sözünü nerde dedi, Hz. İbrahim’in (a.s) rüyasına girip orda demedi ya.

Yine Hz. İsmail’in (a.s), “Babacığım emredileni yap” cümlesi ortada bir ilahi bir emir olduğunu gösteriyor. Hz. İbrahim (a.s) emrin oğluna yönelik olduğunu söyleyince, oğlu gerçek hayatta cevap veriyor.

Bu sohbet gerçek hayatta oluyor, hayal ve rüya aleminde değil. Eğer rüyada olsa, Hz. İbrahim (a.s) oğlu İsmail’in (a.s) iradesine nasıl müdahale edebilir. Hz. İsmail (a.s) de babasının rüyasına girip cevap veremez. Demek ki bu konuşma gerçek alemde vuku buluyor.

Kısacası bu olay bu dünyada gerçek hayatta gerçekleşiyor.

Hz. İbrahim’in (a.s) oğluna, “Bir bak sen ne diyorsun?” cümlesinin manası şudur: Ben sana ilahi emri tahmil etmek istemiyorum; senin iraden nedir, senin düşüncen nedir?” İlahi emir karşısında insanın özgür iradeye sahip olduğunu gösteriyor.

Hz. İsmail’in (a.s) cevabı halim, muhlis ve teslimiyet nişanesi bir cevaptır: “Babacığım! Emredileni yap. Allah’ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın, dedi”.

Ayette açıklanan cevapta şunları arz ediyor: Babacığım! Birincisi rüya aleminde gördüğün haktır; ikincisi, ortada ilahi bir emir var; üçüncüsü, bu emri yerine getir ve dördüncüsü, ben bu emre teslimim.

Ayetin buraya kadar açıklamasında açıkça görülüyor ki ortada “Hz. İsmail’in (a.s) kurban edilmesi” emri var.

Ayette Allah’ın, direk olarak “oğlunu kurban etme” emri yoktur ama rüya yolu ile bir hakikat ve emir veriliyor; bunu Hz. İbrahim (a.s) dile getiriyor. Masumun sözü, ameli ve onayı hüccettir. Dolayısıyla Hz. İbrahim (a.s) yanlış anlaması, vehme düşmesi, hayal görmesi mümkün değildir. Hz. İsmail’in (a.s) cevabından Allah’ın rüyada bu hakikati Hz. İbrahim’e (a.s) öğrettiği anlaşılıyor.

Hz. İsmail (a.s), “Allah mı sana böyle bir emir verdi, yoksa kendin mi böyle düşünüyorsun ve bunun bir tabiri, bir tevili var mı?” diye sormuyor. Babasının sorusunu duyar duymaz hemen şöyle arz ediyor: “Emredileni yap”.

Rüyalar Hükmü Hakkında Kısa Bir Açıklama

Bazıları şöyle diyorlar: “Hz. İbrahim’in (a.s) rüyayı tabir etmesi, te’vil etmesi gerekirdi, etmedi. Rüyayı te’vil ve tabir etmeden amel etmeye başladı. Amel etmeye başlayınca gördü ki tabir etmesi gerekir. Rüyasında koçu İsmail suretinde görüyor ve zannetti ki İsmail’i kurban ediyor.”

Bu çok büyük, ağır ve aynı zamanda Hz. İbrahim (a.s) gibi bir peygambere nispeti verilemeyecek kadar uygunsuzdur. Bu doğru bir tefsir değildir.

Rüyalar iki kısımdır: Te’vil ve Tabire ihtiyaç olan rüyalar. Hz. Yusuf’un (a.s) rüyası gibi. Tabire ihtiyaç olmayan rüyalar. Hz. Peygamber’in (s.a.a) Mescid-i Harama gireceğini gördüğü rüyası gibi….

Hz. İbrahim’in (a.s) rüyasının Te’vil ve Tabire ihtiyacı yoktu ve direk olarak amel edilmesi gerekirdi.

Dikkat edilmesi gereken konulardan birisi de şudur: Hz. İbrahim (a.s) rüyasında gerçekten Hz. İsmail’i (a.s) kurban ettiğini görmüyor, edeceğini görüyor. Yani rüyada kurban etme gerçekleşmiyor, bundan dolayı “Raeytu”/ mazi kipiyle söylemiyor ki gerçekleşmiş olsun. Gelecek kipiyle söylüyor. Hz. Yusuf’un (a.s) rüyasında ise, “Raeytu”/mazi kipiyle söylüyor, yani olay gerçekleşmiş, 11 yıldız, ay ve güneş secde ediyorlar.

Hz. Yusuf (a.s) rüya görüyor ve babasına anlatıyor. Hz. Yakub (a.s) şöyle diyor: “Bunu kimseye anlatma, burada sırlar var”, tabir edilmesi gerekir.

Rüya tabiri, yani ehil kişinin görülen rüyadan obur/geçip, yorum yaparak dış dünyadaki aslına, hakikatine ulaşmasına denir.

Daha sonra padişah rüya görüyor. Hz. Yusuf (a.s) te’vil ve tabir ediyor. Kendi rüyasının tabiri de yani hakikati de yıllar sonra gerçekleşiyor.

Dolayısıyla Hz. İbrahim’in (a.s) rüyası tabire ihtiyaç olmayan rüyalardandır. Hz. İbrahim (a.s) gibi Ululazm bir peygamberin öyle karmaşık, belirsiz bir rüya görmesi mümkün değildir. Hz. İbrahim (a.s) rüyanın içinde yer alıyor ve Allah’ın gösterdiği hakikati görüyor.

İlahi Emre Teslim Olma

“Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca….” [6]

Eğer ortada bir emir yoksa, yapılması gereken bir “zibh olayı” yoksa, neye teslim oldular? Baba oğul ikisi de ilahi emre teslim olunca, zibh olayının gerçekleşmesi başlıyor; “Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca…”

Ayette geçe “Ceben” kelimesi de yanlış tercüme edilmiştir. “Ceben” alın manasında değildir. Arapçada “Ceben” yüzün iki tarafına denir. Yani ayette “yüzünün bir tarafına yatırdı” geçiyor.

Allah-u Teâlâ sonraki ayette Hz. İbrahim’in (a.s) oğlunu kurban etme emrinin bir imtihan olduğunu buyuruyor. “Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı.” [7] Saffat 106

Eğer imtihandan maksat “koç kesmesi” olsaydı, bunun imtihana ihtiyacı yok ki, özellikle Hz. İbrahim (a.s) gibi Ululazm bir peygamber için. Allah, ayette “Belağı mubin/ apaçık bir imtihandı” kelimesini kullanması şunu gösteriyor ki gerçekten oğlunu kurban vermesini rüyada görmüştü.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben sizi imtihan ettim; siz de imtihandan yüz akıyla çıktınız. “Ey İbrâhim!” diye ona seslendik; Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.” [8]

Eğer bu olay gerçekleşmediyse, Allah neden “İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz” diye buyuruyor. Allah, gerçekleşmeyen, dış dünyada vücud-u haricisi olmayan bir iş için neden ödül versin?

Aynı cümleyi bir daha tekrarlıyor: “Evet, iyileri işte böyle ödüllendiririz. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı” [9]

Bu imtihan kemale ulaşma vesilesidir. Bu Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail’in (a.s) kâmil olması içindi. Bu imtihan sonrası yüz akıyla çıktılar ve yüksek makama ulaştılar. Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle buyuruyor: “İnna ceelnake linnası imama/ biz seni insanlara imam karar kıldık.” [10]

Ayet ödüllendirmeyle imtihanın tamamlandığını ve Hz. İbrahim’in (a.s) yüz akıyla çıktığını belirtiyor ve muhsinleri böyle mükafatlandırdığını belirtiyor. Demek ki Hz. İbrahim (a.s) amelen bir şey yapıyor. Sadece rüya, hayal ve düşünce olsa insana ödül vermezler.

Çocuğu kurban kesmek şeriat hükmüyle nasıl bağdaşır?

Bazılarının Zibh olayını idrak edemeyerek, inkâr etmelerinin veya te’vil ve misal olduğunu vehmine kapılmalarının sebebi şu sorunun cevabını bilmemeleridir: “Çocuğu kurban kesmek şeriat hükmüyle nasıl bağdaşır?”

Cevabı şudur: İnsanların malı, mülkü ve canı hakkında ne kadar tasarruf hakkının olduğu beyan edilmesi gerekir. Biz gerçekten canımıza, malımıza ve sahip olduğumuz her şeye malik miyiz?

Kur’an ayetleri insanın mal ve canında sadece emanetçi olduğunu beyan buyuruyor ve asıl sahip ve malik yüce Yaratan’dır. Ne kadar tasarruf edeceğimizi O tayin eder. O’nun tayin ettiği miktarda tasarruf etmek, O’nun emrine itaattir ve onun sınırını aşmak itaatsizliktir.

İkinci önemli konu şeriatın hükümlerini teşri eden O’dur. Neler helaldir, neler haramdır, neler yasaktır ve neler caizdir. Şeriat sahibi O’dur. O ne isterse, o şeriatın hükmüdür. Bizler sadece diğer insanlar karşısında bir şeye malikiz, Allah karşısında değil. Mal, mülk, makam, can ve başkasının canına Allah karşısında sahip değiliz; malik O’dur. O ne isterse, o olur. Din sahibi, şeriat sahibi “Siz bir şeye malik değilsiniz ve her şeyin sahibi Allah’tır” diyor.

Cihat emri başkasını öldürmeyi gerektiriyor ve kısas, katili idam etmektir... ve bunun gibi hükümleri de şeriat sahibi veriyor. İnsanların hiçbir müdahale hakkı yoktur ve sadece itaat etmeleri gerekir. “Katli nefs” Allah’ın emri olursa, yerine getirmek farzdır ve Allah’ın emrinin karşısında mutlak teslimiyettir; icra etmemek isyandır, itaatsizliktir.

“Leyletu’l Mebit” olayında Hz. Ali’nin (a.s) ölüm tehlikesi olmasına rağmen, bilerek ve isteyerek Hz. Peygamber’in (s.a.a) canını kurtarmak için Hz. Peygamber’in (s.a.a) yatağında yatması, İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da şehit olacağını bilmesine rağmen, kıyam etmesi başka türlü açıklanamaz.

Dolayısıyla “katl-i nefsin” kötü olması, birini öldürmeye emredilmesinin insanlar arasında kötü görünmesi, Hz. İbrahim’in (a.s) oğlunu kurban etmek istemesini sorgulamaya sebep olamaz; çünkü Allah’ın emri ile olursa, itaat farzdır. İnsanların hoşuna gitmese dahi.

Konu ile ilgili rivayetler “zibh olayını” detayına kadar beyan ediyor. Rivayetler açık ve net bir şekilde beyan ediyor.

Biz bu yazıda sadece Kur’an ayetleri ile konuyu açıklamaya çalıştık.

Bu yazının hazırlanmasında şu tefsirlerden yararlanılmıştır, el-Mizan/ Allame Tabatabai, Tefsir-i Tesnim/ Ayatullah Cevadi Amuli ve Tefsir-i Numune/ Ayatullah Nasir Mekarim Şirazi.

Vesselamu aleykum ve Rahmetullahi ve Beraketuh.

Sabahattin Türkyılmaz

 

-----------

[1]- Saffat, 84.

[2]- Saffat, 99.

[3]- Saffat, 100.

[4]- Saffat, 101.

[5]- Saffat, 102.

[6]- Saffat, 103.

[7]- Saffat, 106.

[8]- Saffat, 104-105.

[9]- Saffat, 110-111.

[10]- Bakara, 124.

Tarih: 03-07-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum