içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Marifet Yolunun Kat Edilmesindeki Engeller - 2

Bismillahirrahmanirrahim

Marifet Yolunun Kat Edilmesindeki Engeller - 2

Dördüncü Engel: Çok Yemek

Zikrin ve Allah'ı anmanın engellerinden bir diğeri de, aşırı yemek ve boğaza düşkün olmaktır. Güzel ve lezzetli yemekler hazırlamak ve karnını türlü yemeklerle doldurmak için gece-gündüz çaba harcayan bir kimse, Rabbiyle nasıl halvet edebilir; O'nunla nasıl dostluk kurabilir ve O'na nasıl raz-u niyaz edip, yakarabilir?!

İnsan yemekle dolu mideyle ibadet ve dua için nasıl manevî bir hâl bulabilir? Yemek ve içmekte zevk bulan bir kimse, duanın, Allah'a yakarmanın ve münacatın tadını nasıl alabilir?

Evet, İslâm fazla yemek yemeyi yermiştir. İmam Ali (a.s), Ebu Basir'e şöyle buyurmuştur: Çok yemek ve oburluk sonucu miden isyan eder. İnsanın Allah'a en yakın hâli midesinin boş olduğu zamandır ve Allah'tan uzak olduğu en kötü hâli ise, midesinin dolu olduğu zamandır. [1]

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Allah-u Teâlâ oburluğu yermiştir. [2]

Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklediliyor: Oburluk etmeyin; aksi takdirde kalbinizde marifet nuru söner. [3]

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Müminin kalbi (manevî durumu) için aşırı yemekten daha zararlı bir şey yoktur. Aşırı yemek, kalp katılaşmasına ve şehveti tahrik etmeye sebep olur; açlık ise, müminin coşkusu, ruhun gıdası, kalbin yemeği ve vücudun sağılığıdır. [4]

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Allah-u Teâlâ, kulunun iyiliğini ve hayrını istediği zaman ona az konuşmayı, az yemeyi ve az uyumayı ilham eder. [5]

Yine İmam Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: Açlık, nefsi kontrol etmek ve onun alışkanlıklarını bertaraf etmek için en iyi yardımcıdır. [6]

İmam Ali (a.s) Miraç gecesinde Allah-u Teâlâ'nın Hz. Resulullah'a (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: "Ey Ahmed! Keşke açlık, sükût ve halvetin tadını ve bunların sonuçlarını tatsaydın!" Resulullah (s.a.a), "Rabbim! Açlığın faydası nedir?" dedi. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: "Hikmet, kalbi koruma, bana yaklaşma, devamlı hüzün, aşırı harcamamak, hak söz, iyi ve dar günden korkmamaktır." [7]

Evet, salikin de diğer insanlar gibi hayatını sürdürmek ve ibadet gücüne sahip olmak için yemeye ihtiyacı vardır. Ancak salik, vücudunun ihtiyaçlarını giderecek miktarda yemek yemeli ve aşırı yemekten gerçekten sakınmalıdır. Çünkü aşırı yemek ve oburluk uyuşukluğa, gevşekliğe, ibadete meyilsizliğe, kalbin katılaşmasına ve Allah'ı anmaktan gaflete sebep olur. Tam aksine az yemek ve açlık hafifliğe, ibadet ve Allah'a teveccüh etmeye hazırlıklı olmaya sebep olur. İnsan aç olduğu zaman dolu mideyle sahip olamayacağı ruh sefasına, nuraniyete ve iyi bir hâle sahip olur.

Dolayısıyla salikin, vücudunun ihtiyaç duyduğu kadarıyla yemek yemesi gerekmektedir; ancak zikir, dua ve ibadet ettiği zamanlar tok değil de aç olmalıdır.

Beşinci Engel: Gereksiz Konuşmalar

Saliki hareket etmekten ve hedefine ulaşmaktan alıkoyan, teveccüh ve kalp huzuruna engel olan şeylerden biri de faydasız ve gereksiz konuşmalardır. Allah-u Teâlâ insana “ihtiyacını gidersin” diye konuşma gücü vermiştir. Gereği kadar konuştuğu takdirde bu büyük nimetten doğru yararlanmış olur. Ancak boş ve gereksiz şeyler konuşursa, bu büyük ilâhî nimeti zayi etmiş olur. Ayrıca aşırı derecede fazla ve muhtelif şeyler konuşursa, zihni ve düşünceleri dağılır, perişan olur ve Allah-u Teâlâ'ya tam anlamıyla yönelemez, kalp huzuru bulamaz. Dolayısıyla hadislerde faydasız ve gereğinden fazla konuşmak yerilmiştir.

İşte birkaç örnek: Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: Allah'ın zikri dışında aşırı derecede fazla konuşmaktan sakının. Zira çok konuşmak, Allah'ın zikri dışında kalbin katılaşmasına sebep olur ve Allah'tan en uzak olan kimse ise kalbi katılaşmış olandır. [8]

İmam Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: Dilini koru ve sözlerini say ki, hayır işler dışında sözlerin azalsın. [9]

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: Söz, “yararlı”, “sağlıklı” ve “şahib” olmak üzere üçe ayrılır. Yararlı söz, ibadettir; sağlıklı söz, Allah'ın sevdiği ve hoşnut olduğu sözdür ve şahib ise, insanlar hakkında boş yere konuşan kimsedir. [10]

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) söyle buyuruyor: Dilini koru; zira bu, nefsin için en iyi hediyedir. İnsan, imanın hakikatine dilini koruma dışında hiçbir şeyle ulaşamaz. [11]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır: Üç şey düşünce ve anlayışın nişanelerindendir: Sabır, ilim ve sükût. Sükût, hikmet kapılarından bir kapıdır. Sükût etmek, muhabbete sebep olup her hayrın rehberidir. [12]

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Akıl kemale ulaşınca, konuşma azalır. [13]

İmam Cafer-i Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor: Hiçbir ibadet sükût etmekten ve yaya olarak Allah'ın evine (Kâbe'ye) gitmekten daha faziletli değildir. [14]

Hz. Resulullah (s.a.a) Ebuzer'e şöyle buyurmuştur: Sana uzun uzun sükût etmeyi tavsiye ediyorum. Zira bu vasıtayla şeytan senden uzaklaşır. Doğrusu sükût, dini korumak için iyi bir yardımcıdır. [15]

Her hâlükârda salikin dilini tümüyle koruması ve ölçülü konuşması gerekmektedir, laubali olmaktan ve çok konuşmaktan kaçınmalıdır. Dünya işleri hakkında gereğinden fazla konuşmayıp onun yerine dilini zikirle, duayla, ilmî ve faydalı sosyal meselelerle meşgul etmelidir. Büyük üstat ve yüce arif Allâme Tabatabaî şöyle buyururdu: “Ben sükût etmekten değerli sonuçlar aldım”. Sefa ve nuraniyet bulmak için kırk gün sükût edin; gerekmedikçe konuşmayın; düşünün ve zikirle meşgul olun.

Altıncı Engel: Bencillik

Salik (sülûk eden kimse), bütün engelleri bertaraf edip bütün merhalelerden geçtikten sonra, "bencillik" adlı daha büyük bir engelle karşılaşır. Bütün amellerinin, hareketlerinin ve hatta ibadetlerinin bile bencillikten kaynaklandığını yeni yeni anlamaya başlar. İbadet, zikir, dua, namaz ve oruç, nefsini mükemmelleştirmek ve uhrevî mükâfat içindir ki, bunun da sonucu kendi nefsine dönmektedir.

Böyle ibadetler insanı cennete ve uhrevî mükâfata kavuştursa bile yüce zikir, şühud ve yakınlık makamına ulaştırmaz. Salik bencillik makamından inmedikçe Allah'ın nuru kalbinde tecelli etmez; bencillik makamından hicret etmedikçe, Allah'ın kutlu kapısına ulaşamaz. Kendi nefsini ve şahsiyetini bırakmadıkça, Allah-u Teâlâ'nın eşsiz cemalini göremez. Bütün perdeleri, hatta nefis perdesini bile yırtmadıkça, kalbinde ilâhî nurların parlaması için liyakat bulamaz.

Bundan dolayı salikin riyazet ve cihat vasıtasıyla kendini bencillik çerçevesinden çıkarması, kendi nefsini sevmeyi "Allah'ı sevme"ye dönüştürmesi ve bütün işlerini sadece Allah'ın rızası için yapması gerekmektedir. Yemek yiyorsa, Allah-u Teâlâ kendisinden hayatını sürdürmesini istediği için yemeli; ibadet ediyorsa, Allah'ı ibadete ve tapınmaya layık gördüğü için ibadet etmelidir. Böyle bir kişi ne dünyayı ister, ne de ahireti; bilakis sadece yüce Allah'ı ister, hatta keşfi ve kerameti bile istemez. Gerçek mabuttan başka istediği yoktur artık.

Bu zor merhaleden de geçer, hatta kendi şahsiyet ve hüviyetini kaybederse, tevhit meydanına ayak basarak yüce Allah'a yakınlık ve şühud makamına yükselip, "Oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan Allah'ın yanında doğruluk makamındadırlar" [16] ayetinin kapsamına girebilir.

Yedinci Engel: İrade Zaafı

Bu yolun büyük ve en önemli engellerinden biri de, irade zaafı ve karar verme gücünün olmayışıdır. Bu engel insanı amelden alıkoyar. Şeytan ve nefs-i emmâre ilk önce riyazet, seyir ve sülûk konusunu küçük ve gereksiz göstermeye çalışır.

İnsanı, teveccüh ve kalp huzuru olmaksızın zahirî vazifeleri yapmayla ikna etmeye çalışarak şöyle der: "Senin bu ibadetleri yapmaktan başka bir vazifen yok; kalp huzuru, teveccüh ve zikirle ne işin var?!" Ve eğer bir ara kalp huzuru edinmeyi, teveccühü ve zikir yapmayı irade ederse, yüzlerce hile ve dalavereyle onu düşüncesinden vazgeçtirir ve bazen onu ümitsiz edecek kadar konuyu onun gözünde zor gösterir.

Ancak irade sahibi olan insan şeytan ve nefs-i emmârenin vesveselerinin önünü almalı; ayetlere, hadislere, marifet ve ahlâk kitaplarına müracaat ederek seyir ve sülûkun, kalp huzuru edinmenin, zikir ve şühudun değerine ve gerekliliğine vâkıf olmalıdır. Onun değerinin farkına varıp ebedî saadetini onda görünce, ciddi bir şekilde işe girişmeli, ümitsizliğe müsaade etmemeli ve kendi nefsine hitaben, "Zor olsa da, gelecek saadetim ona bağlı olduğu için bu işe girişmek zorundayım" demelidir. Zira Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

Bizim uğrumuzda cihat edenlere, biz şüphesiz yollarımızı gösteririz. [17]

Ayetullah İbrahim EMİNÎ

 

----------

[1]- Vesailu'ş-Şia, c.16, s.496.

[2]- Vesailu'ş-Şia, c.16, s.497.

[3]- Müstedreku'l-Vesail, c.3, s.81.

[4]- Müstedreku'l-Vesail, c.3, s.80.

[5]- Müstedreku'l-Vesail, c.3, s.81.

[6]- Müstedreku'l-Vesail, c.3, s.81.

[7]- Müstedreku'l-Vesail, c.3, s.82.

[8]- Biharu'l-Envar, c.71, s.281.

[9]- Biharu'l-Envar, c.71, s.281.

[10]- Biharu'l-Envar, c.71, s.289.

[11]- Biharu'l-Envar, c.71, s.298.

[12]- Biharu'l-Envar, c.71, s.294.

[13]- Biharu'l-Envar, c.71, s.290.

[14]- Biharu'l-Envar, c.71, s.278.

[15]- Biharu'l-Envar, c.71, s.279.

[16]- Kamer, 55.

[17]- Ankebût, 69.

Tarih: 12-10-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum