içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Marifet Yolunun Kat Edilmesindeki Talimatlar

Marifet ehlinden olan bazıları, marifet yolunun kat edilmesi için bazı amellerin yapılmasını tavsiye etmişlerdir.

Marifet Yolunun Kat Edilmesindeki Talimatlar

Bismillahirrahmanirrahim

Marifet ehlinin tavsiye ettikleri ve yapılması gereken ameller şöyledir:

1- İlk önce tövbe kastıyla gusletmeli, gusül hâlinde kendi günahlarını ve içindeki pislikleri aklına getirerek Allah-u Teâlâ'ya şöyle arz etmelidir: "Rabbim! Sana geldim, günahlarımdan tövbe ettim ve bundan sonra da günah işlememeye kararlıyım. Suyla bedenimi yıkadığım gibi, kalbimi ve nefsimi de çirkin ahlâktan ve günahlardan temizliyorum."

2- Kendini Allah'ın huzurunda görmeli, her durumda Allah'ı anmalı ve hiçbir zaman O'na yönelmekten gafil olmamalıdır.

3- Nefsi ıslah edip içini temizleyerek ilâhî feyizleri almaya kendini hazırlayabilirsin. Gece ve gündüz boyunca kendi nefsine dikkat etmek ve onun hakkında tefekkür etmek için belli bir saat ayır, kendi nefsin üzerinde düşün, onu hesaba çek, sıfat ve durumlarını dikkatli bir şekilde incele. Belki Allah sana inayet ederek, meşhur ilim ve kelime mefhumu kabilinden olmayan maarif ve mukaşefeler bağışlar.

4- Sükût etmeli, gereğinden fazla konuşmamalı ve lüzumsuz sözlerden kaçınmalıdır.

5- Aşırı yemekten sakınmalıdır.

6- Devamlı abdestli olmalı ve abdesti bozulunca hemen yeniden abdest almalıdır. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurur: Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki: "Her kim abdesti bozulur da abdestini yenilemezse, bana zulmetmiştir. Her kim abdest aldıktan sonra iki rekât namaz kılmazsa, bana zulmetmiştir. Her kim namaz kılar da, namazdan sonra dua edip dünya ve ahiret işlerini benden ister ve ben de duasını kabul etmezsem, ona zulmetmiş olurum ve ben ise, zalim değilim (ki zulmedeyim)." [1]

Uyuyunca da abdestli ol, zira Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Taharetle uyuyan kimse, bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibidir. [2]

7- Gecenin son vaktinde uykudan uyanarak, abdest almalı, ıssız bir köşede kalp huzuruyla gece (teheccüt) namazını kılmalı, vitir namazının kunutunu uzatarak kendisi ve müminler için af dileyip yetmiş kere "Esteğfirullahe Rabbî ve etubu ileyh" demelidir. Gece namazını tam bir dikkatle ve kalp huzuruyla kılmaya çalışmalıdır. Ondan sonra A'râf Suresi'nin 54-56. ayetlerini yetmiş kere kalp huzuruyla okumalıdır; zira bu amel yakin elde etmek, şüphe ve vesveseleri bertaraf etmek için faydalıdır ve denenmiştir. [3]

8- "Ya Hayyu ve ya Kayyumu, Ya men lâ ilâhe illa ent" zikrini söylemeyi diline alıştırmalı ve boş vakitlerinde kalp huzuruyla bu zikri tekrarlamalıdır.

9- Her gün uzun bir secde yapmalı ve yapabildiği kadarıyla secdede "Lâ ilâhe illa ente subhaneke innî kuntu mi-ne'z-zalimin. (Senden başka ilâh yoktur. Sen münezzehsin; ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerdenim.)" zikrini kalp huzuruyla tekrarlamalıdır.

10- Gece ve gündüz içinde bir saat tayin ederek, "Ya Gani ve ya Muğni! (Ey ihtiyaçsız olan ve ihtiyaçsız kılan!)" zikrini kalp huzuruyla çok tekrar etmelidir.

11- Her gün kalp huzuruyla biraz Kur’an okumalı ve ayetleri üzerinde düşünmelidir.

Başlangıçta bu amellerin hepsini yapmaya gücü olmazsa, az bir miktardan başlayarak yavaş yavaş artırabilir.

Bu amellerin en önemlisi tefekkür, nefsi murakabe etmek (daima kontrol altında tutmak), kalp huzuru ve Allah'a teveccüh etmektir. Önemli olan, sülûk eden kimsenin bütün dağınık düşünceleri ve vesveseleri nefsinden uzaklaştırması, tamamen Allah'a yönelmesidir ki, bu da oldukça zordur.

Vesveseye kapılmama konusu dört aşamada yapılabilir:

Birinci merhalede, zikir hâlindeyken bütün dikkatimizi zikrin üzerinde toplar ve her türlü düşünceyi kendimizden uzaklaştırırız, nefsimizi tamamen kontrol altına alıp onu her türlü düşünceden uzaklaştırıncaya kadar bunu sürdürürüz.

İkinci merhalede, birinci merhaledeki gibi zikir yaparız; ancak ikinci merhalede zikir hâlinde zikirlerin manalarına tam olarak dikkat etmeye ve onları zihnimizden geçirip diğer düşünce ve vesveselerin saldırısından tamamen kaçınmaya çalışırız. Bu zikir müddetince başka düşüncelerin aklımızdan geçmesini engelleyip aynı zamanda zikirlerin anlam ve mefhumlarına da dikkat edinceye kadar bu yöntemi sürdürmeliyiz.

Üçüncü merhalede, önce zikirlerin manalarını kalbimize yerleştirmeye çalışırız, kalben zikirlerin anlamlarını kabul edip onlara iman ettiğimiz için zikirleri dile getiririz; çünkü gerçekte dil, kalbi izler.

Dördüncü merhalede, bütün vesveseleri, manaları ve hatta zikirlerin manalarını bile kalbimizden bertaraf etmeye ve kalbimizi Allah-u Teâlâ'nın nur ve feyizlerini kabule hazırlamaya, bütün varlığımızla dikkatimizi Hak Teâlâ'ya yöneltmeye çalışırız. O'ndan başkasını kalbimizden çıkarır ve kalbimizin kapısını ilâhî nurlara açarız. Bu durumda Allah'ın has lütufları bizi kaplayacak, O'nun feyizlerinden, nurlarından yararlanacak, O'nun cezbeleriyle kemal merhalelerinde yürüyüp yükselecek ve Rububî zatın eşsiz cemalini müşahede edebileceğiz.

Sülûk eden (Allah'a doğru yürüyen) kimse, bu makamda Allah'tan başka hiçbir şey görmez, hatta kendi nefsini ve fiillerini bile müşahede etmez ve sadece Allah ile dostluk kuracak derecede bir rabıtaya ulaşır.

Sözün gerisini, bu yolu kat eden, şevk, dostluk ve yakınlık makamının lezzetli tadını tadan Allah'ın has kullarına, velilerine bırakmamız daha uygun olacak:

İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) Talimatı

Bu rivayetin geçtiği sırada, 94 yaşında olan Unvan-i Basrî şöyle diyor: “Ben ilim öğrenmek için Malik b. Enes'e giderdim. Cafer b. Muhammed (İmam Cafer-i Sadık (a.s)) bizim olduğumuz şehre gelince, onun huzuruna gitmeye başladım. Çünkü ondan da ilim öğrenmek istiyordum. Bir gün bana dedi ki: "Ben gözaltındayım. Ayrıca gece gündüz her saatte edeceğim dua ve zikirler var, sen beni dua ve zikirlerimden alıkoyma ve ilim öğrenmek için önceki gibi Malik b. Enes'in yanına git."

Ben bu sözden dolayı üzülerek onun huzurundan dışarı çıktım ve kendi kendime dedim ki: "Bende bir hayır bulsaydı, beni kendisini görmekten mahrum etmezdi." Sonra Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mescidine gittim ve ona selâm verdim. Ertesi gün yine Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mezarının başına gittim; iki rekât namaz kılarak dua için ellerimi açarak şöyle dedim: "Allah'ım! Cafer'in (İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s)) kalbini (bana karşı) yumuşat. Onun ilmiyle beni rızıklandır ki, onun vesilesiyle senin doğru yoluna hidayet olayım." Ondan sonra hüzün ve kederle eve döndüm ve Malik b. Enes'in yanına da gitmedim. Çünkü Cafer b. Muhammed'e (a.s) karşı kalbimde bir aşk ve muhabbet doğmuştu. Uzun bir zaman farz namazları kılma dışında evden dışarı çıkmıyordum. Nihayet sabrım tükendi... Bir gün İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) evinin kapısına giderek içeri girmek için izin istedim. Bir hizmetçi dışarı çıkarak, "Ne işin var?" dedi. İmam'ın (a.s) huzuruna varıp ona selâm vermek istediğimi söyledim. Hizmetçi, "İmam namazla meşguldür" dedikten sonra eve geri döndü ve ben de kapının önünde oturdum. Çok geçmeden gelerek, "Buyurun içeri!" dedi. İçeri girerek İmam'a (a.s) selâm verdim. İmam Cafer-i Sadık (a.s) selâmımı alarak, "Otur, Allah seni affetsin" diye buyurdu. Karşısında oturdum. Mübarek başını yere eğdi ve uzun bir müddet sonra başını kaldırarak, "Künyen nedir?" diye sordu. "Ebu Abdullah'tır" dedim. Buyurdu ki: "Allah seni bu künyede sabit kılsın ve sana tevfik versin. Ne istiyorsun?"

Ben kendi kendime dedim ki: "İmam'la bu görüşmemde bu duadan başka bir fayda olmasa bile, bu kadarı da az değerlidir." İmam (a.s) tekrar, "İsteğin nedir?" buyurunca, arz ettim ki: "Allah'tan senin kalbini bana karşı şefkatli kılmasını ve ilminden beni faydalandırmasını istedim. Allah-u Teâlâ'nın duamı kabul ettiğini umut ederim."

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Ey Eba Abdullah! İlim, öğrenmekle elde edilmez; ilim, Allah'ın hidayet etmek istediği kişinin kalbinde parlayan bir nurdur. Öyleyse eğer ilim istiyorsan, ilk önce kulluğun hakikatini kalbinde oluştur ve ilmi, amel ederek talep et ve sana anlama vermesi için Allah-u Teâlâ'dan yardım iste.

Dedim ki: "Ey şerefli zat!" İmam (a.s) "Eba Abdullah diye hitap et!" buyurdu. Bunun üzerine dedim ki: "Ya Eba Abdullah! Kulluğun hakikati nedir?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: Kulluğun hakikati üç şeydedir: Birincisi, kul kendisini Allah'ın kendisine verdiği şeylerin maliki olarak görmemeli. Zira kullar bir şeye malik olmazlar; malı Allah'ın malı olarak görürler ve O'nun buyurduğu yolda harcarlar. İkincisi, kul işlerin tedbirinde (düzenlemesinde) kendini güçsüz ve aciz görmelidir. Üçüncüsü, kendini Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmekle meşgul etmelidir.

O hâlde, kul kendini malların maliki olarak görmezse, malları Allah yolunda harcamak onun için kolay olur. İşlerinin tedbirini, müdebbir olan Allah'a bırakırsa, dünya musibetlerine tahammül etmek onun için kolaylaşır. Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmekle meşgul olursa, değerli vakitlerini kavga ve övünmeyle zayi etmez.

Allah-u Teâlâ bir kulunu bu üç şeyle aziz kılarsa, dünya, şeytanlar ve mahlûkat artık ona kolay gelir. Bu durumda malını çoğaltmak ve övünmek için mal talep etmez; halkın yanında izzet ve üstünlük vasıtası sayılan şeyi istemez ve değerli vakitlerini boşuna geçirmez. Bu, takvanın ilk derecesidir. Zira Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: "İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyen ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) akıbet de takva sahiplerinindir." [4]

“Ya Eba Abdullah! Bana bir talimat ver” diye arz edince, İmam (a.s) şöyle buyurdu: Sana dokuz şeyi tavsiye ediyorum ve bu dokuz şey, hak yolunu kat etmek isteyen herkese benim tavsiyemdir. Allah-u Teâlâ'dan seni (bu şeylerle) amel etmeye muvaffak kılmasını dilerim: Bunlardan üçü nefsin riyazeti hakkında, üçü sabır ve tahammül hakkında ve üçü de ilim hakkındadır. Sen bunları ezberle ve sakın bunlar hakkında ihmalkârlık etme!

Unvan-i Basrî diyor ki: Onun sözlerine dikkat kesildim. O, şöyle buyurdu: Riyazet konusundaki üç tavsiyem şunlardan ibarettir:

1- İştahın olmadığı bir şeyi yememeye dikkat et; çünkü ahmaklığa ve cahilliğe sebep olur.

2- Aç olmadığın zaman yemek yeme.

3- Yemek yediğin zaman helal yemek ye ve yemekten önce "Bismillah" de. (Zira) Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Hiçbir şey, midenin tıka basa doldurulması kadar çirkin değildir. Yemeğe ihtiyacı varsa midenin üçte birini yemek için, üçte birini su için ve diğer üçte birini de nefes almak için ayırmalıdır."

Sabır hakkındaki üç tavsiyem de şundan ibarettir:

1- Her kim sana, "Bana söylediğin her kelime karşılığında on kelime söylerim" derse, karşılığında de ki: "Bana on kelime söylersen karşılığında benden bir kelime bile duymayacaksın".

2- Her kim sana kötü bir söz söylerse, ona cevaben de ki: "Söylediğin doğruysa, Allah beni affetsin ve eğer yalansa, Allah seni affetsin".

3- Seni küfürle tehdit eden kimseye sen nasihat et ve dua vaadinde bulun.

İlim hakkındaki tavsiyelerim de şunlardır:

1- Bilmediğin her şeyi âlimlerden sor. Ancak dikkat et, soruların onları denemek ve onlara eziyet etmek için olmasın.

2- Dikkat et, kendi görüşüne ve reyine göre amel etmeyesin ve mümkün olduğu kadar ihtiyatlı ol.

3- Kendi görüşüne göre (şer'i bir delilin olmaksızın) fetva vermekten, yırtıcı aslandan kaçar gibi kaçın ve kendi boynunu diğerlerine köprü yapma.

Ey Eba Abdullah! Şimdi gidebilirsin artık. Sana yeteri kadar nasihat ettim; benim zikir ve dualarımı engelleme. Çünkü ben kendi nefsime değer veriyorum. Vesselâmu ala men ittebea'd-dua. (Davete tâbi olanlara selâm olsun.) [5]

Allâme Meclisi’nin Talimatı

Bu yolda yürüyenlerden biri, büyük âlim ve ilâhî arif Molla Muhammed Taki Meclisî'dir. O şöyle yazıyor: Benim riyazet ve kendimi yetiştirmede elde ettiğim şey, tefsir okuduğum zamana rastlar. Bir gece, yarı uykulu bir hâlde Hz. Muhammed'i (s.a.a) gördüm. Kendi kendime “Hz. Peygamber'in kemallerine ve ahlâkına iyice dikkat etmem yerinde olur” dedim. Ben dikkat ettikçe onun azamet ve nuru daha da genişliyordu. Öyle ki nuru her yeri kapladı. O sırada uyandım (kendime geldim) ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ahlâkının Kur’an-ı Kerim olduğu ve Kur’an-ı Kerim üzerinde düşünmem gerektiği bana ilham oldu. Bir ayete dikkat ettikçe daha fazla hakikatlere varıyordum. Bir keresinde kalbime birçok hakikat ve marifetler ilham oldu. Üzerinde düşündüğüm her ayette böyle bir lütuf bağışlanıyordu bana.

Elbette böyle bir tevfike erişmeyen kimse için böyle bir konuyu onaylamak çok zor ve hatta normalde imkânsızdır. Ancak benim maksadım iman kardeşlerime irşat ve hidayet yolunu göstermektir.

Riyazet ve kendini yetiştirmenin yolları şunlardan ibarettir: Faydasız sözlerden ve hatta Allah'ı zikretme dışındaki sözlerden kaçınmalıdır. Lezzetli yiyecek ve içecekleri, güzel ve rahat elbiseleri, evleri ve kadınları terk etmeli, zaruret miktarıyla yetinmelidir. Evliyaullahtan başkalarıyla muaşeret etmekten sakınmalıdır. Fazla uykudan kaçınmalı ve Allah'ın zikrini tam bir dikkatle sürdürmelidir.

Evliyaullah "Ya Hayyu, ya Kayyum, ya men la ilahe illa ente" zikrini sürdürmeyi tecrübe etmiş ve çoğu zaman iyi sonuç almışlardır. Ben de bu zikri tekrarladım; ancak benim zikrim, çoğunlukla Allah'tan başkasını kalbimden çıkarmakla ve Allah-u Teâlâ'ya doğru tam olarak yönelmek suretiyle "Ya Allah!" demektir.

Elbette önemli olan nokta, tam bir dikkat ve yönelişle Allah'ı zikretmektir; diğer şeyler bu zikrin yerini alamaz. Bu amel kırk gece ve gündüz (aralıksız) devam edecek olursa, sülük eden kimsenin yüzüne hikmet, marifet ve muhabbet nurlarından kapılar açılır. O zaman Allah'ta fani olma ve baki kalma makamına yükselir. [6]

Molla Hüseyin Gulu Hamedanî'nin Mektubu

Rabbanî âlim ve takvalı arif rahmetli Molla Hüseyin Gulu Hemedanî Tebriz âlimlerinden birine gönderdiği mektubunda şöyle yazıyor: Bismillahirrahmanirrahim. Hamt, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Muhammed'e (s.a.a) ve onun pak Ehlibeytine ve Allah'ın laneti onların düşmanlarına olsun.

Din kardeşlerimiz bütün hareketlerde, sükûnlarda, sözlerde, yani yaşanan her anda yüce şeriata teslim olmanın dışında, sultanların sultanı Hazret-i Allah'a (c.c) yaklaşmanın başka bir yolu olmadığını; başka alanlarda iyi olsa da türlü zevkî hurafelerle (kendi zevklerinin hoşlandığı, kafalarına göre uydurdukları ve uyguladıkları şeylerle) yola çıkmanın, asıl yoldan uzaklaştırdığını bilmelidirler. Nitekim cahillerle sofuların -Allah onları muvaffak etmesin- âdeti bu şekildedir.

Hatta et yememeye karar verse ve pak Ehlibeyt İmamlarının masumiyetlerine iman etmiş olsa bile, böyle yapmakla Hazret-i Allah'tan uzaklaştığını bilmelidir. Zikir konusunda da durum böyledir. Masum Ehlibeyt İmamlarından (üzerlerine selâm olsun) bize ulaşmadığı bir şekilde (hadislerin aksi-ne) amel etmek insanı Allah'tan uzaklaştırır. Bundan dolayı, yüce şeriatı öne geçirmeli ve sadece şeraitte önem verilen şeye önem vermelidir.

Bu hakirin akıl ve nakilden (Kitap ve Sünnetten) istifade edip anladığı şey şudur: Allah'a yakınlığı isteyen kimse için en önemli şey, günahı terkte ciddiyet ve gayret göstermektir.

Bu hizmeti yapmadığın sürece zikrinin de, fikrinin de kalbinin hâline bir faydası olmaz. Zira bir sultana isyan eden bir kimsenin ona hizmet etmesi faydasızdır. Hangi sultan şanı en yüce sultandan (Allah) daha yücedir ve hangi isyan O'na isyan etmekten daha kötüdür?!

Bu söylediklerim üzerinde iyi düşün: Günah işlediğin hâlde ilâhî muhabbeti istemen, gerçekten çürük ve yanlış bir şeydir.

Günahın nefrete sebep olduğunu ve nefretin de muhabbetle bağdaşmadığını nasıl bilmezsin?! Günahı terk etmenin dinin başı ve sonu, zahiri ve bâtını olduğunu kesin olarak bildikten sonra, uykudan uyandığın ilk andan itibaren tekrar uyuyuncaya kadar her anında ciddi bir şekilde nefsini kontrole gayret göster. Ve O'nun huzurunda edep kurallarına uy. Bil ki vücudunun zerre zerre bütün parçaları O'nun kudretinin esiridir, O'nun şerefli huzurunda bulunmanın hürmetini çiğnemekten kork ve O'na, O'nu görüyormuş gibi ibadet et; zira sen O'nu görmesen de O seni görür. Devamlı O'nun azametine ve kendinin hakirliğine, O'nun yüceliğine ve kendinin alçaklığına, O'nun izzetine ve kendinin zilletine, Onun ihtiyaçsızlığına ve kendinin ihtiyaç ve fakirliğine dikkat et. O sana devamlı teveccüh ettiği halde, sen O'ndan kötü bir şekilde gaflet etme.

O'nun önünde zayıf ve zelil bir kul gibi dur. Ve O'nun ayakları altında zayıf bir varlık gibi tevazu et ve teslim ol. Günahların pisliğinin necis ettiği pis dilinle kendisinin yüce ismini zikretmene izin vermesi sana şeref ve övünmen için yetmez mi?!

Öyleyse ey aziz! Bu kerem ve merhamet sahibi senin dilini nur dağının, yani zikrinin mahzeni kıldığı için sultanın mahzenini necasetlerle, pisliklerle, gıybet, yalan, küfür, eziyet ve diğer günahlarla bulaştırmak hayâsızlıktır. Sultanın mahzeni güzel koku ve gül suyuyla dolmalıdır, pisliklerle necasetlerle değil! Ve şüphesiz murakebe etmeye/nefsini kontrole dikkat etmediğin için yedi organınla yani kulak, dil, göz, el, ayak, mide ve cinsel organınla hangi günahları işlediğini, hangi ateşleri yaktığını, dininde hangi fesatları çıkardığını, dil kılıcın ve dişlerinle kendi kalbine hangi münker yaraları vurduğunu bilmiyorsun; eğer onu öldürmediysen çok iyi. Bu fesatları açıklamak istersem kitaba sığmaz. Birkaç sayfayla ne kadar anlatılabilir ki? Sen vücudunun organlarını günahlardan temizlemediğin müddetçe, kalbin hallerinin açıklanması konusunda sana bir şey yazmamı nasıl bekleyebilirsin?! Öyleyse, gerçek tövbe etmeye koş. Ciddiyette, nefsini gözetmede ve kontrol etmede acele et!

Velhasıl gözetmeye ve kontrol etmeye gayret gösterdikten sonra Allah'a yakın olmayı isteyen kimse, seher vakitleri (gece namazı için) uyanık kalmayı unutmamalıdır. Gece namazını kendine has adabıyla ve kalp huzuruyla kılmalı, vakti fazla olursa zikir, fikir ve münacatla meşgul olmalı ancak gecenin belli bir miktarını kalp huzuruyla zikrederek geçirmeli, her halinde hüzünlü olmalı, eğer hüzünlü değilse birtakım yollarla buna ulaşmalı, ondan sonra da cennet hanımlarının efendisi Hz. Zehra'nın (s.a) tesbihini, on iki kere ihlâs suresini, on kere "lâ ilâhe illallahu vahdehu la şerike leh, lehul mulk" -sonuna kadar- yüz defa "lâ ilâhe illallah" ve yetmiş defa tövbe istiğfar etmeli ve biraz Kur’an tilavet edip meşhur sabah duasını yani: "Ya men delea lisan-es Sabah" duasını sonuna kadar okumalı, devamlı abdestli olmalıdır; her abdestten sonra iki rekât namaz kılması da çok iyidir. Başkalarına zararı dokunmamasına çok dikkat etmelidir. Müslümanların ihtiyaçlarını gidermeye, özellikle âlimlerin ve bilhassa takvalı âlimlerin ihtiyaçlarını gidermeye çok gayret göstermeli, günah işleme ihtimali olan her meclisten kesinlikle kaçınmalıdır.

Hatta gafil kimselerle zorunlu olmadığı halde aynı meclislerde bulunması, günah işlenmese de zararlıdır. Mubah işlerle haddinden fazla uğraşmak, çokça şakalaşmak, boş şeyler konuşmak ve beyhude sözlere kulak asmak kalbi öldürür.

Murakabe (nefsi kontrol ve terbiye) etmeksizin zikir etmek ve düşünmek insana bir süre hoş bir duygu verse de faydasızdır. Zira bu güzel hâl uzun süre devam etmez. Nefsi denetlemeden zikrin doğuracağı geçici hoş duyguya aldanmamalıdır.

Hepinizin çokça dualarını beklerim. Günah ve hataları çok olan bu hakiri unutmayın. Her perşembe akşamında ve Cuma günü ikindi vaktinde yüz defa Kadir suresini okumayı ihmal etmeyin. [7]

Mirza Cevad Ağa Tebrizî'nin Talimatı

Kâmil âlim ve arif, rahmetli Mirza Cevad Ağa Melikî Tebrizî şöyle yazıyor: Kutlu İslâm Peygamberi Hz. Resulullah (s.a.a) uzun secde konusunda önemle tavsiyelerde bulunmuştur ve bu çok mühimdir. Uzun secde, kulluğun en yakın şekillerinden biridir. Dolayısıyla namazın her rekâtında iki secde farz kılınmıştır. Uzun secde konusunda Masum Ehlibeyt İmamları ve onların Şiîleri ile ilgili çok önemli şeyler nakledilmiştir.

İmam Seccad'ın (a.s) secdelerinin birinde bin kere "Lâ ilâhe illallahu hakken hakka, lâ ilâhe illallahu taabbuden ve rikka, lâ ilâhe illallahu imanen ve sıdka" zikirlerini söylediği görülmüştür.

İmam Musa Kâzım (a.s) hakkında yazmışlardır ki, bazen onun secdesi sabahtan öğleye kadar sürüyordu. İbn-i Ebu Ümeyr, Cemil ve Harrebuz gibi Ehlibeyt İmamlarının dostlarından da buna yakın şeyler nakledilmiştir.

Necef-i Eşref'te tahsil ettiğim yıllarda takvalı talebelerin kendisine müracaat ettiği bir üstadım vardı. Ondan, "Salik için yararlı olacak bir tecrübeniz var mı?" diye sorduğumda, şöyle buyurdu: Her gün uzun bir secde yap ve secde hâlinde "La ilâhe illa ente subhaneke innî kuntu mine'z-zalimin" de. Zikir hâlinde, "Allah'ım! Ruhum tabiat zindanında tutsak olmuş ve çirkin ahlâka bulaşmış durumda. Rabbim bana zulmü münasip görmekten münezzehtir; bilakis, nefsime zulmeden ve onu bu helake iten ben kendimim" sözüne dikkat et.

Üstadım kendisine ilgi duyanlara bu secdeyi tavsiye ediyordu ve bu secdeyi yerine getirenler onun yapıcı sonuçlarını ve etkisini görüyorlardı (bilhassa bu secdeyi daha fazla uzatanlar). Onlardan bazıları bu zikri secdede bin kere, bazıları daha az ve bazıları da daha fazla tekrarlıyordu. Onlardan bazılarının bu zikri üç bin kere tekrarladıklarını da duydum.

Şeyh Necmeddin'in Talimatı

Şeyh Necmeddin-i Razî şöyle yazmıştır: Bil ki, adap ve şartlarına uymaksızın zikir yapmak pek faydalı değildir. Her şeyden önce zikrin adap ve şartlarına uymak gerekir. Sadık bir mürit olan kimseye, bu yolda sülûk etme duygusu belirirse bu, zikirle ülfet kurup mahlûkattan kopacağının, nihayet her şeyden yüz çevirip zikre sığınacağının belirtisidir ki: "Allah, de ve sonra onları bırak, içine daldıkları saçma uğraşlarında oyalanıp dursunlar."

Zikre murakabe edeceğinden, bütün günahlardan samimi olarak tövbe etmelidir. Zikir edince, mümkünse gusletsin ve eğer mümkün değilse, abdest alsın; zira dostun zikri düşmanla savaşmaktır; düşmanla silahsız savaşmak ise zordur ve "abdest müminin silahıdır." Ayrıca sünnete uygun temiz ve pak elbise giysin. Elbisenin temizliğinin ise dört şartı vardır:

Birincisi necasetten temizlik, ikincisi halktan zorla aldığı şeylerden temizlik, üçüncüsü haramdan (ipek elbiseden) temizlik, dördüncüsü gösterişten temizlik, yani sünnete uygun kısa elbise giymek. Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Elbiseni de temizle (kısalt)." Evinin tozunu alsın, temizlesin ve etrafa çekidüzen versin. Güzel koku da sürünürse daha iyi olur. Kıbleye doğru otursun. Bağdaş kurarak oturmak zikir esnası dışında her durumda nehyedilmiştir. Rivayet edilmiştir ki, Hz. Resulullah (s.a.a) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar bağdaş kurarak oturup zikrederdi.

Zikir hâlinde ellerini dizleri üzerine koyup kalp huzuruyla ve teveccüh ederek tam anlamıyla tazim etmelidir. O'nu yücelterek tam bir kuvvetle "La ilâhe illallah" demeye başlamalıdır.

En şiddetli zikirle; öyle ki, içtenlikle "Lâ ilâhe" demeli ve "illallah"ı içine akıtmalı, zikrin etkisi ve kuvveti vücudunun bütün organlarına ulaşmalıdır. Ancak sesini yükseltmemeli ve mümkün olduğu kadar sesini alçaltmaya çalışmalıdır.

Bu konuda Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret." [8]

Böyle sıkı ve devamlı bir şekilde zikredecek ve içinden zikrin anlamını düşünerek vesveseleri bertaraf edecektir. "Lâ ilâhe"nin anlamında kalbine gelen her vesveseyi yok ettiği gibi, "Hiçbir şey istemiyorum, senden gayrı sevdiğim yok" anlamında "illallah" diyecektir.

Bütün vesveseleri "Lâ ilâhe" ile kov ve "illallah" ile Hazret-i İzzet'i (Allah'ı) sevgili ve hedef edin. Her zikrin başında ve sonunda, nefiyde (ilâh yoktur) ve ispatta (sadece Allah) kalp hazır olmalıdır. Ne zaman kalbinin derinliklerinle başka bir şeye bağlı olduğunu ve alaka duyduğunu görürsen, işte o şeye teveccüh etmemeli ve gönlünü sadece Allah-u Teâlâ'ya vermelisin...

"La ilâhe"yle (ilâh yoktur) nefyederek o bağlantıyı koparmalı ve o şeyin sevgisini kalbinden çıkarmalı ve "illallah" (Allah'tan başka) diyerek Allah sevgisini o sevginin yerine oturtmalıdır. Bu şekilde, tedricen kalbi bütün bağlardan ve sevgililerden temizleyinceye kadar devam eder; zira zikir de yücelme, devam ve süreklilikten kaynaklanır. Bu ise, zikrin çokluğuyla, zâkirin (zikredenin) varlığının zikrin nurunda kaybolması, zikrin zâkiri her şeyden soyutlaması, bağlılık ve engelleri onun vücudundan çıkarması ve onu madde dünyasından manevî ve ruhanî dünyaya doğru hafifletmesidir. "Seyir ve sülûk edin, doğrusu siz yakınlaştırılmışsınızdır." Buyruğuna dikkat et ve bil ki, kalp ve gönül Allah'a mahsus olan halvet yeridir. Zira O, şöyle buyuruyor: "Yarattığım yer ve gökler beni içlerine sığdıramaz; beni ancak mümin kulumun kalbi içine sığdırabilir."

Kalpte başkaları bulunup O'nu rahatsız ettikçe, Allah'ın izzeti yabancıdan uzaklaşmayı gerektirir. Ancak gönül evinin "la ilâhe" nidası, kalbi başkalarının rahatsız etmesinden temizlerse, "illallah" sultanının gelmesinin tecellisini beklemelidir ki: "Şu hâlde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et." [9]

* * *

Görüldüğü gibi, ariflerin ileri gelenleri devamlı zikretmeyi seyir ve sülûkun en önemli yollarından biri olarak bildikleri hâlde bu yolu kat etmek için çeşitli yolları tecrübe ve tavsiye etmişlerdir. Bunun sebebi şudur: Şeriatta geçen bütün zikirler, zikrin meşru olmasının asıl hedefini yani Allah'tan başkasından kopup tamamen Allah-u Teâlâ'ya yönelmeyi sağlayabilirler.

Bu, kişilere, durumlara ve makamlara göre değişebilir. Sülûk eden kimsenin hangi durumda, hangi makamda olduğu ve kendisi için hangi zikrin daha uygun ve cazibeli olduğu önem taşımaktadır. İşte burada öğretici önemli bir rol ifa edebilir.

Hadis ve dua kitaplarında oldukça fazla dua ve zikirler nakledilmiş ve her biri için bir özellik ve sevap belirtilmiştir. Zikir ve dualar genel olarak mutlak ve mukayyet olmak üzere ikiye ayrılırlar:

Bazı zikirler için özel bir zaman veya özel bir keyfiyet ya da belli bir sayı belirtilmiştir. Bu yerlerde salik, belirtilen özel sevap ve sonuca ulaşmak için Ehlibeyt İmamlarından bize ulaşan yolda hareket etmeli, ona uygun amel etmelidir. Ancak bazı zikirler mutlaktırlar. Burada kendi durum ve şartlarına göre uygun sayı ve zamanı seçip zikretmesi veya kendi üstat ve kılavuzundan emir alması salikin elindedir. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler hadis ve dua kitaplarına müracaat edebilirler.

Burada iki noktaya dikkat edilmesi gerekir:

1- Salikin zikirden asıl hedefi, Allah-u Teâlâ'ya karşı teveccüh, kalp huzuru ve manevî bir hâl elde etmektir. Dolayısıyla zikrin miktarını, zamanını ve keyfiyetini seçmede bu noktaya dikkat etmeli ve kendi hâlini göz önünde bulundurmalı; hazır ve müsait olduğu miktarda zikretmeli, yorgun ve isteksiz olduğu zamanda uygun bir zamanda yeniden başlamak üzere zikri bırakmalıdır. Zira İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Kalp, bazen ikbal hâlindedir ve bazen de isteksiz ve yorgundur. O hâlde kalp istekli ve meyilli olduğu zaman amele girişin; çünkü kalp ikrah ve zorla bir amele girişirse, kör olur. [10] Elbette bu konuda kişiler, durumlar, makam ve vakitler farklıdır.

2- Şunu bilmemiz gerekir ki, riyazet ve zikirden hedef, nefsi kemale ulaştırmak ve Allah'a yaklaşmaktır. Allah'a yakın olmak ise, vazifeyi yerine getirme dışında hiçbir şeyle gerçekleşmez. İnsanın üzerinde dinî ve sosyal bir vazife varsa onu yerine getirmeli, aynı zamanda Allah'ı anmalı ve mümkün olduğu kadarıyla zikretmelidir. Boş olduğu zamanlarda da zikredebilir; ancak riyazet ve zikir bahanesiyle şer'i vazifesini yerine getirmeyip inzivaya çekilirse böyle bir amel Allah'a yaklaşmaya ve “kurb” makamına erişmeye vesile olmaz.

Ayetullah İbrahim EMİNÎ

 

---------

[1]- Vesailu'ş-Şia, c.1, s.268.

[2]- Vesailu'ş-Şia, c.1, s.266.

[3]- Usul-u Kâfi, c.1, s.344.

[4]- Kasas, 83.

[5]- Keşkül, (Şeyh Bahaî'nin eseri), c.2, s.184, Ferahani basımı; Biharu'l-Envar, c.1, s.224.

[6]- Ravzatu'l-Muttakin, c.13, s.128.

[7]- Tezkiretu'l-Muttakin, s.207.

[8]- A'râf, 205.

[9]- İnşirâh, 7; Mirsadu'l-İbad, s.150.

[10]- Biharu'l-Envar, c.70, s.61.

Tarih: 21-09-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum