içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Meleklere Selam - 2

Melekler, tabiat âleminin parçaları ve olaylarının cinsinden ve türünden değillerdir; aksine, onlar özel mahiyetlere sahip kutsal varlıklardırlar.

Meleklere Selam - 2

Bismillahirrahmanirrahim

Kur’an-ı Kerim, meleklerin özelliklerini genel olarak şöyle saymaktadır:

1- Melekler, Allah’ın akıllı ve şuurlu varlıkları ve değerli kullarıdırlar:

Aksine onlar ( melekler), değerli kullardır.” [1]

2- Onlar, Allah’ın emirlerine teslimdirler ve O’na karşı hiçbir zaman günah işlemezler:

O'ndan önce söz söylemezler ve sürekli O'nun emri ile hareket ederler.” [2]

3- Allah tarafından onlara çeşitli ve önemli vazifeler bırakılmıştır:

Onların bir grubu arşı taşırlar:

Melekler göğün etrafındadırlar. O gün Rabbinin Arş'ını onların üstünde sekiz (melek) taşır.” [3]

Bir grup melek işleri düzene sokarlar:

Sonra işleri düzenleyen meleklere andolsun (ki şüphesiz kıyamet gerçekleşecek ve siz hesaba çekileceksiniz).” [4]

Bir grubu canları alırlar:

Sonunda elçilerimiz canlarını almak için onlara geldiğinde.” [5]

Bir grubu insanların amellerine murakıp olurlar:

Şüphesiz, sizinle görevli bekçiler vardır. Onlar, değerli yazıcılardır; yaptıklarınızı bilirler. Şüphesiz, iyiler kalıcı nimettedirler.” [6]

Bir grubu insanları tehlikelerden korurlar:

Üzerinize (sizi belalardan ve hadiselerden korumak için) koruyucular gönderir.” [7]

Bir grubu azap görevlileridirler:

Elçilerimiz gelince,” [8]

Bir grubu savaşlarda müminler için ilahî imdatçılardır:

Hani yukarınızdan ve aşağı yanınızdan (ordularınızın üstünden ve altından) size doğru gelmişlerdi…” [9]

Ve nihayet bir gurubu vahyin mübelliğleri ve semavî kitapları peygamberlere getirenlerdir:

Melekleri, emri üzere ruh ile kullarından dilediğine indirir.” [10]

4- Onlar, sürekli Allah’ı tesbih ve takdis etmekle meşguldürler:

Melekler, Rablerini hamd ile tenzih ederler.” [11]

5- Onlar, bazen insan şeklinde peygamberlere ve hatta peygamber olmayan insanlara bile görünürler:

Biz ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik.” [12]

Elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirdiler. "Selam sana." dediler.” [13]

6- Onların farklı makam ve mevkileri vardır. Bazıları sürekli rükûda ve bazıları sürekli secdededirler:

“(Melekler derler ki:) "Bizden her birimizin mutlaka belli bir makamı vardır. Kuşkusuz, biz sıra sıra dizilmişiz. Kuşkusuz, biz tenzih ederiz."” [14]

Önemli Bir Rivayet:

Emirulüminin Ali (a.s), “Onun (her insan) için Allah'ın emriyle önünden ve arkasından koruyan nöbetçi melekler vardır.” [15] ayetinin açıklamasında şöyle buyurmuştur:

“İnsan, kendisi için takdir edilen şeye ulaşıncaya kadar onların helak olmasına engel olan Allah’ın nöbetçi melekleridir. Onun mukadderatı gelip yetişince takdiri ile baş başa bırakırlar.”

Yüce İslam Peygamberi’ne (s.a.a) “İnsanın yanında kaç melek vardır?” diye sordukları zaman, şöyle buyurdu: “Biri hasene ve iyilikler için sağ tarafında bulunan ve sol taraftaki meleği gözetleyen melektir; iyi bir iş yaptığın zaman onu on kat fazla yazar. Kötü bir iş yaptığında, sol taraftaki sağ taraftakine, “Yazayım mı?” der. Sağ taraftaki, “Hayır, belki tövbe edecektir” der. Üç defa bu konuşma geçtikten sonra, “Yaz” der. “Allah bizi ondan kurtarsın; ne kötü arkadaştır! Ne kadar düşüncesiz ve Allah’tan hayâ etmeyen bir kişidir!” Allah-u Teâlâ’nın, “Onun (her insan) için Allah'ın emriyle önünden ve arkasından koruyan nöbetçi melekler vardır.” şeklindeki buyruğunun anlamı budur.”

Büyük hadis âlimi Allame Meclisî, “Biharu’l-Envar” kitabının elli dokuzuncu cildi ve 153. sayfasında şöyle buyurmuştur:

“Bu meleklerin ve insana musallat olmalarının faydası nedir?” diye soracak olurlarsa, şu cevabı veririz: Bunun birkaç yönü vardır:

1- Şeytan insanı şer ve günaha çeker. Bu melekler ise şeytanın karşısında onu hayır ve itaate çekerler.

2- Mücahit demiştir ki: Hiçbir Allah kulu yoktur ki onu cinden, insandan ve yırtıcı hayvanlardan koruması için üzerine bir melek görevlendirilmemiş olsun.

3- Bazen hiç bir sebebi olmadan aklımızdan bir hatıra geçer. Daha sonra onun sebebinin bir maslahat veya bela ve yok oluş olduğu, birincisinin hidayet meleğinden ve ikincisinin ise saptırıcı şeytandan olduğu anlaşılıyor.

4- İnsan yaptıklarını bir meleğin kaydettiğini, saydığını ve meleğin kendisiyle birlikte olduğunu bilecek olursa günahtan daha fazla sakınır; nitekim saygın bir insanın karşısında da utanır ve günah işlemez.

Emirü’l-Müminin Ali (a.s) Nehcu’l-Belaga’nın birinci hutbesinde şöyle buyuruyor: “Daha sonra Allah-u Teâlâ yükselen gökleri yardı ve onların arasını çeşit çeşit meleklerle doldurdu: Onlardan bir grubu başlarını kaldırmaksızın sürekli secde halindedirler, rükuya gitmezler. Bazıları sürekli rükû halindedirler; hiç bir zaman doğrulmazlar. Bir grubu sürekli ayakta (kıyam halinde) saf tutmuş Allah'a ibadet eder de hiç bir zaman vaziyetlerini bozmaz-değiştirmezler. Dördüncü grubu hiç yorulmaksızın sürekli Allah'ı zikreder. Ne gözlerine uyku gelir onların, ne yanlış düşünürler, ne bedenleri gevşer, ne de unutkanlığa uğrarlar. Meleklerden bir grubu da Allah'ın vahyinin eminleri olup O'nun buyruklarını elçilerine ulaştırır, takdir ettiği şeyleri yere indirir ve göğe çıkarırlar. Bir grubu kullarının koruyucuları, bir grubu cennetin kapılarının kapıcılarıdırlar.”

Değerli filozof Hacı Şeyh Muhammed Takî Caferî, Nehcu’l-Belaga’nın birinci hutbesinin şerhinde, meleklerin hakikati konusunda şöyle buyuruyor: Melekler konusu geçmiş dinlerde de çeşitli kavramlarla ve farklı tanımlarla söz konusu idi. İslam dininde, Kur’an-ı Kerim ve muteber hadislere bakıldığında meleklerin varlığında hiçbir şüphe yoktur. Kur’an-ı Kerim’de on üç yerde “melek” kelimesi ve iki yerde tensiye olarak “Melekeyn” kelimesi ve yaklaşık yetmiş üç yerde ise, çoğul olarak “Melaike” kelimesi geçmiştir. Diyoruz ki: Melekler vardır; eğer melekleri hissedemeyişimizi, onların yokluğunun delili sayarsak, hissedilmeyen gerçeklerden ibaret olan temel malumatımızın yarısını inkâr etmiş oluruz ve hiçbir akıl sahibi düşünür, “Görmüyorum, o halde yoktur” teoremini dünya bakışının temeli edemez ve hissetme dairesinin dışında kalan şeylerin yokluğuna hükmetmez. Biliyoruz ki, bir sesi duyabilmemiz için ses dalgalarının belli bir seviyeye ulaşması gerekiyor. Cisimler, şekiller, güller ve renkleri belli bir mesafede algılayabiliriz. Bir elektron ve enerji tanesini şimdiye kadar görmüş değiliz. Çekicilik duyu organlarıyla hissedilmiyor. Düşünce, hayal, irade gibi iç güçler ve olayların hiç biri ve müdüriyetin sahip olduğu ve “ben” denilen o hakikat duyu alanına girmiyor. Hatta en hassas ve dakik aletlerle bile algılanamıyor.

Melekler, tabiat âleminin parçaları ve olaylarının cinsinden ve türünden değillerdir; aksine, onlar özel mahiyetlere sahip kutsal varlıklardırlar. Bizim meleklerle ilgili sıfatlandırmalarımız ya direkt ya da gayr-i müstakim olarak vahiy kaynağına dayanmaktadır. Direkt vahiy kaynağı Kur’an-ı Kerim ve gayri müstakim vahiy kaynağı ise, Allah’ın en büyük velisi Emiru’l-Müminin Ali (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt İmamlarının mübarek buyruklarıdır. [16]

Arşın Taşıyıcıları

Kur’an-ı Mecid, Allah’ın arşını taşıyan meleklerden iki ayette söz etmektedir:

Arş'ı taşıyanlarla onun çevresindekiler, hamd ederek Rablerini tenzih ederler,” [17]

Melekler göğün etrafındadırlar. O gün Rabbinin Arş'ını onların üstünde sekiz (melek) taşır.” [18]

Ve bir ayette de Allah-u Teâlâ’nın arşının etrafını kuşatan meleklerden söz etmektedir:

Görürsün ki melekler, Arş'ın etrafını sarmış, hamd ederek Rablerini tenzih ederler. Onların aralarında hak ile hükmedilir. Ve "Hamd, âlemlerin Rabbi Allah içindir." denir.” [19]

On sekiz ayette de Allah-u Teâlâ’nın arşından “Azim”, “Kerim” ve “Mecid” diye söz etmektedir. [20]

Arş’ın Mana ve Mefhumu

Kur’an-ı Kerim ve rivayetlerden apaçık bir şekilde anlaşılıyor ki arş ve kürsü, Hak Teâlâ’nın varlıklarından iki varlık ve ilahî hakikatlerden iki hakikattir.

Ayet ve rivayetleri incelediğimizde her iki kelimenin bütün melekutî, batınî ve zahirî anlamları taşıma takatine sahip olduklarını görmekteyiz.

Şeyh Saduk’un “Meani’l-Ahbar” adlı eserinde Mufazzal b. Ömer’in senedi ile şöyle rivayet edilmiştir: İmam Cafer-i Sadık’a (a.s) “Arş ve kürsü nedir?” diye sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Arş, bir bakımdan yaratılan bütün varlıklardır ve “kürsü” ise, onların yeri ve mekânıdır. Diğer bir açıdan ise, Allah’ın peygamberlerine, elçilerine ve hüccetlerine bildirdiği ilimdir. Kürsü ise, O’nun kendine ait olan ilimdir.”

Şeyh Saduk, “Tevhid” adlı kitabında İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) “Kürsüsü gökleri ve yeri kapsamıştır” ayetinin tefsirinde şöyle aktarılmıştır: “Gökler, yer ve onların arasında olanlar kürsüdedir ve arş ise, kimsenin ölçemediği bilgidir.”

Şeyh Mufid şöyle buyurmuştur: Arş, saltanat ve padişahlık anlamındadır, “Zu’l-Arş” yani âlemdeki bütün varlıkların üzerinde güç, kudret, istila ve saltanat sahibidir.

Hadis uzmanı Allame Meclisî, arş ve kürsü ile ilgili hadislerin bitiminde, o rivayetler hakkında araştırma yapmak ve onları ortak bir noktada toplamak için şöyle buyuruyor: [21]

Bil ki, padişahlık tahtı bu dünyada padişahların güçlerinin göstergesidir; fakat Allah-u Teâlâ mekân ve yeri olmaktan münezzehtir. O’nun ne bir tahtı ve ne de üzerinde oturduğu bir kürsüsü vardır. Bu ikisi (arş ve kürsü), O’nun bazı yarattıklarının münasebetlerinden dolayı birkaç anlamda kullanılmışlardır:

1- Yedi göğün üzerindeki iki büyük cisim.

Allah’ın ahkâm ve takdirleri onlardan çıktığı, mukarrep melekler, peygamberler ve vasilerin ruhları onların etrafında olduğu için bu isimle adlandırılmışlardır. Allah kimi kendisine yaklaştırmak isterse, onların üzerine çıkarır. Nitekim padişahların fermanları, saltanat eserleri ve onların yücelikleri taht ve kürsüsündendir. Yine arş ve kürsü, yaratılmış en büyük cismani varlıklardır. Onların kendilerine has hayret verici nurları ve şaşırtıcı eserleri vardır. Onlar, diğer cisimlerden daha fazla Allah’ın varlığına, ilmine, gücüne ve hikmetine delalet ederler. Çoğu zaman “Arşın melekler tarafından taşınmasından” maksat şu olabilir: Kıyamet günü, arşı onlarla ayakta duracaktır. Onlar, arşın hâkimleri ve O’na yakın olan kişilerdir.

2- İlim ve bilgi.

Allah’ın yarattıklarına zuhurunun kaynağı, ilim ve tanımadır. O kullara tecelli vesilesi ise, arş ve kürsüdür. Onun taşıyıcısı, göklerde ve yerde, özellikle O’nu tanımayla ilgili olan şeylerde ilminin mahzenleri olan Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları (Allah’ın selamı onların üzerine olsun)dır.

3- O’nun bütün yarattıklarını kuşatan bir hakikat.

Çünkü yeryüzü ve onun üzerinde olan her şey Allah’ın varlığının nişanesi, gücünün belirtileri, varlığının ve hikmet feyzinin eserleridirler. O halde tüm yaratılmışlar, O’nun azamet ve yüceliğinin arşı ve kemal sıfatlarının tecellisinin vesilesidirler. Masum Ehl-i Beyt’inin buyruklarından birinde şöyle hatırlıyorum: “O her perspektiften yücedir.”

4- O’nun kemal ve celal sıfatlarının her biri O’nun arşıdır.

Çünkü azamet ve celalinin karargâhı ve istidatları miktarınca kullarına zuhurunun vesilesidirler. O’nun ilim arşı, güç ve kudret arşı, rahmanlık, rahimlik, birlik ve münezzehlik arşı vardır.

5- Allah’ın marifet ve muhabbetinin karargâhı olan peygamberlerin, vasilerin ve kâmil müminlerin kalbi.

Nitekim rivayetlerde şöyle geçmiştir: “Müminin kalbi Rahman’ın arşıdır.”

Allame Tabatabai, arşın açıklamasında şöyle buyuruyor: “Sonra arşa istiva etti” buyruğu ilahî tedbirin, mülkünü kuşatmasını mücessem eden ve bununla birlikte, her şeyin kontrolünün bir araya toplandığı bir makam olan bir hakikatin varlığına da delalet etmektedir. İlim makamı da vardır ve böyle olduğu için, bu âlem var olmadan önce, âlem var olurken ve yaratılmışların Allah-u Teâlâ’ya dönüşlerinden sonra da var olacaktır. [22]

 

--------------

[1]- Enbiya, 26.

[2]- Enbiya, 27.

[3]- Hakke, 17.

[4]- Naziat, 5.

[5]- A’raf, 37.

[6]- İnfitar, 10-13.

[7]- En’am, 61.

[8]- Hud, 77.

[9]- Ahzab, 9.

[10]- Nahl, 2.

[11]- Şura, 5.

[12]- Meryem, 17.

[13]- Hud, 69.

[14]- Saffat, 164-166.

[15]- Ra’d, 11.

[16]- Tefsir-i Nehcu’l-Belaga, c.1, s.116.

[17]- Mu’min, 7.

[18]- Hakka, 17.

[19]- Zumer, 75.

[20]- A’raf, 54, Tevbe, 129, Yunus, 3, Ra’d, 2, İsra, 42, Tâhâ, 5, Enbiya, 22, Mu’minun, 86 ve 116, Furkan, 59, Secde, 4, Mu’min, 15, Zuhruf, 82, Hadid, 4, Tekvir, 20, Buruc, 15, Hud, 7.

[21]- Biharü’l-Envar, c.58, s. 5- 39.

[22]- el-Mizan tefsiri, c. 8, s. 214.

Tarih: 02-01-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum