Mucize ile İlgili Birkaç Şüphenin Cevabı
Bismillahirrahmanirrahim
Mucize konusunda öne sürülen bazı şüpheler ve onların cevaplarını açıklıyoruz:
1- Mucize, Nedensellik Aslını Çiğnemiş Olmuyor mu?
Her maddî olayın, ilmî deneylerle tanınıp bilinebilecek kendine has nedenleri vardır. Laboratuvar gereçlerinin yetersizliğinin sonucu olan "bir olayın nedenlerinin bilinmezliği" normal bir olayın nedeninin olmadığı şeklinde yorumlanamaz ve buna delil olarak gösterilemez. Binaenaleyh olağanüstü olaylar ancak "bilinmeyen nedenlerden dolayı vuku bulan olaylar" olarak kabul edilebilirler. En fazla, henüz bilinmez oldukları dönemde nedenlerinin anlaşılması mucize telakki edilebilir. Ama ilmî deneylerle anlaşılması mümkün olmayan nedenlerden söz etmek, nedensellik ilkesine temelden aykırı düşeceği için, kabul edilebilir değildir.
Cevap: Nedenselliğin nihaî gereği, bir etkene bağlı her malulün mutlaka bir nedenden kaynaklandığının ispatlanmasıdır. Ama her "neden"in mutlaka ilmî deneylerle de anlaşılabilmesi gerektiği gibi buna bir delil bulabilmek de mümkün değildir. Çünkü ilmî deneylerin limiti doğal olaylar ve imkânlarla sınırlıdır ve tabiat ötesi olay veya varlıkların varlığını yokluğunu veya etkilerinin olmadığını laboratuvar gereçleriyle ispatlamak imkânsızdır.
Diğer taraftan “mucizeyi” bilinmeyen nedenlerin bilinmesi olarak yorumlamak da doğru değildir. Zira bu bilgi normal faktörler yoluyla elde edilmişse, diğer normal olaylardan bir farkı kalmayacak ve kesinlikle olağanüstü telakki edilemeyecektir. Bu bilgi normal olmayan yollardan elde edilecek olursa, olağanüstü olay sayılacak, Yüce Allah'ın izniyle ve bir peygamberin hakkaniyetinin ispatı için de vuku bulması hâlinde mucizenin türlerinden biri (ilmî=bilimsel mucize) kabul edilebilecektir. Mesela Hz. İsa'nın (a.s) mucizelerinden biri de insanların evlerindeki yiyecekleri ve biriktirdikleri paranın miktarını ve yerini bilmesiydi. [1] Ama mucizenin sırf bu türden ibaret sayılması ve diğer türlerinin reddedilmesi mümkün değildir. Sonuçta, nedensellik esası açısından bu olaylarla diğer olağanüstü olaylar arasında ne fark olduğu sorusu geçerliliğini korumaktadır.
2- Olağanüstülükler, Allah'ın Sünnetinde Değişiklik Sayılmaz mı?
İlâhî sünnet gereğince her olay belli bir sebep ve nedenle gerçekleşir ve Kur’an-ı Kerim ayetlerinde ilâhî sünnetlerin asla değişmeyeceği vurgulanmaktadır. [2] Bu durumda ilâhî sünnetlerde bir nevi değişme sayılan olağanüstülükler bu tür ayetlerle ret mi edilmiş olmaktadır?
Bu da bir önceki şüpheye benzemektedir ve sadece şu fark vardır: Orada sadece akıl ve mantık yoluyla delil aranıyordu ama burada ise, Kur’an ayetleri delil gösterilmektedir.
Cevap: Olayların neden ve sebebini sırf normal etken ve sebeplerle sınırlamayı değişmez ilâhî kurallardan biri saymanın hiçbir delil ve dayanağı yoktur. Bu, sıcaklığın sırf ateşe has bir neden olmasını söyleyip bunu değişmez ilâhî bir kural telakki etmeye benzer! Bu tür iddialar karşısında şöyle denilebilir: Çeşitli sonuçlar için çeşitli nedenlerin olması ve bazen normal nedenler yerine normal üstü nedenlerin ikame edilmesi yeryüzünde her zaman var olagelmiş bir durumdur ve bu nedenle de Allah'ın değişmez kurallarından biri olarak kabul edilmelidir. Nedenlerin tamamını normal nedenlerle sınırlamak bu kuralda değişiklik kabul etmektir ki, Kur’an ayetleri bunu reddetmektedir.
Kısacası, Allah'ın sünnetinin (kanunlarının) değişmezliğiyle ilgili ayetleri yorumlarken, normal faktörlerin başka faktörlerle ikame edilmezliğini bu ayetlerdeki "ilâhî sünnetin değişmezliğinin bir gere- ği" olarak tanımlamak dayanaksız bir yorum olacaktır. Bilakis, mucizeler ve olağanüstülüklerin vukuuna delalet eden nice ayetler bu yorumun doğru olmadığının delilidir. Söz konusu ayetlerin doğru tefsirinin ne olduğunu anlamak için tefsir kitaplarına bakılması yeterli olacaktır. Burada sadece şunu kısaca belirtmekle yetiniyoruz: Bu tür ayetler, sonucun nedene aykırı olmamasıyla ilgilidir, nedenin birden çok olması veya normal üstü nedenin normal neden yerine ikame edilmesiyle değil. Bilakis, bu ayetlerin, olağanüstü nedenlerin etkisini vurguladığı söylenebilir.
3- Hz. Peygamber, Mucize Göstermekten Neden Kaçınmıştır?
Bir diğer şüphe şudur: Kur’an-ı Kerim'de insanların defalarca Hz. Resulullah'tan (s.a.a) olağanüstü davranışlar beklediği ve mucizeler göstermesini istediği ama Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu tür istekleri geri çevirdiği geçmektedir. [3] Mucizeler, peygamberliğin ispat yollarından biri sayıldığına göre Hz. Resulullah (s.a.a) neden bu yoldan faydalanmıyordu?
Cevap: Bu tür ayetler Allah Resulünün (s.a.a) peygamberliğinin her üç yolla da (sadakatini gösteren karineler, kendisinden önceki peygamberlerin onun geleceğini haber verip insanları müjdelemesi ve mucize göstermesi ile) ispatlandıktan sonra ileri sürülüyordu ve hakikati anlamak için değil, sırf inat ve karşı koyma amacıyla yapılıyordu. [4] Dolayısıyla da ilâhî hikmet, bu tür isteklerin yerine getirilmesini gerektirmiyordu.
Dahası bu dünyaya egemen kural ve düzende birer istisna sayılan ve bazen halkın isteği üzerine (Hz. Salih'in -a.s- devesi gibi), bazen de iptidai şekilde (Hz. İsa'nın -a.s- mucizeleri gibi) gerçekleşen mucizelerin amacı insanları peygamberlerin davetlerini kabule mecbur etmek ve onların mecburen de olsa peygamberlere teslimiyetini sağlamak için değil, insanların Allah'ın gönderdiği peygamberleri tanımaları ve hiçbir özre mahal kalmayacak şekilde onların hakkaniyetini anlamaları içindi…
Mucizeler bir eğlence ve meşgale vesilesi olmadığı gibi, yeryüzünün normal düzeninin kural ve nedenlerini alt-üst etmek amacıyla da gerçekleşmiyordu. Böyle bir gaye, elbette ki her isteğin yerine getirilmesini gerektirmemektedir. Bilakis bunlardan bazılarının yerine getirilmesi hikmete ve gayeye ters düşecek nitelikteydi. Mesela bazen öyle isteklerde bulunuluyordu ki, gerçekleşmesi hâlinde insanların tercih ve özgür iradesinin önü tıkanmış ve peygamberlerin davetini kabule âdeta zorlanmış olacaklardı.
Hakeza sırf inat ve karşı koyma amacıyla veya başka maksatlarla da istenen, zerrece hakikati anlama gayesi taşımayan istekler de vardı. Bütün bu durumlarda her isteğin yerine getirilip her isteyene mucize gösterilmesi hâlinde mucize olayı laçkalaşacak, insanlar sırf eğlenmek ve meraklarını gidermek için mucizeleri seyredecek veya sırf kişisel çıkarlarının temini için peygamberlerin yanında yer alacaklardı. Diğer taraftan, bu durumda insanların özgür iradeleriyle denenip sınanmaları mümkün olmayacaktı artık. İnsanlar istemeden ve üzerlerinde bir nevi baskı hissettikleri için peygamberlere uymak durumunda kalacaklardı. Her iki durum da mucizenin gaye ve hikmetine ters düşmektedir.
Nitekim bu durumlar dışında ve ilâhî hikmetin gerektirdiği yerlerde mucize isteğine olumlu cevap vermekteydiler. Bu doğrultuda birçoğu nakil veya tevatür yoluyla ispatlanıp kaydedilmiş olan nice mucizeyi Hz. Resulullah da (s.a.a) göstermiş olup bunların başında efendimizin (s.a.a) ölümsüz mucizesi olan Kur’an-ı Kerim gelmektedir.
4- Mucize, Aklî Burhan mıdır, İkna Temelli Bir Delil mi?
Bir şüphe de şudur: Mucize, ancak Allah'ın özel izniyle gerçekleştiğinden, Allah'la mucizeyi gösteren arasında özel bir bağ ve yakınlık olduğunu gösterir sadece… Çünkü söz konusu özel izin sadece ona verilmiştir. Başka bir deyişle, yapmak istediği şeyi onun eliyle ve onun iradesinin kanalıyla gerçekleştirmiştir. Ama mucize gösteren birisiyle Allah arasındaki irtibatın mantıkî gereği, onun Allah'tan vahiy alma ve bunu insanlara ulaştırma gibi bir irtibata da sahip olması değildir. O hâlde mucize, peygamberliğin hakkaniyetini gösterme yolunda "aklî" bir delil kabul edilemez; olsa olsa zanna ve iknaya dayalı bir delil sayılabilir…
Cevap: İlâhî de olsa, olağanüstü bir hadise, sırf bu olağan üstülüğü nedeniyle, vahiyle de irtibatı olduğuna delil teşkil etmez. Nitekim evliyanın gösterdiği kerametler onların peygamber olmalarına da delil sayılamaz. Ancak burada söz konusu edilen şey, peygamberlik iddiasında bulunan ve bu iddiasının hak olduğunu ispatlayabilmek için mucize gösterdiğini bizzat vurgulayan kimselerin durumudur. Yalan söyleyerek peygamberlik iddiasına kalkışan ve böylece dünya ve ahiretin en büyük kötülüğüne sebep olacak günahların en çirkinini ve en büyüğünü işleyen biri [5] elbette ki Yüce Allah'la böyle bir (yakın) bağ ve ilişkiye asla sahip ve lâyık değildir zaten… Bu nedenle de insanları saptırması için ona mucize gösterme gücü verilmeyeceği de hikmet-i ilâhînin malum gereklerindendir. [6]
Özetlemek gerekirse, akıl şunu apaçık bir şekilde kavramaktadır ki ancak Rabbine ihanette bulunmayan ve onun kullarının ebedî sapkınlık ve bedbahtlığına sebep olmayan birisi, Allah'la özel bir irtibat kurup mucize gösterebilme gücüyle donatılmaya layıktır.
Binaenaleyh mucize gösterilmesi, peygamberlik iddiasının doğruluğuna dair kesin ve aklî delil teşkil etmektedir.
Muhammed Taki MİSBAH
------------
[1]- Âl-i İmrân, 49.
[2]- İsrâ, 77; Ahzab, 62; Fatır, 43; Fetih, 23.
[3]- En'âm, 37 ve 109; Yunus, 20; Ra'd, 7; Enbiyâ, 5.
[4]- En'âm, 35 ve 124; Tâha, 133; Saffat, 14; Kamer, 2; Şuarâ, 3,4, 197; İsrâ, 59; Rum, 58.
[5]- En'âm, 21, 93, 144; A'râf, 37; Yunus, 17; Hud, 18; Kehf, 15; Ankebut, 68; Şûra, 24.
[6]- Hakka, 44-46.
Tarih: 09-12-2023