Namazların Birleştirilmesi
Bismillahirrahmanirrahim
Soru: Caferiler arasında yaygın olan bir uygulamanın, namazların birleştirilerek kılınması olduğunu biliyoruz. Bu, neden böyle yapılıyor? Acaba bu uygulamanın cevazına Kur'an ve Sünnet'ten delil gösterebilir misiniz? Özellikle Sünni kaynaklara dayanarak... Zira bildiğimiz gibi Sünni camiada yaygın görüş, bunun sadece zaruret durumlarında bir ruhsat olduğu görüşüdür...
Cevap: Aziz kardeşim, sorunuzun cevabına geçmeden, Caferî mezhebinin namazın vakti hakkındaki görüşüne kısaca bir değinmek istiyorum; zira sorunuzun cevabının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı kanaatindeyim:
Caferî mezhebine göre, öğleyle ikindi, akşamla yatsı namazlarının vakti, özel, ortak ve fazilet vakti olmak üzere üçe ayrılır. Öğle namazının özel vakti, öğle vakti girdiği andan itibaren, bir öğle namazının kılınabileceği kadar bir süreden ibarettir. Yani bu sürede eda niyetiyle sadece öğle namazı kılınabilir. Eğer bu vakit içerisinde yanlışlıkla bile ikindi namazına niyet eder ve namazı tamamladıktan sonra, onu öğle namazının özel vaktinde kıldığını farkına varırsa, tekrar önce öğle namazını, daha sonra da ikindi namazını yeniden kılmalıdır. Ama söz konusu özel vakitte kaza veya nafile namazı kılabilir. Çünkü bu öğle namazının kazaya kalmasına sebebiyet vermez. Zira aşağıda da açıklayacağımız üzere, henüz öğle namazının ikindi namazıyla ortak olduğu genel süre devam etmektedir ve o süre zarfında öğle namazını kılabilir. İkindi namazının özel vakti ise, güneşin batmasına bir ikindi namazını kılabilecek kadar bir sürenin kalmasından ibarettir. Yani bu süre zarfında yalnızca ikindi namazı kılınabilir. Eğer bir kimse o ana kadar öğle namazını kılmamışsa, artık onun öğle namazı kazaya kalmıştır; dolayısıyla öğle namazını bırakıp ikindi namazını kılmalıdır. Daha sonra öğle namazının kazasını yerine getirmelidir. Hatta öğle namazını kılmamış olan bir kimse, o vakitte kaza veya nafile namazı da kılamaz.
Öğle ve ikindi namazlarının müşterek vakitleri ise, bu iki vakit arasında kalan süredir. Ancak bu iki namaz, aynı şekilde sonradan bahsedeceğimiz akşam ve yatsı namazları, mutlaka tertip üzere kılınmalıdır. Yani önce öğle namazı kılınmalı, daha sonra ikindi namazı; önce akşam namazı kılınmalı daha sonra yatsı namazı. Eğer bir insan bilinçli olarak bu süre zarfında ikindi namazını öğle namazından ve yatsı namazını akşam namazından önce kılarsa ikindi ve yatsı namazları batıl olmuş olur ve onları öğle ve akşam namazlarının ardında tekrar kılmalıdır. Fakat bu süre zarfında yanlışlıkla, öğle namazını kılmadan ikindi veya yatsı namazına niyetlenir ve henüz namazı bitirmeden yanlışlığının farkına varırsa, niyetini öğle veya akşam namazına çevirmeli ve bu niyetle namazını tamamlamalıdır; daha sonra da ikindi veya yatsı namazını kılmalıdır. Ama eğer namazı bitirdikten sonra söz konusu hatasının farkına varırsa, kılmış olduğu bu namaz sahih sayılır ve sadece öğle veya yatsı namazlarını kılması icap eder; çünkü böyle bir durumda, vakit açısından ikindi veya yatsı namazına bir halel gelmemiştir ve öğle veya akşam namazıyla müşterek olduğu kendi vaktinde kılınmıştır. İhlal edilen şey, tertip şartına riayet edilmemesidir. Bu da yanlışlıkla olduğu için kılınan namaza bir halel getirmez. Çünkü tertip şartı bilinçli haller için geçerlidir; yani insan bilerek ikindi veya yatsı namazını, öğle namazından önce kılamaz. Ama unutarak bu şarta riayet etmezse, ikindi veya yatsı namazı, öğle veya akşam namazının özel vaktinde kılınmadığı için bunun bir zararı yoktur.
Öğle namazının fazilet vaktine gelince, bu, öğle vakti girdikten sonra güneşe dikey olarak bakan bir şeyin doğuya doğru uzanan gölgesinin, kendi boyu kadar uzayıncaya kadardır. Yani bu süre zarfında öğle namazını kılmak daha faziletlidir. İkindi namazının fazilet vakti ise, bir şeyin gölgesinin yedide dördü miktarınca uzaması anından başlar ve o şeyin boyunun iki katı kadar uzamasına kadar devam eder; yani ikindi namazını bu süre zarfında kılmak daha faziletlidir. Akşam ve yatsı namazı için de aynı şey söz konusudur. Yani onların da, özel, ortak ve fazilet vakitleri vardır. Bunlar Caferî Mezhebi'nin fıkıh kitaplarında geniş bir şekilde açıklanmıştır; ancak söz uzamasın diye biz bu kadarıyla yetinip daha geniş bilgi almak isteyenlere söz konusu kaynaklara müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.
Sabah namazına gelince onun başka bir namazla ortak bir vakti yoktur ve onun vakti fecr-i sâdık denen sabah ezanı vaktinden başlayıp güneşin doğmasına kadar devam eder. Ancak sabah namazının da fazilet vakti vardır; onun fazilet vakti ise sabah ezanından başlayıp güneş doğmadan önce doğu ufkunda beliren kızartının ortaya çıkmasına kadar devam eder. Namaz vakitleriyle ilgili bu hükümlerin delilleri Caferî Mezhebi'nin geniş fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Fakat meselenin bu boyutu bizi çok ilgilendirmediği için bu kadarıyla yetinip asıl mevzuumuza geçmek istiyoruz. Evet, Caferîler hangi delillere dayanarak namazları birleştirmeği câiz görüyorlar?
Aziz kardeşim, yukarıda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarının vakitleriyle ilgili verdiğimiz bilgiler, Caferî Mezhebi mensuplarının, bu uygulamalarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Evet, Caferî fıkhında bu namaz vakitlerinin bir bölümü ortak vakit kabul edildiği için, işte bu ortak vakitte bu namazların (sırayı riayet etme şartıyla) bir arada kılınmasında bir sakınca görülmemektedir. Yani bazılarının zannettiği gibi birleştirirken namazları kendi vaktinin dışında kılmak gibi bir durum söz konusu değildir; ancak bu namazlar kendi özel vakitlerinde değil, yine kendi vakitleri sayılan ortak vakitlerinde kılınmaktadır. Evet, görüldüğü gibi Caferî Mezhebi de bu namazların ayrı ayrı kendi vakitlerinde kılınmalarının daha faziletli olduğu kabul edilmekle birlikte, tertip üzere ortak vakitlerinde kılınmalarının da câiz olduğu ve hiçbir sakıncasının olmadığı da kabul edilmiş ve kolaylık olduğundan dolayı da (özellikle günümüzün şartlarında) daha fazla bu uygulama yaygınlık kazanmıştır.
Şimdi bu uygulamanın câizliğinin delillerine geçmeden önce Sünni kardeşlerimizin bu konudaki görüşlerine kısaca değinmek istiyoruz. Evvela hac mevsiminde Arafat'ta öğle namazı ile ikindi namazının birleştirilmesi, Müzdelife'de ise Akşam namazı ile yatsı namazlarının birleştirilmesinin câiz olduğu hususunda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Hac dışındaki durumlara gelince, Hanefi Mezhebi, ister seferde olsun isterse mukim halinde, hiçbir zaman namazların birleştirilerek kılınmasına cevaz vermezken, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri, sefer halinde namazların birleştirilmesine cevaz verirken, Mukim halinde bunun câiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Sefer dışında diğer bazı mazeretler durumunda (yağmur, korku ve hastalık halleri gibi) birleştirmenin câiz olup olmadığı hususunda ise ihtilafa düşmüşlerdir; bazıları bu durumlarda da birleştirmenin câiz olduğunu ileri sürerken, bazıları ise câiz olmadığını savunmuşlardır.
Peki, Caferîler bu uygulamalarını neye dayandırmaktadırlar? Eğer gerçekten Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin iddia ettikleri şekilde bu namazların vakitleri ayrı ise bu durumda Caferîlerin bu uygulamaları yanlıştır demektir. Çünkü namazları onların yaptığı şekilde birleştirmek onlardan birisini vaktinin dışında kılmak demektir; vaktinin dışında kılınan namaz ise batıldır.
Açıktır ki bu itiraz, Müslümanların Arafat ve Müzdelife'de yaptıkları uygulamayla, Şafii, Mâliki ve Hambelilerin seferi halde yaptıkları uygulama için de geçerlidir. Çünkü bu durumda, cem-i takdim yaptıkları takdirde ikinde namazıyla yatsı namazının vaktinden önce kılınması gerekmekte ve cem-i te'hir yaptıkları takdirde öğle namazıyla akşam namazının kendi vakitlerinin dışında kılınması icab eder; acaba Arafat ve Müzdelife'de bu uygulamayı yapan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ve sefer halinde cem etmeğe cevaz veren o kardeşlerimizin namazlarının bir kısmını vaktinin dışında kıldığını kabul etmek mümkün müdür? Açıktır ki böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir. Oysa Sünni kardeşlerimiz, genellikle Caferîlere, "Biz beş vakit namazın hepsini kendi vakitlerinde kılıyoruz; siz ise beş vakti üç vakte indirgemişsiniz ve namazın bir kısmını vaktinin dışında kılıyorsunuz" diye itiraz ediyorlar. Eğer bu itiraz doğru ise yukarıdaki durumlar için de aynı şey söz konusudur.
Sünni kardeşlerimiz, "Yukarıdaki durumları sizin uygulamanızla mukayese etmek mümkün değildir; zira bu durumlardaki uygulama cevazı bizzat Resulullah'ın (s.a.a) sünnetiyle sabittir" demeleri mümkündür. Onlara cevabımız şudur ki, biz de kendi uygulamamızı Hz. Resulullah'ın (s.a.a) uygulama ve sünnetine dayandırmaktayız. Evet, biz bu uygulamayı kendi yanımızdan çıkarmış değiliz ki sizin bu itirazınız yerinde olsun. Bize Ehl-i Beyt kanalıyla ulaşan mütevâtir hadisler Resulullah'ın (s.a.a) yukarıda değindiğimiz durumların dışında da herhangi bir mazeret söz konusu olmaksızın, namazlarını cem ederek kıldığını belirtmektedir. Resulullah'ın (s.a.a) bu uygulaması sadece Ehl-i Beyt fıkhına intibâ eden Caferîlerin kaynaklarında yer almamıştır ki Sünni kardeşlerimiz (birçok konuda yaptıkları gibi) hemen "Biz buna itibar etmeyiz; zira bunlar sizin uydurma hadislerinizdir" desinler. Bu hadislerin benzeri, en muteber Sünni kaynaklarda da nakledilmiştir. Bu yüzden bu kardeşlerimizin "Siz Caferîler, beş vakit namazı üç vakte indirmişsiniz" şeklindeki itirazları da yersiz bir itirazdır. Şimdi "O halde, delilleriniz nelerdir?" diye sorabilirsiniz. İşte size delillerimiz:
Önce Kur’an-ı Kerim'den başlayalım. Evet, açıklayacağımız üzere Kur’an-ı Kerim bizim görüşümüzü desteklemektedir. Zira Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim'de "Namaz müminler için vakitli bir farzdır" (Nisa, 103) buyurmakla birlikte, Hûd Suresi'nin 114. ayetiyle, İsra Suresi'nin 78. ayetlerinde bu vakitleri tam bizim inandığımız şekilde beyan etmektedir. Hûd Suresi'nin 114. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Günün iki tarafında ve gecenin ilk yarısında namaz kılın." Görüldüğü gibi bu ayette, öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vakitleri birlikte açıklanmıştır. Çünkü günün ilk tarafı sabah namazının vakti, ikinci tarafı ise öğleyle ikindinin vaktidir. Gecenin ilk yarısı da akşamla yatsının vaktidir. O halde bu ayetten, Ehl-i Beyt'ten nakledilen görüşün doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü biz de bu namazların vakitlerinin müşterek olduğu görüşündeyiz. Yine Allah-u Teâlâ, İsrâ Suresi'nin 78. ayetinde de: "Güneşin zevalinden (öğle vaktinden) gece yarısına kadar ve bir de Fecir aydınlandığı zaman namaz kılın" buyurmaktadır. Gördüğünüz gibi, bu ayette de Allah-u Teâlâ, öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vaktini birlikte açıklamış ve bunları birbirinden ayırmamıştır. Bu da bizdeki uygulamanın aynısıdır.
Burada Sünni kardeşlerimiz, "Evet, her ne kadar bu ayetlerde mezkûr namazların vakti birbirinden ayrılmamışsa da; Hz. Resulullah (s.a.a) kendi uygulamasında bunları, şimdi kıldığımız şekilde ayrı ayrı kılmış, ayrıca hadisi şerifte Cebrail'in bu vakitlerde Hz. Resulullah'a (s.a.a) inerek ona nasıl namaz kılacağını öğrettiği yer almıştır; dolayısıyla da bizim uygulamamız doğrudur" diyebilirler. Bunun cevabı da açıktır; zira bu namazları ayrı ayrı kılan Resulullah (s.a.a), onları her hangi bir mazeret olmaksızın birlikte de kılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki bu namazların vakitleri müşterektir; onları birlikte de kılmak câizdir. Ayrı ayrı kılmak da. Ancak Resulullah (s.a.a) onları daha çok ayrı ayrı kıldığına göre, onları ayrı ayrı o vakitlerde kılmak daha faziletlidir; fakat birlikte kılmanın da hiçbir sakıncası yoktur. Bizim söylediğimiz de zaten bundan farklı bir şey değildir o halde bir Müslüman'ı böyle bir uygulama yapıyor diye kınamak ve ona "Senin namazın olmadı; sen İslâm'ın hükmünü çiğnedin" gibi atıflarda bulunmak oldukça yersiz ve abestir.
Şimdi Allah Resulü'nün (s.a.a) hiçbir mazeret olmaksızın namazları birleştirdiğine dair hadislerden örnekler vermeğe çalışacağız. Fakat Sünni kardeşlerimiz (kendi bildikleri bir takım sebeplerden dolayı) Ehl-i Beyt'ten nakledilen hadisleri kendileri için bağlayıcı bilmediklerinden dolayı, biz bu kanaldan nakledilen mütevâtir hadisler yerine, bizzat temel Sünnî kaynaklarda nakledilen ve bizim görüşümüzü destekler nitelikte olan hadislerden bazılarını size aktarmağa çalışacağız:
Hanbeli Mezhebi'nin imâmı, İmâm Ahmed b. Hanbel “El-Müsned” adlı kitabının 1828 numaralı hadisinde İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "Allah Resulu (s.a.a), Medine'de mukim olup, seferi olmadığı halde yedi rekâtı (akşam ve yatsıyı) ve sekiz rekâtı (öğle ve ikindiyi) birlikte kıldı."
Mâlikî Mezhebi'nin kurucusu olan İmam Mâlik de “el-Muvatta" adlı hadis kitabının 300 numaralı hadisinde İbn-i Abbâs'tan naklen şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a), bir korku ve sefer durumu söz konusu olmaksızın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldı."
Ayrıca bakınız: Sahih-i Buhârî hadis: 510, Sahih-i Müslim, hadis: 1146 ve 1153, Sahih-i Tirmizî hadis:172, Sahih-i Nesâî hadis: 2426. Yine Müslim kendi Sahih'inin 1147 numaralı hadisinde İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "Hz. Resulullah (s.a.a), Medine'de bir yağmur veya korku söz konusu olmaksızın, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılardı." Ravi diyor, ben İbn-i Abbâs'a "Neden böyle yapardı?" dedim. İbn-i Abbâs: "Ümmetine zorluk çıkarmasın diye" cevabını verdi.
Yine bu hususta, Sahih-i Buhârî'nin 529 ve 1103 numaralı hadislerini, Sahih-i Nesâî'nin 585 ve 599 numaralı hadislerini, Sünen-i Ebi Davud'un 1027 numaralı hadisini, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in 1818, 1825, 3336, 2451, 2056, 3094, 2152, 3233 ve 3288 numaralı hadislerini gözden geçirebilirsiniz.
Aziz kardeşim, hadis kitaplarına baktığımızda, sahabe ve tabiilerin de sık sık bu uygulamayı yaptıklarını görmekteyiz. Buna bir örnek olarak Sahih-i Müslim'in 1154 ve Müsned-i Ahmed'in 2156 numaralı hadislerinde nakledilen şu olayı zikredebiliriz: "Abdullah b. Şakik diyor ki: 'Bir gün İbn-i Abbâs, ikindi namazından sonra bize vaaz etmeğe başladı; bu arada sözü uzattı; öyle ki güneş battı, gökyüzü karardı ve semâda yıldızlar belirmeğe başladı. Bunun üzerine insanlar -bir nakle göre de Benî Temim kabilesinden bir kişi- ona, "Namaz, namaz" diye bağırmağa başladı. Bunu gören İbn-i Abbâs sinirlenerek ona şöyle dedi: "Bana Sünneti mi öğreteceksin -bir nakle göre de- Bana namazı mı öğreteceksin? Ben Resulullah'ın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm." Bir nakilde de "Biz Resulullah'ın döneminde, iki namazı birleştirerek kılardık" dediği geçmektedir.
Bunun bir başka örneği de Sahih-i Buhârî'nin ikindi namazının vakti bölümünde nakledilen olaydır. Buhârî'nin 516 ve 988, Nesâî'nin 505 ve 506, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in 12762 numaralı hadislerinde nakledilen olay şöyledir: "Ebu Emâme diyor ki; 'Biz Ömer b. Abdülaziz ile birlikte öğle namazını kıldık; ardından Enes b. Mâlik'in evine gittik ve onun namaz kıldığını gördük. Ben ona 'Ey amca, bu ne namazıdır?' diye sordum. Enes, 'Bu ikindi namazıdır; bu Resulullah'la birlikte kıldığımız onun namazıdır' cevabını verdi."
Muhterem kardeşim bu konuda nakledilen daha birçok hadis vardır; fakat biz, söz uzamasın diye bu kadarıyla yetiniyoruz. Görüldüğü gibi bu hadisler, namazların cem'inin, Caferîlerin bir icadı olduğu iddiasını çürütmekte ve bunun bizzat Nebevî bir uygulama olduğunu ve bu uygulamaya gidenleri haksız yere eleştirip kınayanların ne kadar haksız olduklarını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Evet, Hz. Resulullah (s.a.a), İbn-i Abbâs'ın da hadisinde vurgulandığı gibi, ümmetine bir kolaylık olsun diye bu uygulamaya gitmiştir. Hatta bu hadislerden, Resulullah'ın bunu öyle istisnaî olarak değil, sık sık uyguladığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadislerin birçoğunda, geniş zaman ve devamlılık anlamını ifade eden "Müzâri" kipi kullanılmış ve olay "Hz. Resulullah böyle yapardı" ifadesiyle nakledilmiştir. Durum böyle olunca da bu Nebevî uygulamaya uymak her müslümanın en doğal hakkıdır. Kimsenin kraldan daha kralcı kesilerek Allah ve Resulü'nün (s.a.a) koymuş olduğu bir kolaylığa karşı çıkma hakkı yoktur.
Aslında biraz mantıklı düşünürsek, Resulullah'ın (s.a.a) bu uygulama ve ruhsatının (tabi Allah'ın izni ve emriyle), günümüz şartlarında ne kadar elzem olduğu daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkacaktır. Çünkü burası bilinen bir gerçektir ki birçok müslüman ve mütedeyyin insan, sırf bu zorlamalar yüzünden İlahî farizayı yerine getiremiyor veya birçok zaman onu ihmal etme zorunda kalıyor. Birçok insan memurluk veya benzeri görevlerde oldukları için, hem öğle hem de ikindi vakti namaz kılma imkânına sahip olamıyor; bundan dolayı da namazı kazaya bırakıyor veya tümden terk ediyor. Oysa Allah ve Resulü'nün (s.a.a) tanımış olduğu bu kolaylığı onlardan esirgemeseydik, belki de namaz kılanların sayısı şimdikinden kat kat daha fazla olurdu. Allah-u Teâlâ aziz kitabını ve Resulü'nün sünnetini, olduğu gibi ve en güvenilir kanal ve kaynaklardan öğrenmeği ve ona ittiba etme cesaret ve samimiyetini hepimize inayet buyursun. Âmin!
Tarih: 08-09-2022
Kısa bir soruya kısa açıklama dige sayfalarca açıklama yapılmış özetle bir şey anlaşılmasın dige yorum yapmışsınız gibi anladım çok aşırı detaylı açıklama için minnettarım