Ölümden Sonraki Hayat
İlahî dinlerin tümü, ahiret yurduna inanmanın gerekliliğinde görüş birliği içerisindedirler.
Bütün peygamberler, tevhide davet ederken mead ve ölümden sonraki hayattan bahsetmiş ve ahiret yurduna imanı, programlarının temeli kılmışlardır. Bu esas üzerine, kıyamete inanmak İslâm'a imanın temel rükünlerindendir.
Mead konusu, her ne kadar Tevrat ve İncil'de -İncil'de daha açık bir şekilde- söz konusu edilmişse de, Kur'ân-ı Kerim bu konunun üzerinde diğer semavî kitaplardan daha fazla durmuş ve ayetlerinin büyük bir bölümünü ona ayırmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de kıyamet çeşitli isimlerle anılmıştır. Örneğin yevmu'l-kıyâme = kıyamet günü; yevmu'l-âhire = ahiret günü; yevmu'l-hesab = hesap günü; yevmu'l-be's = diriliş günü vs. Buna bu kadar önem verilmesinin nedeni, kıyamete inanmayan birinin iman ve dindarlığının hiçbir yararı olmayacağını vurgulamak içindir.
İslâm filozofları ve mütekellimler, Kur'ân-ı Kerim'den ilham alarak mead ve ölümden sonraki hayatın gerekliliği konusunda çeşitli deliller getirmişlerdir. İşte bu nedenle Kur'ân-ı Kerim'in bazı delillerine değinmemiz uygun olacaktır:
a) Allah-u Teâlâ mutlak haktır; onun fiili de mutlak hak olup her türlü batıl ve boş işten münezzehtir. Amaçlı ve ebedî bir hayat olmaksızın, beşerin yaratılışı abes ve boş bir şeydir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, "Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?!"[1] buyurmaktadır.
b) İlahî adalet, mükâfat ve ceza konusunda iyi kişilerle kötülere eşit davranılmamasını gerektirmektedir. Buna rağmen dünya hayatında, mükâfatlandırma ve cezalandırma konusunda adaletin tam anlamıyla gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu görmekteyiz. Çünkü her iki grubun kaderi birbirine düğümlenmiştir ve bunların birbirinden ayrılması imkânsızdır.
Diğer bir taraftan, bazı iyi ve kötü işlerin, bu dünyanın kapasitesine sığmayacak kadar büyük mükâfat ve cezaları vardır. Örneğin, biri ömür boyu Allah yolunda cihat ve mücadele ettikten sonra can veriyor ve diğeri çok sayıda hak-perest mazlum kişileri öldürüyor. Dolayısıyla, ilâhî adaletin sonsuz imkânlar alanında gerçekleşmesi için başka bir âleme gerek vardır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa ko-runanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?!” [2]
“Hepinizin dönüşü, O'nadır. Bu, Allah'ın gerçek olarak verdiği sözdür. O, yaratmağa başlar, sonra (öldürür ve) inanıp iyi işler yapanlara adaletle karşılık vermek için (yeniden yaratır). İnkâr edenlere ge-lince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır”. [3]
c) Beşerin bu dünyada yaratılışı değersiz bir zerreden başlar ve tedricen cismî kemal derecelerini kat eder. Sonra öyle bir noktaya varır ki bedenine ruh üfürülür ve Kur'ân-ı Kerim, bu seçkin varlığın yaratılışının mükemmelliğini göz önünde bulundurarak âlemin yaratıcısını "yaratanların en güzeli" olarak adlandırır; sonra ölümün gelip çatmasıyla dünya evinden önceki merhalenin kemali olan ahiret yurduna göçer. Kur'ân-ı Kerim'de buna şöyle işaret edilmektedir:
“Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir. Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz. Sonra siz kıyamet günü muhakkak dirileceksiniz”. [4] Ayetin akışı, beşerin değersiz bir zerreden yaratılışıyla tekrar dirilişi arasında bağlantı olduğunu gösteriyor.
Kur'ân-ı Kerim'in nazil olduğu asırda, kıyameti inkâr edenler birtakım eleştirilerde bulunuyorlardı; Kur'ân-ı Kerim çeşitli yerlerde bu eleştirileri reddederek kıyametin varlığının delillerini ortaya koymuştur. Burada bunlardan bazılarına değiniyoruz:
a) Bazen Allah'ın mutlak gücüne dayanarak şöyle buyurmaktadır:
“Dönüşünüz Allah'adır. O, her şeyi yapacak güçtedir”. [5]
b) Bazen, insanları ilk kez yaratmaya gücü yeten kimsenin, onları yeniden yaratmaya da aciz olmayacağına değinmektedir. Örneğin, kıyameti inkâr edenleri, "Kim bizi (dünya hayatına) geri döndürecek, diyecekler." diye eleştirmekte ve sonra şöyle cevap vermektedir: "De ki: Sizi ilk defa yaratan (döndürür)." [6]
c) Bazı yerlerde, insanın dirilişini, yerin kış uykusuna daldıktan sonra ilkbaharda dirilişine benzeterek şöyle buyuruyor: Yere su indirdiğimiz zaman, titreşir, kabarır ve güzel bitkiler bitirir. Sürekli tekrarlanan bu doğal gerçeğe işaret ettikten sonra kıyameti söz konusu ederek şöyle buyuruyor: O, ölüleri diriltir. [7]
d) "İnsan ölüp bedeni çürüyerek toprağa karıştıktan sonra, dağılan azaları tekrar nasıl tanınacak da önceki beden gibi bir beden oluşturacak" eleştirisine karşı Kur'ân-ı Kerim, Allah Teâlâ'nın kapsamlı ilmine dayanarak buyuruyor ki:
Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır. [8] Başka bir yerde de kapsamlı ilimden şöyle bahseder:
Biz yerin, Onlar(ın cesetlerin)den ne eksilttiğini bilmişizdir. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir kitap vardır. [9]
e) Bazen insanın, ölümden sonra çürüyerek toprağa dönüşecek olan, sadece cismî ve maddî uzuvlar mecmuası olduğu sanılmaktadır. Öyleyse bu durumda, bu kişiyle, kıyamet günü dirilecek olan kişinin aynı insan olduğu nasıl söylenebilir? Başka bir tabirle, bu iki bedenin birliğinin koruyucusu nedir?
Kur'ân-ı Kerim kâfirlerin, "Biz yerde (toprağa karışıp) kaybolduktan sonra, yeni bir yaratılış içinde mi olacağız?" [10] dediklerini naklederek, onlara cevap olarak buyuruyor ki:
De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz. [11] Bu ayetteki "teveffa" kelimesi "almak" anlamındadır. Bu tabirden, ölünce, yerde kalan ve toprağa defnedilen şey (beden) dışında, ölüm meleğinin aldığı başka bir şeyin (ruh) daha olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Kur'ân-ı Kerim'in cevabının anlamı şudur: Bu iki bedenin kişilik ve birliğini koruyacak olan şey (uzuvların birliği dışında), "dönüş"ün "başlangıç"ın aynısı olmasına neden olan, ölüm meleği tarafından alınan ruhtur. Bu ve benzeri ayetlerden, kıyamet gününde haşredilen insanın, dünyadaki insanın bizzat kendisi olduğu; mükâfat ve cezanın, bunları hak eden kişiye ulaşacağı anlaşılmaktadır. Başka bir ayette de Kur'ân-ı Kerim bu birliği vurgulayarak şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir." [12]
Kur'ân-ı Kerim ayetleri ve hadisler, insanların meadının hem cismanî, hem de ruhanî olduğunu göstermektedir. Cismanî meaddan maksat; bedenin ahiret yurdunda haşredilip tekrar ona nefsin verilmesi, beden ve duyu organları olmaksızın gerçekleşmeleri mümkün olmayan kısmî ve hissedilir mükâfat ve cezalar, lezzet ve acıların gerçekleşmesidir. Ruhanî meaddan maksat ise; hissedilir mükâfat ve cezaların, kısmî ve cismanî lezzet ve acıların dışında, iyi ve kötü kişiler için ruhun hissedip algılamakta beden ve duyu organlarına ihtiyacı olmadığı birtakım ruhî mükâfat ve cezaların da verilmesidir. (Allah'ın rızası gibi) Kur'ân-ı Kerim hissî mükâfatları sıraladıktan sonra şöyle buyuruyor:
Allah'ın (onlardan) razı olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur. [13] Veya aynen öldürücü hasret ve üzüntü gibi; nitekim şöyle buyuruyor:
Onları hasret gününe karşı uyar ki, o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir hâlde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitmiş olur. [14]
Ölüm, hayatın son bulması demek olmayıp, bir evden başka bir eve göçtür; bu ev kıyamet ve bekâ yurdundan ibaret olan ebedî mekândır. Ayrıca dünya ile kıyamet arasında, "berzah" denilen başka bir yurt daha vardır ki, insan ölümden sonra bir süre orada kalır. Berzah hayatının gerçeği bizim için açık olmayıp, onun hakkındaki bilgimiz, Kur'ân-ı Kerim ve rivayetlerin bize bildirdiği kadardır. Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'in bazı kılavuzlukları şöyledir:
a) Bir müşrikin ölümü gelip çatınca, "Allah'ım!" der, "Yapmadığım vazifeleri yerine getirmem için beni geri çevir." Bunun üzerine ona şöyle hitap edilir: "Asla! Bu ancak onun söylediği (olmayacak) bir laftır." Daha sonra buyuruyor ki:
Önlerinde ta dirilecekleri (kıyamet) gün(ün)e kadar, bir perde var. [15] Yukarıdaki ayet, insanların ölümden sonra da bir gerçekleri olduğunu; fakat bir engelin onların dünyaya dönmesine mani olduğunu anlatmak istiyor.
b) Şehitler hakkında buyuruyor ki:
Allah yolunda öldürülenlere, "ölüler" demeyin; hayır, onlar diridirler; ama siz farkında olmazsınız. [16] Başka bir ayette, Allah yolunda şehit olanlar için bazı hayat belirtileri sıralanmakta ve şöyle buyrulmaktadır:
Allah'ın, keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinirler ve arkalarından henüz (şehit olup) kendi-lerine yetişemeyenlere de korku olmadığını ve onların da üzüntüye uğramayacaklarını müjdelerler. [17] (Maksat, ahiret azabından dolayı korkunun ve dünya amelleri nedeniyle üzüntünün olmayışıdır.)
c) Günahkârlar, özellikle Firavunoğulları hakkında, kıyamet gelip çatmadan önce her sabah ve akşamleyin onların ateşe sunulduklarını ve kıyamet gününde de en şiddetli azaba tutulacaklarını haber vermektedir; nitekim şöyle buyuruyor:
Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar (dünya durdukça azap böyle devam eder). Kıyamet koptuğu gün de, "Firavun ailesini azabın en çetinine sokun!" (denilir). [18]
İnsanın berzah hayatının ilk merhalesi bedenden ruhun alınmasıyla başlar. İnsan toprağa verilince, birçok hadisler gereğince, Allah'ın melekleri, tevhid, nübüvvet ve birtakım itikadî konuları ve din hükümlerini ona sorarlar. Açıktır ki mümin kişinin bu sorulara cevabı, kâfirin verdiği cevaptan farklı olacak ve sonuçta kabir ve berzah müminler için rahmet mazharı, kâfirler ve münafıklar için ise Allah'ın azab sahnesi olacaktır. Kabir evinde meleklerin insanı sorguya çekeceği, orada müminlerin ilâhî rahmetin kapsamına gireceği ve kâfirlerin ise azaba uğrayacağı, dinimizin kesin ilkelerindendir ve mezar, gerçekte kıyamete kadar devam edecek olan berzah hayatının başlangıcıdır. İmamiye uleması, akaid kitaplarında tüm bu söylediklerimizi açıkça vurgulamışlardır.
Şeyh Saduk, “İ'tikadât” adlı kitabında diyor ki: Kabirde sorgu-sual hakkında inancımız, onun hak oluşudur ve kim bu sorulara doğru cevap verirse, Allah'ın rahmetinin kapsamına girer ve kim de doğru cevap vermezse ilahî azaba uğrar. [19]
----------------
[1]- Müminûn, 115
[2]- Sâd, 28
[3]- Yûnus, 4
[4]- Müminûn, 14-16
[5]- Hûd, 4
[6]- İsrâ, 51
[7]- Hac, 5-6. Bu anlamda bkz. Kâf, 9-11.
[8]- Yâsîn, 81
[9]- Kâf, 4
[10]- Secde, 10
[11]- Secde, 11
[12]- Yâsîn, 79
[13]- Tevbe, 72
[14]- Meryem, 39
[15]- Mü'minûn, 100
[16]- Bakara, 154
[17]- Âl-i İmrân, 170
[18]- Mü'min, 46
[19]- el-İ'tikadât, Şeyh Saduk, 17. bab, s.37.
Tarih: 02-10-2021