Peygamberlerin Masum Oluşu
Peygamberlerin Masum Oluşu
“Masumiyet” korunmak anlamında olup, peygamberler hakkında şu mertebeleri vardır:
a) Vahyi alma, koruma ve tebliğ etme konusunda masumiyet;
b) Günah ve kusurdan masumiyet;
c) Kişisel ve toplumsal konularda hata ve yanlışlıktan masumiyet.
Birinci merhalede, peygamberlerin masum oldukları ittifak konusudur; çünkü bu merhalede her türlü hata ve yanlışlık, halkın güvenini sarsar ve artık peygamberin getirdiği mesajlara itimat ve güven kalmaz ve sonuçta peygamberliğin hedefi çelişkiye düşer. Ayrıca, Kur'ân-ı Kerim, ilahî vahyin doğru bir şekilde beşere tebliğ edilmesi için Allah-u Teâlâ'nın peygamberi tamamen gözettiğini hatırlatmaktadır. Nitekim şöyle buyuruyor: Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar. (Böyle yapar) ki oların, Rablerinin kendilerine verdiği emirleri duyurduklarını bilsin (=duyurmaları gerçekleşsin). Ve (Allah), onların yanında bulunan her şeyi (bilgisiyle) kuşatmıştır; her şeyi bir bir saymıştır. [1]
Bu ayette vahyin korunması için iki türlü koruyucu belirtilmiştir:
1- Peygamberi her taraftan kuşatan melekler;
2- Peygamberi ve melekleri kuşatan, Allah-u Teâlâ.
Böyle bir korumanın nedeni ise, nübüvvet ve peygamberliğin amacının gerçekleşmesi, yani Allah-u Teâlâ'nın vahyinin beşere ulaşmasıdır.
İlâhî peygamberler, şeriat hükümlerini yerine getirmede her türlü günah ve sürçmeden korunmuşlardır ve esasen peygamberlerin gönderilişinin hedefi, onların böyle bir korunmaya sahip olmaları durumunda gerçekleşir. Çünkü onlar tebliğ ettikleri ilâhî hükümlere bizzat tam anlamıyla bağlı kalmazlarsa, onların sözlerinin doğruluğuna güven kaybolur ve sonuçta peygamberliğin hedefi gerçekleşmez.
Muhakkık Tûsî, kısa bir ibaresinde bu delile şöyle değinmektedir: Peygamberlerin sözlerine güvenilmesi ve böylece nübüvvetin amacının gerçekleşmesi için peygamberlerin masum olması gerekiyor. [2] Peygamberlerin günahtan masum oluşu, Kur'ân-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde vurgulanmıştır:
a) Kur'ân-ı Kerim, peygamberleri hidayet olmuş ve Allah-u Teâlâ tarafından seçilmiş kişiler olarak tanıtmaktadır: Onları seçtik ve onları doğru yola ilettik. [3]
b) Allah-u Teâlâ'nın hidayet ettiği kişiyi hiç kimsenin saptıramayacağını hatırlatmaktadır: Allah kime doğru yolu gösterirse, artık onu şaşırtan olmaz. [4]
c) Günah ve masiyeti dalâlet olarak tanıtmaktadır: O, sizden birçok kuşağı saptırmıştı. [5]
Bu ayetlerden, peygamberlerin her türlü dalâlet ve günahtan arınmış oldukları anlaşılmaktadır.
Ayrıca daha önce peygamberlerin masum olmasının gerekliliği için getirdiğimiz aklî delil, onların peygamberlikle görevlendirilmeden önce de masum olmalarının gerekliliğine delâlet etmektedir. Çünkü ömrünün bir bölümünü günah ve sapıklıkla geçirdikten sonra hidayet bayrağını eline alan bir insana, halk pek güven duymaz. Fakat hayatının başından beri her türlü çirkinlikten arınmış olan bir kimse çok kolay bir şekilde insanların güvenini kazanabilir. Ayrıca peygamberliği inkâr eden garazlı kişiler de çok kolay bir şekilde onun karanlık geçmişinden yararlanıp, kişiliğini kötüleyerek mesajını lekeleyebilirler. Böyle bir ortamda ancak tertemiz ve dürüst bir hayat sonucu "Muhammedü'l-Emin" lakabını alan kimse parlak kişiliğiyle tıpkı bir güneş gibi, düşmanın kötü tebligat perdesini bir kenara itip, insanı hayrete düşüren sebat ve direnişiyle, tedricen cahiliyetin karanlık muhitini aydınlatabilir.
Ayrıca açıktır ki hayatının başından beri günahtan uzak ve masum olan bir kimse, sadece peygamberliğe seçildikten sonra böyle bir makama sahip olan kimseden daha üstün ve hidayet rolü daha fazladır; Allah-u Teâlâ'nın hikmetinin gereği ise, en güzeli ve en mükemmel olanı seçmektir.
Peygamberler, günahtan masum olmaları dışında, aşağıdaki konularda da hatadan masumdurlar:
a) Kavga ve tartışma konularında hakemlikte: Peygamberler, Allah-u Teâlâ tarafından yargı ölçüleri gereğince insanlar arasında hakemlik etmek ve hüküm vermekle görevlendirilmişlerdi. Yani davacıdan tanık istendiğinde, davacı tanık getiremeyecek olursa, karşı taraftan yemin etmesini isterlerdi; onlar hiçbir zaman bu ölçüye aykırı davranmamışlardır. Ancak tanığın kasıtlı olarak veya yanlışlıkla gerçeğe aykırı tanıklık yapması veya aleyhine dava açılan kişi yalan yere veya yanlışlıkla yemin etmesi sonucu peygamber gerçeğe aykırı bir hüküm verirse, böyle bir hüküm peygamberlerin masumiyetine bir zarar dokundurmaz. Çünkü ilâhî ölçüler gereğince hükmetmekle görevlendirilmiştir. Hükmü gerçeğe aykırı olduğunda ise, o hükmünün yanlış olduğunun farkındadır; fakat toplumsal maslahatlar nedeniyle ona uygun davranmakla görevli değildir.
b) Din hükümlerinin mevzularını, örneğin filan sıvının şarap olup olmadığını teşhis etmede.
c) Toplumsal meseleler ve işlerin maslahat ve mefsedelerinin teşhisinde.
d) Normal hayat meselelerinde.
Son üç konuda peygamberlerin masum oluşunun delili şudur: Çoğu insanlar bu gibi şeylerde hata yapmakla din hükümlerinde hata yapmayı bağlantılı görmektedir. Sonuçta, bu gibi konularda hata yapmak, peygamberin kişiliğine karşı halkın güvenini sarsarak, peygamberlik görevinin sarsılmasına neden oluyor. Ancak ilk iki konuda masumiyetin gerekliliği, son konudakinden daha açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Masumiyet ve ismet mertebelerinden biri de, peygamberlerde insanların onlardan uzak durmasına neden olacak bir şeyin olmamasıdır. Hepimiz biliyoruz ki bazı cismî hastalıklar veya bireyin alçaklık ve horluğunun belirtisi olan bazı ruhî hastalıklar, insanların nefret etmesine ve kişiden uzaklaşmasına neden olurlar. Doğal olarak peygamberlerin bu gibi cismî ve ruhî kusurlardan münezzeh olmaları gerekiyor; çünkü halkın peygamberden kaçması ve ondan uzak durması, ilahî risaletin kendisi vasıtasıyla insanlara ulaştırılmasından ibaret olan peygamberin gönderiliş felsefesiyle çelişmektedir.
Burada aklın hükmünün, bir gerçeğin keşfi anlamında olduğunu ve yine Allah-u Teâlâ'nın hikmeti gereği peygamberliğe böyle kusurlardan uzak olan kimselerin seçilmesinin zarûretini hatırlatmamızda da yarar var. [6]
Şunu hemen hatırlatalım ki, kesinlikle Kur'ân-ı Kerim'de hiçbir çelişkinin olmadığı hükmüyle, ayetlerdeki belirtilere dikkat ederek, onların gerçek maksadının ne olduğunu anlamak gerekir ve bu gibi durumlarda ayetlerden birinci derecede anlaşılan şey, kesinlikle aceleci bir hükmün ölçüsü olamaz. Büyük Şia kelamcıları ve müfessirler, bu ayetleri tefsir etmiş ve hatta bazıları bu konuda müstakil kitaplar yazmışlardır. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler bu kitaplara müracaat edebilirler. [7]
Masumiyetin neden ve kaynağını iki noktada özetleyebiliriz:
a) Peygamberler (ve Allah'ın has kulları) Allah-u Teâlâ'yı tanıma açısından, O'nun hoşnutluk ve rızasını hiçbir şeyle değişmeyecekleri çok yüce bir mevkie sahiptirler. Başka bir deyişle, peygamberlerin, yüce Allah'ın azamet, cemal ve celâlini idrak etmeleri, Allah'tan başkasına teveccüh etmelerini ve Allah rızasından başka şeyi düşünmelerini engeller. Bu marifet derecesi, Hz. Ali'nin (a.s) buyruğunda şöyle ifade edilmektedir: Gördüğüm her şeyden önce, her şeyden sonra ve her şeyle birlikte Allah-u Teâlâ'yı gördüm. İmam Cafer Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor: Ancak ben, O'na sevdiğim için ibadet etmekteyim ve bu ise, yüce kişilerin ibadetidir. [8]
b) Peygamberlerin, Allah'a itaatin parlak sonucunu ve günahın çirkinliğini tam anlamıyla bilmeleri, onların Allah'a itaatsizlik etmekten korunmalarına neden olur. Kapsamlı ve her yönlü masumiyet, Allah'ın velilerinden özel bir gruba hastır; fakat buna rağmen bazı takvalı müminler de amellerinin büyük bir bölümünde günah işlemekten masumdurlar. Örneğin takvalı bir kişi ne pahasına olursa olsun, hiçbir zaman intihar etmeye kalkışmaz veya suçsuz bir kişiyi öldürmez. [9] Dahası, normal insanlar bile bazı şeylere karşı masumdurlar. Örneğin, aklı başında hiç kimse ne pahasına olursa olsun, çıplak elektrik kablosuna elini sürmez. Açıktır ki, bu gibi durumlarda masumiyet, kişinin amelinin kötü sonucunu kesin olarak bilmesinden kaynaklanmaktadır. O hâlde insan günahın çok tehlikeli sonuçları hakkında da böyle bir ilme sahip olursa, bu ilim kişinin günahtan uzak durmasına ve masum olmasına neden olur.
Masumiyetin kaynağını göz önünde bulundurarak, masumiyetin, masumun özgürlük ve iradesiyle çelişmediğini; aksine masumun tam anlamıyla Allah'ı tanıması, itaat ve günahın sonuçlarını bilmesi nedeniyle, her ne kadar hiçbir zaman günaha yaklaşmasa da, günah işleme güç ve iradesine sahip olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Tıpkı çocuğunu öldürme gücüne sahip olmasına rağmen, asla bunu yapmayan şefkatli bir baba gibi. Daha açık bir örneği, Allah-u Teâlâ'dan çirkin bir işin baş göstermemesidir. Mutlak kudret sahibi olan Allah-u Teâlâ, kendisine itaat eden kişileri de cehenneme sokup günahkâr kişileri cennete götürebilir; fakat onun adalet ve hikmeti böyle bir iş yapmasına engel olur.
Evet, günahı terk etmek, Allah'a ibadet ve itaat etmek, masum bir kişi için büyük bir iftihardır; çünkü onlar günah işlemeye güçleri yettiği hâlde günah işlemezler.
Biz, bütün peygamberlerin masum olduklarına inanmakla birlikte, masumiyetin peygamberliği gerektirmediğine inanıyoruz. Çünkü bir kişi masum olmasına ragmen, peygamber olmayabilir. Kur'ân-ı Kerim, Hz. Meryem hakkında, "Ey Meryem! Allah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı."10 buyuruyor. Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Meryem (a.s) hakkında "seçti" tabirini kullanmış olmasından, onun masum olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü peygamberler hakkında da "seçmek" terimi kullanılmıştır: Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.11
Ayrıca, yukarıdaki ayette Hz. Meryem'in tertemiz kılınmasından bahsedilmiştir. Bundan da maksat, Yahudilerin, onun çocuğunu gayri meşru yollarla dünyaya getirdiği şeklindeki iftira ve suçlamalardan değil, onun her türlü çirkinlikten arı olmasıdır. Çünkü Hz. Meryem'in bu günahtan temize çıkarılması, Hz. İsa'nın (a.s) doğumunun ilk günlerinde konuşmasıyla ispatlanmıştı[12] ve artık tekrar bunu vurgulamaya gerek yoktu.
Ayrıca, Hz. Meryem'in (s.a) tertemiz olduğunu bildiren ayet, ayetlerin akışından anlaşıldığı kadarıyla, Hz. Meryem'in ibadet mihrabında olduğu ve Hz. İsa'ya (a.s) hamile olmadığı dönemle ilgilidir. Dolayısıyla o dönemde hiçbir suçlama söz konusu olmadığından, tathir, yani suçlanmanın reddi ve nihayet beraat olayı da söz konusu olamaz.
-------------------
[1]- Cin, 26-28
[2]- Keşfu'l Murad, s.349, Nübuvvet konusu.
[3]- En'âm, 87
[4]- Zümer, 37
[5]- Yâsîn, 62
[6]- Bu konuda aklın hakemliği kesindir. Dolayısıyla Hz. Eyyub (a.s) hakkında nakledilen ve onun insanları nefret ettiren bir hastalığa yakalandığını bildiren bazı rivayetler, aklın kesin hükmüyle çeliştiği gibi, Ehlibeyt İmamlarından (a.s) nakledilen rivayetlerle de çelişmektedir. İmam Cafer Sadık (a.s) değerli babalarından şöyle nakletmektedir: "Hz. Eyyub'dan (a.s), hastalığı boyunca kötü koku çıkmadı veya çirkin bir görünüm sergilenmedi; hiçbir zaman bedeninden irin, kan veya insanların nefret etmesine neden olacak bir şey çıkmadı. Allah'ın, kendi peygamberleri ve velileri hakkında sünneti böyledir. Halkın Hz. Eyyub'tan (a.s) uzaklaşmasının nedeni malî bakımdan fakir ve zayıf bir görünüme sahip olması, fakat onların Hz. Eyyub'un (a.s) Allah-u Teâlâ'nın indindeki makam ve mevkisinden haberdar olmayışıdır." (Hisal, c.1, s.400, yedi bablar, hadis: 107). Doğal olarak bunun aksine delalet eden rivayetler temelsiz olup, kabul edilemezler.
[7]- Tenzih-i Enbiya, Seyyid Murtaza; İsmet-i Enbiya, Fahruddin Razî; Mefâhimu'l-Kur'ân, Cafer Subhanî, c.5, Peygamberlerin Masumiyeti bölümü.
[8]- Bihâru'l Envâr, c.70, s.22.
[9]- Hz. Ali (a.s) bu grup hakkında şöyle buyuruyor: "Sanki cenneti görmekteler, orada nimetler elde etmekteler; sanki cehennemi görmekteler, orada azâba uğramaktalar." Nehcü'l-Belâğa, Hammam hutbesi 193.
[10]- Âl-i İmrân, 42.
[11]- Âl-i İmran, 32.
[12]- Tâhâ, 29.
Tarih: 13-12-2021