Ruhun Kalıcılığı Burhanı
Ruh Kalıcı ve Bağımsızdır
“Allah yolunda öldürülenleri sakın "ölüler" sanmayın. Hayır, onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar”.[1]
“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır, onlar diridirler, fakat siz bunu anlamazsınız”.[2]
De ki: "Size vekil (görevli) kılınan ölüm meleği hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."[3]
Yukarıdaki ayetlerde kullanılan tabirler, ruhun kalıcı ve ölümsüz olduğunu gösteren gayet net delillerdir. İnsanın hayatı ölümle birlikte son bulmuş olsaydı, şehitler hakkında bile bu tabirlerin hiçbir anlamı olamazdı.
İlk iki ayet Allah yolunda şehit olanlarla, onların ruhunun ölümsüzlüğü hakkındadır; üçüncü ayetse geneldir ve bütün insanların yüce Allah'a döndürüleceğini belirtmekte, bu nedenle de bütün insanların -ruhunun- ölümsüz ve kalıcı olduğunu ispatlamaktadır.
Üçüncü ayetin orijinalinde "yeteveffakum" fiili kullanılmıştır. Bu kelime, “vefa” kelimesinin türevidir. “Müfredat” adlı eserinde Râgıb'ın da belirtmiş olduğu gibi "vâfi" kelimesi "kemale varan, tam ve olgunlaşmış olan" anlamını vermektedir. Bu durumda Arapça "teveffi" kelimesinin anlamı "tamamen almak" şeklindedir ki bu tabir, ölümün yok oluş demek olmadığını, bilakis "tam kabzetme" ve "tam alma" (teveffi) anlamına geldiğini gösterir.
“Ey Peygamber! Senden ruh hakkında sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin işlerindendir ve size ilimden, ancak pek az bir şey verilmiştir”.[4]
Aslında insan, bir nevi ölüm olan rüya ve uykuyu her gün yaşamakta ve fizikî olarak vücudu hiçbir değişime uğramadığı hâlde uyku veya ölüm anında kendi varlığında çok ilginç bir değişime şahit olmaktadır. İşte bu gerçek, insanoğluna fizik ve beden dışında bambaşka bir cevher daha verilmiş olduğunu gösteriyor.
Ruhun varlığını hiç kimse inkâr etmiş değildir. Hatta materyalistler bile ruh diye bir varlığın mevcut olduğunu kabul etmektedirler. Nitekim bugün dünyanın bütün üniversitelerinde "Ruh Bilimi" olan “Psikoloji” diye bir bilim dalı vardır ve bu dalda ciddi inceleme ve araştırmalar yürütülmektedir. Maddecilerle Allah'a inananlar arasında bu konudaki tek ihtilaf, ruhun bağımsız olup olmadığıdır. İslâm, bilim adamları zengin İslâmî kaynaklardaki bilgilere dayanarak, ruhun bağımsız ve ölümsüz olduğunu vurgulamaktadırlar.
Ruhun bağımsızlığını ispatlayan birçok delil vardır. Biz, öncelikle aklî delilleri ele alacak ve sonra da naklî delillere değineceğiz. Kur’an’a inananlar, Allah'ın buyruğunun en güzel delil olduğunu bildiklerinden, bu tartışma götürmez gerçeğe zaten iman etmiş ve ruhun baki ve ölümsüz olduğuna inanmışlardır.
Ruhun Bağımsızlığının Aklî Delilleri
1- Aklıselime sahip herkes, bilen, irade sahibi olan ve anlayan "ben"in; bilgi, irade, düşünce ve idrakten ayrı bir gerçek olduğunu pekâlâ bilir ve bunu bütün varlığıyla hisseder. Çünkü "benim fikrim", "benim iradem", "benim idrakim" derken, kendimizin "-ben"imizin- fikir, irade ve idrakten başka bir şey olduğunu ve bunların "ben"in bir parçası veya benliğe ait gerçekler olduğunu açıkça ifade etmiş olmakta ve "ben" dediğimiz zaman bunun beyin, kalp, sinir… vb.'den tamamen ayrı ve farklı bir varlık olduğunu söylemekteyiz. İşte bu "ben", bahsimize konu olan, "ruh"tur.
2- Bir insan, bütün vücudunu ve bedenini yok saysa ve fizikî organlarından tamamen ayrılmış olduğunu farz etse dahi, yine de kendisinin "var" olduğuna inanır ve bunu hisseder. Bedeninin hiçbir organı artık var olmadığı hâlde, insanın "var"lığını hissettiği ve bütün kalbiyle varlığına inandığı bu şey, her şeyden bağımsız olarak varlığını sürdürebilen "ruh"tan başkası değildir.
3- İnsan, hayatı boyunca bir tek "benlik" ve kişilik taşımaktadır. Mesela şimdiki "ben"imiz, on yıl önceki "ben"imizdir ve her ikisi de bizi tarif etmektedir; aynı şekilde bilgi, güç ve yaşamımızın tekâmül bulmuş olduğu 50 yıl sonraki "ben"imiz de yine aynı bendir. Yaşam boyunca bütün hücrelerin, hatta beyin hücrelerinin de defalarca değiştiği ve geride bıraktığımız her gece ve gündüz sürecinde milyonlarca hücrenin ölüp, yerini milyonlarca yeni hücreye bıraktığı bilim tarafından ispatlanmış bir gerçektir. Bütün bu değişimlere rağmen, değişmeyen ve sabit kalan tek şey "ben"dir. Bu, tıpkı bir tarafından su verilip diğer tarafından fazla suyu akıtılan bir havuza benzer. Bu havuzun dış görünüşüne bakanlar onu hep aynı durumda görse de, gerçekte havuzun suyu sürekli değiştirilmektedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Eğer insan sırf vücut organlarından müteşekkil ve sadece etle kemikten ibaret olsa ve “ruh” diye bir şey var olmasaydı, geçmişte yaptıklarından sorumlu tutulmaması gerekirdi. Yani mesela on yıl önce bir suç işlemiş birinin bugün yargılanmaması icap ederdi.
Zira bilim, her 7 yılda bir, insanın bütün hücrelerinin değiştiğini ispatlamıştır. İnsan her zaman bütün yaptıklarından sorumluysa ve bunu bizzat kendisi de itiraf ediyorsa, bunun nedeni bütün hücreleri değişse de kendisinin, yani "ben"inin değişmediği ve değişmeyeceğidir; işte bu "ruh"tur.
Vücut organları insanın sadece birer parçasıdırlar ve insan etle kemikten ibaret değildir. Bütün bunlar değişmekte ama insanın kendisi olan "ben"i bütün hayatı boyunca asla değişmeden kalmaktadır. Vücudundan başka bir varlık ve cevher daima onunla birliktedir ve bu cevherin adı "ruh"tur.
Ruhun Bağımsızlığının Naklî Delilleri
İslâm tarihi, ölümden sonra ruhlarla gerçekleştirilen irtibatlara ait örneklerle doludur, bunlardan bir kaçını aktarmamız yararlı olacaktır:
1- Bedir Savaşı'ndan sonra Hz. Resulullah (s.a.a) öldürülen müşriklerin cesetlerinin büyük bir çukura (kör bir kuyuya) atılmasını emretti. Bütün cesetler buraya döküldükten sonra onlara doğru eğilip "Rabbimin vaadine ulaştınız mı, biz O'nun vaadinin hak olduğunu gördük!" diye seslendi. Sahabe, "Birer leşe dönüşmüş olan o cansız cesetlerle mi konuşuyorsunuz?" diye sorunca o "Onlar benim sözlerimi sizden daha iyi duymaktadırlar!" buyurdu.
Başka bir nakilde de, "Sizler benim sözlerimi onlar kadar duyamıyorsunuz." ibaresi kayıtlıdır.[5]
2- Selman-ı Farisi, İmam Ali (a.s) tarafından Medain'e vali olarak atanmıştı. Esbağ b. Nebâte şöyle anlatıyor:
Bir gün Selman'ı ziyarete gittim; hastaydı ve gün geçtikçe fenalaşıyordu. Öleceğinden emin olunca, bir gün beni çağırıp "Esbağ" dedi, "Sevgili Resulullah (s.a.a) bana, ölümüm yaklaştığında bir ölünün benimle konuşacağını buyurdu; beni bir mezarlığa götürür müsün?"
Onu mezarlığa götürdük, kendisini kıbleye doğru çevirmemizi söyledi. Kıbleye dönünce yüksek sesle "Selâm olsun size, ey belâ diyarının ehli! Selam sizlere, ey dünyadan yüz çevirenler!" diye seslendi.
Bu sırada ölülerden birinin ruhu Selman'ın selâmına karşılık vererek "istediğin soruyu sorabilirsin!" dedi. Selman "Sen cehennem ehli mi yoksa cennet ehli misin?" diye sorunca, ruh "Yüce Rabbim beni rahmetine alarak affetti; şimdi cennet ehliyim." diye cevapladı.
Selman ondan nasıl öldüğünü ve öldükten sonra başından neler geçtiğini sordu. O da hepsini cevapladı. Ruhla olan bu söyleşisinden sonra Selman da öldü."[6]
3- Bir başka olay da şöyledir: Hz. Ali (a.s) Sıffin Savaşı dönüşünde Kufe şehrinin arka kısmında yer alan bir mezarlığın yanından geçerken durdu ve mezarlığa doğru dönerek şöyle buyurdu:
“Ey karanlık ve dehşetengiz kabirlerdekiler! Siz bu kafilenin önünde gidenler oldunuz. Biz de sizin ardınızdan gelmekteyiz… Ancak, sizin evleriniz başkalarının eline geçmiş durumda şimdi. Eşleriniz başkalarıyla evlendi ve malınız mülkünüz bölüştürülüp paylaşıldı. Bizim size haberimiz bunlar… Söyleyin bakalım, sizde ne haberler var?”
İmam Ali (a.s) bunları söyledikten sonra yanındaki ashabına dönüp, şöyle buyurdu: "Şunu bilin ki, eğer onların konuşmalarına müsaade verilmiş olsaydı, en iyi azığın “takva” ve “Allah korkusu” olduğunu size söylerlerdi!"[7]
--------------------
[1]- Âl-i İmrân, 169.
[2]- Bakara, 154.
[3]- Secde, 11.
[4]- İsrâ, 85.
[5]- İbn-i Hişam Siyeri, c.1, s.639.
[6]- Biharu'l-Envar, c.1, s.315; Mead, Muhammed Taki Felsefi.
[7]- Nehcü'l-Belâğa, Feyzu'l-İslâm, vecizeler, 125. hikmet.
Tarih: 28-03-2022