Şia Hadis Tarihi - 1
Bismillahirrahmanirrahim
Şia Hadis Tarihi Dönemlerinin İncelenmesi
Şia hadis tarihi ile Ehl-i Sünnet hadis tarihi dönemleri arasında üç yönden farklılık vardır:
1- Ehl-i Sünnet hadis tarihindeki ilk dönem olan hadis yazımının yasaklanma dönemine benzer bir döneme Şia hadis tarihinde rastlanmamaktadır. Çünkü hadis yazımının yasaklanması, başta Allah Resulü olmak üzere Ehl-i Beyt İmamları ve Şii muhaddislerinin reddedip kınadığı ve bu çerçevede Şii araştırmacılarına göre halifelerin kendi siyasi amaçları doğrultusunda Ehl-i Beyt’i (a.s) saf dışı bırakma çabalarından kaynaklanan bir uygulamadır.
Diğer bir ifadeyle, Şia hadis tarihinde herhangi bir kopukluk yaşanmamış ve bu şekilde hadis zincirleri eksiksiz olarak Risalet ve İmamet sahiplerine ulaşmıştır. Buna göre Şia hadis tarihinin ilk dönemini hadislerin yazıldığı ilk dönem oluşturmaktadır.
2- Ehl-i Sünnet’in ilk hadis mecmuaları, şifahi yolla ve ağızdan toplanan hadislerden oluşmaktadır. Yani Buhari ve Müslim gibi muhaddisler, kendi üstatlarından duydukları rivayetlerden yola çıkarak “Sahiheyn” olarak adlandırılan Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’i hazırlamışlardır. Oysa Şia’nın ilk hadis mecmualarını derleyenler, “Usul-i Erba’a Mi’a” [1] gibi yazılı sünnetlerden faydalanmışlardır.
3- Şia hadis dönemlerinde yasak ve kesintinin olmayışı, hadislerin yazılı sünnete dayanması ve bir nevi Ehl-i Beyt İmamlarının bu sahifelere nezaret etmesiyle sahte ve uydurma hadis meselesi Ehl-i Sünnet’e nazaran daha azdır. Bunun neticesinde Şii muhaddisler, Ehl-i Sünnet muhaddislerine göre yalan hadisleri temizlemek için daha az çaba harcamışlardır.
Şia hadis tarihini altı dönem dâhilinde inceleyebiliriz:
1- İlk sahifelerin ortaya çıkışı,
2- “Usul-i Erba’a Mi’a” adıyla Şia hadis mirasının oluşması,
3- İlk hadis mecmualarının tedvin dönemi,
4- Hadis mecmualarının tekmil ve tanzim dönemi,
5- Hadis ilminin zayıflama ve durgunluk dönemi,
6- Tekrar canlanma ve hadis ilmine müracaat dönemi.
Birinci Dönem: İlk Hadis Mushaflarının Ortaya Çıkışı
Şia’nın ilk hadis mushaflarının yazılması Hz. Resulullah (s.a.a) döneminden İmam Zeynelabidin (a.s) dönemine kadardır. Yani hk. I. Yüzyıldaki halifelerin hadis nakline ve yazımına getirdikleri şiddetli yasak dönemine denk gelmektedir.
Şia’nın ilk hadis mushaflarını iki bölümde inceleyebiliriz:
a) Tarih Kaynaklarında adı geçen mushaflar tarih veya hadis kaynaklarında adı geçen fakat günümüzde mevcut olmayan mushaflardan bazıları şöyledir:
1- Selman-ı Farisi kitabı: Bu sahife, Hz. Muhammed’in (s.a.a) vefatından sonra İslam dini hakkında bilgi edinmek üzere Roma Kralı tarafından gönderilen Katolik din adamları ile Hz. Ali (a.s) arasındaki diyalogların Selman-ı Farisi tarafından kaleme alınmasıyla oluşmuştur. İbn-i Şehraşub’a göre Selman-i Farisi, Hz. Ali’den (a.s) sonra telifi olan ilk kimsedir.
2- Ebuzer-i Gıffari’den Kitabu’l Hutbe: Bu kitapta Hz. Ebuzer, Peygamber Efendimiz’den (s.a.a) sonra vuku bulan olayları beyan ve teşrih etmiştir.
3- Hz. Ali’nin verdiği hükümleri içeren Abdullah İbn-i Abbas’ın sayfaları.
4- “Sahife-i Cabir” diye meşhur [2] olan Cabir b. Abdullah Ensari kitabı; Bazılarına göre bu kitabın muhtevası Hac amelleridir ve bazılarına göre ise, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Veda hutbesini içermektedir.
5- Ali b. Ebi Rafi kitabı; Hz. Ali’nin (a.s) kâtibi ve yoldaşlarından olan bu zatın “abdest, namaz ve oruç” gibi fıkhi konulardan oluşan bu kitabı Ehl-i Beyt’in övgüsüne mazhar olmuştur.
6- Esbağ b. Nebate kitabı; Hz. Ali’nin (a.s) Malik-i Eşter’e gönderdiği “Ahitname” ve Muhammed b. Hanife’ye yazdığı vasiyetle birlikte o hazretin bazı hükümleri bu kitapta yer almıştır.
7- Meysem-i Temmar kitabı; Hz. Ali’nin (a.s) bir nevi Kur’an tefsiri olan bu kitap, Meysem’in yazdığı başka kitaplarda da rivayet edilmiştir. Fakat bu kitapların içeriği ve akıbetiyle ilgili elimizde herhangi bir bilgi mevcut değildir.
8- Zeyd b. Vehb Cehni kitabı; Hz. Ali’nin (a.s) hutbelerinden bir kısmını içerdiği nakledilmiştir.
9- Haris b. Abdullah Aver-i Hamedani kitabı; Şeyh Tusi’den gelen rivayete göre Haris, Hz. Ali (a.s) ile bir Yahudi arasında geçen diyalogları bu kitapta toplamıştır.
10- Ubeydullah b. Hürr-i Cufi kitabı; Bu kitap, Hz. Ali’nin (a.s) hutbelerinden bir kısmını içermektedir. [3]
b) Günümüze Ulaşan Hadis Mecmuaları
“Nehc’ül Belağa, Sahife-i Seccadiye” gibi bazı mecmualar, tarih içerisinde kaybolmadan kısmi de olsa elimize ulaşmıştır. “Kitab-ı Ali” gibi bazı mecmualar ise, Masum İmamların nezdinde ve korumasındadır.
1- Kitab-ı Ali
Tarih kaynaklarında ve bazı rivayetlerde “Cami’a, Cifr-i Cam’i, Sahife-i Ali, Sahifetü’l Feraiz” gibi çeşitli adlarla bilinen bu kitap, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) imla etmesiyle Hz. Ali (a.s) tarafından yazılmıştır ve uzunluğunun yetmiş zira’a (yani yaklaşık otuz beş metre) kadar olduğu nakledilir. Bu bilgiden yola çıkarak kitabın tomar şeklinde olduğunu söyleyebiliriz. Bir rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.a) bu kitabı Ehl-i Beyt’e (a.s) bir ilmi miras maksadıyla Hz. Ali’ye (a.s) yazdırmıştır.
“Besairu’d-Derecat” kitabında şöyle nakledilmiştir: “Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s): “Sana söylediklerimi yaz” dedi. Hz. Ali (a.s): “Ey Allah’ın Peygamberi! Benim unutmamdan mı endişeleniyorsun?” deyince, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a): “Senin unutacağından endişelenmiyorum; çünkü Allah-u Teâlâ’dan senin unutkanlıktan korunmanı diledim ama ortakların için yaz” diye buyurdu. Hz. Ali (a.s) “Kimdir benim ortaklarım” şeklinde sorunca, Allah Resulü (s.a.a) “Neslinden olan İmamlar” diyerek cevapladı.” [4]
Masum İmamlardan gelen bazı rivayetlerde, ilimlerini Ruhu’l Kuds’ün yanı sıra Kitab-ı Ali’den de aldıkları nakledilmiştir. Onların bu kitaba sık sık müracaat etmeleri ve bazen de dosta düşmana göstererek “Kitab-ı Ali” ile iftihar ettikleri de gelen rivayetlerle sabittir. Örneğin Ebu Basir’den gelen bir rivayet şöyledir: “İmam Cafer-i Sadık’a miras hakkında bir soru sordum. İmam (a.s) “Acaba Kitab-ı Ali’yi görmek ister misin?” dedi. Ben de “Kitab-ı Ali, yok olmamış mıydı?” deyince, İmam (a.s) “Ey Eba Muhammed! Kitab-ı Ali asla yok olmayacak!” diyerek kitabı getirdi. Kitap oldukça büyüktü ve onda şöyle yazıyordu: “Ölen kişinin mirasçısı sadece amca ve dayısı ise, amca üçte iki ve dayı üçte birlik paya sahiptir.” [5]
Fuzeyl ise, şöyle nakletmiştir: “İmam Muhammed Bakır (a.s) bana şöyle buyurdu: “Ey Fuzeyl! Yetmiş zira’a uzunluğundaki “Kitab-ı Ali” bizim yanımızdadır ve dünyada öyle bir ihtiyaç yoktur ki onda karşılığı olmasın, hatta kendi kefareti bile.” [6]
Necaşi, Muhammed b. Uzafer b. İsa Seyrefi’nin hal tercümesinde şöyle der: “Uzafer b. İsa Seyrefi şöyle demiştir: “Hukm b. Uteybe (Ehl-i Sünnet fakihlerinden) ile birlikte İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) yanındaydık. Bir takım sorular soruyor ve İmam da (a.s) ona oldukça saygı gösteriyordu. Derken bir meselede ihtilafa düşünce İmam Muhammed Bakır (a.s): “Evladım! Kalk ve Kitab-ı Ali’yi getir” buyurdu. O da gidip büyükçe ve tomar şeklinde bir kitap getirdi. İmam (a.s) o kitaptan meseleyi buldu ve şöyle buyurdu: “Bu, Ali’nin (s.a) yazısı ve Peygamber’in (s.a.a) imlasıdır.” [7]
Birçok rivayette Masum İmamların şöyle buyurdukları nakledilmiştir: “Kitab-ı Ali’de şöyle denilmiştir: Kitab-ı Ali’de gördüğümüz üzere veya Kitab-ı Ali’de okuduğumuz üzere vb. [8]
Ehl-i Beyt İmamlarının “kıyamete kadar ümmet için gerekli olan her şey bu kitapta mevcuttur” diye buyurmaları da bu kitabın kapsamı ve zenginliğinin bir nişanesidir. Burada akla gelen “Bir kitap bunca mevzuyu nasıl içerebilir?” sorusuna da “Konuların ana mihverlerine değinmek suretiyle” diye cevaplamak mümkündür.
“Kitab-ı Ali” hakkında bilgi içeren rivayetleri incelediğimizde, bu kitabın ahkâm ve fıkhi meseleler haricinde ahlak, tefsir ve gelecekte vuku bulacak bazı olaylar hakkında bilgiler içerdiğini görüyoruz. [9]
Her ne kadar Ehl-i Beyt’in (a.s) muhabbetini taşıyan veya taşımayan birçok kimsenin bu kitabı gördüğü bilinse de [10] Ehl-i Beyt’in (a.s) genel tavrı bu kitabın gizli kalması yönünde olmuştur ve bazı delillere göre bu kitap hal-i hazırda İmam Mehdi’nin (a.f) yanındadır.
2- Mushaf-ı Fatıma
“Kitab-ı Fatıma” veya “Suhuf-i Fatıma” adlarıyla da bilinen bu kitap hakkında şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra Allah-u Teâlâ, Hz. Fatıma’nın (s.a) yanına bir melek gönderdi. Melek, Hz. Fatıma’nın (s.a) musibet ve acısını teselli edip dindirmek, babasının cennetteki makamını göstermek ve çeşitli konular üzerine Fatıma (s.a) ile sohbet etmek için görevlendirilmişti. Hz. Fatıma (s.a) melekle aralarında geçen konuşmaları Hz. Ali’ye (a.s) aktardı ve o da, o konuşmaları yazdı. Dolayısıyla burada mushafın kaynağı Melek, imla eden Hz. Fatıma (s.a) ve yazan ise, Hz. Ali’dir (a.s).
Ebu Ubeyde ise, şöyle nakletmiştir: İmam Cafer-i Sadık’a (a.s) Mushaf-ı Fatıma’yı sordum. İmam (a.s) uzun bir sessizlikten sonra şöyle buyurdu: “Fatıma (s.a) Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra yetmiş beş gün hüzünlü bir halde yaşadı. Yanına Cebrail gelir ve başsağlığı dileyerek onu teselli ederdi ve onu babasının konumu ile kendisinden sonra evlatlarının yaşayacağı olaylardan haberdar ederdi. Ali (a.s) ise, bunları yazdı. Mushaf-ı Fatıma budur.” [11]
Bazı rivayetlerden yola çıkarak Ehl-i Sünnet nezdinde Mushaf-ı Fatıma’nın yanlış bilindiğini söyleyebiliriz. Ne yazık ki gerçeğin dışında bir düşünceyle Şiilerin Kur’an ayetlerinde tahrif olduğuna ve kaybolan ayetlerin de bu mushafta yer aldığına dair bir inanç taşıdığını zannetmişlerdir. Bu nedenle Masum İmamlar (a.s) her fırsatta açıklıkla bu mushafın hiçbir Kur’an ayeti içermediğini beyan etmişlerdir.
Bu iftira, Masum İmamlardan sonraki dönemlerde ve hatta günümüzde bile devam etmektedir. Konuyla ilgili Haşimi Maruf Hasani şöyle yazmaktadır: “Ehl-i Sünnet’in bazı yazar ve muhaddisleri Şia’ya iftira atarak “Mushaf-ı Fatıma bildiğimiz Kur’an’dan başka bir Kur’andır” şeklinde bir inanca sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir.” [12]
Allame Askeri konuyla ilgili olarak şu noktalara değinmiştir: “Ehl-i Sünnet’ten bazı kimselerin Ehl-i Beyt mektebini savunanlara yönelik bir diğer iftiraları ise, bu mektebi savunanların Mushaf-ı Fatıma’yı başka bir Kur’an olarak gördüklerini iddia etmeleridir. Bu iddiaya delil olarak da ilk dönemlerde bazı Müslümanların Kur’an’a “Mushaf” demelerini göstermekteler.” [13]
Masum İmamların (a.s) Mushaf-ı Fatıma’dan bahsettikleri her vakit bu mushafın Kur’an olmadığını vurgulamaları da bu şüpheyi ortadan kaldırmaya yöneliktir.
İmam Cafer-i Sadık (a.s), “Mushaf-ı Fatıma” hakkında şöyle buyurmuştur: “Andolsun Allah’a ki Mushaf-ı Fatıma bizim yanımızdadır ve onda tek bir ayet bile yoktur.” [14]
Diğer bir rivayette İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mushaf-ı Fatıma benim yanımdadır ve onda Kur’an’dan bir parça bile yoktur.” [15]
Bütün bu rivayetlerden yola çıkarak Mushaf-ı Fatıma’nın aslında genel manada Müslümanlar [16] ve hükümdarların [17] özelde ise, Hz. Fatıma’nın (s.a) evlatlarının yaşayacağı olayları içerdiğini söyleyebiliriz. Örneğin İmam Hasan’ın (a.s) evlatlarından olan Muhammed ve İbrahim, dönemin hükümdarı Mansur-i Devanigi’ye karşı kıyam ettiklerinde İmam Cafer-i Sadık (a.s) “Mushaf-ı Fatıma’da onların adında bir hükümdara rastlamadım” diye buyurmuştur. [18]
3- Mushaf-ı Ali
“Mushaf-ı Ali” Hz. Resulullah’ın (s.a.a) emri ve isteğiyle vefatından hemen sonra Hz. Ali (a.s) tarafından toplanan, fakat insanlara sunulduğunda gerekli ilgiyi görmediğinden gözlerden ırak bir şekilde Ehl-i Beyt’in ilmi mirası olarak o hazretlerin ellerinde dolaşan ve bazı rivayetlere göre hal-i hazırda Hz. Mehdi’nin (a.f) yanında olan Kur’an mushafıdır.
Hk. IV. yüzyılda yaşayan İbn-i Nedim Verraka göre, Hz. Ali (a.s), Hz. Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra Kur’an’ı toplayıncaya dek sırtına âbâ giymeyeceğine (evden dışarı çıkmayacağına) yemin ederek, evden dışarı çıkmamak suretiyle Kur’an’ı topladı ve ilk mushaf özelliğini taşıyan bu Kur’an, Câfer soyunun nezdindedir. [19]
Muhammed b. Sirin, Akreme’den şöyle nakletmiştir: “Ebu Bekir’in hilafetinin ilk günlerinde Ali b. Ebi Talib (a.s) evinden hiç dışarı çıkmadı ve Kur’an’ı topladı.” [20]
İbn-i Cezza Kelbi ise, şöyle demiştir: “Hz. Resulullah’ın (s.a.a) döneminde Kur’an-ı Kerim çeşitli sahifelerde ve Müslümanların sinelerindeydi. Fakat Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra Ali b. Ebi Talib (a.s) Kur’an’ı nüzul sırasına göre topladı. Şayet bu mushaf bulunursa, onda pek çok bilgi vardır.” [21]
Şeyh Mufid’in bu konu hakkındaki görüşü şöyledir: “Emirü’l Müminin Ali (a.s), Kur’an-ı Kerim’i nüzul sırasına göre topladı. Mekki ayetleri, Medeni ayetlere ve mansuh ayetleri, nasih olana göre mukaddem kıldı ve her şeyi uygun yerine yerleştirdi.” [22] Bazı rivayetlerden anlaşıldığı üzere İmam Ali (a.s) bu görevi Hz. Resulullah’ın (s.a.a) emri üzere yerine getirmiştir. [23]
Sonuç itibariyle dikkat edilmesi gereken konu, tahrif iddiasında bulunan kimselerin aksine Hz. Ali’nin (a.s) hazırladığı mushafın, asla elimizdeki Kur’an’ın tahrif olduğu manasına gelmemesidir. Çünkü İmam Ali (a.s) mushafı üç nedenle toplamıştır:
1- Hz. Nebi (s.a.a) döneminde parça parça sahifeler halinde ve halkın ezberinde muhafaza edilen Kur’an’ın bir araya toplamasının gerekliliği.
2- İmam Ali (a.s) halkın hidayeti, Kur’an’ı anlayıp, yaşamaları için ayetleri nüzul sırasına göre toplamıştır. Bu bağlamda Mekki olanları, Medeni ayetlere göre mukaddem kılmak ve böylece ayetler arasında tam bir intibak oluşturmuştur.
3- İmam’ın (a.s) bu mushafı hazırlamadaki en büyük amacı ve aynı zamanda en önemli özelliği, Peygamber Efendimiz’den (s.a.a) ayetlerin tefsir, tevil, nüzul sebebi, vb. gibi açıklamalarını içermesidir. İmam Ali (a.s), halkın arasında yer alacak Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in (s.a.a) tefsiri ve açıklamalarını da içermesini istiyordu. Hz. Nebi’nin (s.a.a) “tefsir ve tevil, nasih ve mansuh, muhkem ve müteşabih” gibi tüm Kur’ani ilimleri kendisine talim ettiğini buyurması da bunu gösterir. [24] Bu açıklamadan sonra o hazretin (a.s) mushafını tefsirli Kur’an olarak tanımlayabiliriz. Dolayısıyla bu mushafı kabul etmek, asla elimizde bulunan Kur’an’ın tahrif olduğunu iddia etmek anlamına gelmez.
Bu eserin ilk hadis kaynakları arasında zikredilmesinin sebebi, tefsir rivayetleri yani Peygamberimizin (s.a.a) sözleri açısından zengin bir eser olmasıdır. Allah Resulü’nün (s.a.a) emri üzerine İmam Ali’nin (a.s) bu girişimde bulunması da Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetler mirasına verdiği önemi açıklayan bir diğer husustur.
4- Nehcü’l Belağa
Rabb’in kelamı değil ama beşer kelamından üstün ve Kur’an’ın kardeşi olarak bilinen “Nehcü’l Belağa”, Seyyit Razi tarafından Hz. Ali’nin (a.s) hutbe, mektup ve hikmetli sözlerinin toplanmasıyla ortaya çıkan bir eserdir. Seyyit Razi’nin Nehcü’l Belağa’yı (güzel konuşmanın yöntemi) böyle adlandırmasındaki sebep, İmam Ali’nin (a.s) sözlerinde olan o eşsiz fesahat ve belagattir. Öyle ki bu sözlerle tanışan herkes aslında uygun ve mantıklı konuşmanın da yöntemini öğrenmiş olur. Seyyit Razi, o dönemde (hk. IV. yüzyıl) var olan İmam Ali’nin (a.s) sözlerinden sadece üçte birini bu kitapta toplamıştır. [25]
Tarih boyunca bu eser için binlerce şerh, talik ve tercümenin yapılması, gerek Şia ve gerekse Sünni ulemanın nezdinde Kur’an-ı Kerim’den sonra Nehcü’l Belağa’nın önemini göstermektedir. Bu yüzden de Nehcü’l Belağa’yı Şia’nın en önemli rivayet miraslarından birisi olarak tanımlayabiliriz.
Günümüzde mevcut olan Nehcü’l Belağa 214 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli söz içermektedir. Burada bilmemiz gereken konu, Nehcü’l Belağa’dan önce yazılmış bir takım mecmualarda da Hz. Ali’den (a.s) bir takım söz ve hutbelerin bulunmuş olmasıdır. Nasr b. Muzahim (ö. 212), Ali b. Muhammed Naini (ö. 225), Abdulazim Hasani (ö. 224), İbrahim b. Muhammed Sakafi (ö. 283), Muhammed b. Cerir Taberi (ö. 310), Muhammed b. Yakub Kuleyni (ö. 329), Şeyh Müfid (ö. 413) vb. büyük âlimler kendi kitaplarında Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinin önemli bölümünü nakletmişlerdir. [26]
Hz. Ali’nin (a.s) hutbeleri, mektupları ve sözlerinin kayda alınması daha çok onun hilafeti döneminde gerçekleşmiş ve Seyyit Razi’nin ifadesiyle bu sözlerden yalnızca üçte biri Nehcü’l Belağa’ya yansımıştır. Bu da Hz. Ali’nin (a.s) önceki halifelerin aksine hadis yazımına engel olmadığı gibi, ona önem verdiğini göstermektedir.
5-Sahife-i Seccadiye
“Zebur-i Al-i Muhammed”, “İncil-i Ehl-i Beyt” veya “Uhtu’l Kur’an” diye de bilinen [27] “Sahife-i Seccadiye”, İmam Zeynelabidin’den (a.s) nakledilen çeşitli konularda önemli öğretilerin saklı olduğu bir dua mecmuasıdır. Dua, sünnetin bir parçası olduğundan sahife de bir nevi bir hadis mecmuasıdır.
Sahife’nin senet halkalarında kopukluk olsa da İlahi hüccettin dışında kimsenin sarf edemeyeceği engin maarif dolusu dua ve münacatları bunun İmam Zeynelabidin’den (a.s) nakledildiğini kesin kılmaktadır.
Allame Seyyid Muhsin Cebel Amuli’nin konuyla ilgili görüşü şöyledir: “Sahife’nin sonsuz belagat ve fesahatı, kıymetli mana ve muhtevası, Allah katında huşu ve tevazuyu öğreten derin ve eşsiz kelamı ve Hak Teâlâ’nın huzurundan af dileyip ona tevessül etmedeki inanılmaz öğretileri, bunun İmam Seccad’a (a.s) ait olduğunu gösteren en büyük şahitlerdir.” [28]
Elimizde mevcut olan Sahife-i Seccadiye, 54 duadan müteşekkildir. Muhaddisler aynı zamanda çeşitli hadis mecmualarını inceleyerek İmam Seccad’dan (a.s) nakledilen diğer duaları derleyip çeşitli sahifeler yazmışlardır. Şeyh Hürr-i Amuli’den “Sahifet'us-Seccadiyetu’s-Saniye”, Mirza Abdullah Efendi’den “Sahifetu’s-Seccadiyetu’s-Salise”, Muhaddis-i Nuri’den “Sahifetu’s-Seccadiyetu’r-Rabia”, Seyyid Muhsin Cebel Amuli’den “Sahifetu’s-Seccadiyetu’l Hamisa” bunlardan bir kaçıdır. [29] Ayrıca Şeyh Ağa Bozorg-i Tahrani, Sahife-i Seccadiye için yaklaşık elli şerhten bahsetmiştir. [30]
…
Dr. Ali NASİRÎ
------------
[1]- Dört yüz İlke.
[2]- Fuat Sezgin, Cabir Abdullah Ensari sahifesinin ilk asırda ve Emeviler döneminde yazılan hadis yazmalarından olduğunu belirtmiştir. Arap El Yazmaları Tarihi, s. 123.
[3]- Biharu’l Envar, c.1, s.31-32; Vesailu’ş-Şia, c.1, s.6-8; Ta’sisu’ş-Şia, s.280-285.
[4]- Besairu’d-Derecat, s.187.
[5]- Muhtelefu’ş-Şia, c.9, s.29.
[6]- Biharu’l Envar, c.26, s.34.
[7]- Durus fi’l Fıkhi’l İmamiyye, s.190.
[8]- el-Hilaf, c.1, s.132; el-Muhazzab, c.2, s.31; es-Serair, c.3, s.560; el-Mutaber, c.1, s.50, 99.
[9]- Daha fazla bilgi için bkz. Mec’meu’l Kaide, c.12, s.513; Zübdetü’l Beyan, s.485; Kâfi, c.1, s.41; c.2, s.136, 259, 347.
[10]- Rical-i Necaşi, s.306.
[11]- Besairu’d-Derecat, s.173.
[12]- Diraset fi’l Hadis ve’l Muhaddisin, s.302.
[13]- Mealimu’l Müderriseteyn, c.2, s.32.
[14]- Besairu’d-Derecat, s.173.
[15]- Besairu’d-Derecat, s.173.
[16]- Mealimu’l Medreseteyn, c.2, s.312.
[17]- Mealimu’l Medreseteyn, c.2, s.364.
[18]- Menakib-i Ali Ebi Talib, c.3, s.374; Besairu’d-Derecat, s.181.
[19]- el-Fihrist, s.30, Daha fazla bilgi için bkz. Biharu’l Envar, c.28, s.266.
[20]- el-İtkan fi Ulum-i Kur’an, c.1, s.57.
[21]- et-Tamhid fi Ulum-i Kur’an, c.1, s.290.
[22]- el-Mesailu’s-Serviyye, s.79.
[23]- Menakib-i Ali Ebi Talib, c.1, s.319; Biharu’l Envar, c.40, s.155.
[24]- Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.14; Tefsir-i Safi, c.1, s.19.
[25]- Seyyid Razi’nin Nechü’l Belağa’ya Önsözü.
[26]- Abduzzehra Hüseyni, Mesadi-i Nehcü’l Belağa ve Esaniduhu; Muhammed Mehdi Caferi, Nehcü’l Belağa’nın Senetleri Üzere Bir Araştırma, İmam Ali Dergisi, c.12; Nehcü’l Belağa’nın Senetleri, s.93-117.
[27]- ez-Zari’a, c.13, s.345 ve c.15, s.18; Ebtehi, es-Sahifetu’s-Seccadiye, Araştırma, s.657; Fethu’l Ebvab, s.76.
[28]- A’yanu’ş-Şia, c.1, s.638, Daha fazla bilgi için bkz. Fethu’l Ebvab, s.76.
[29]- Daha fazla bilgi için bkz. er-Risaletu’r-Ricaliyye, s.561-620.
[30]- ez-Zari’a, c.13, s.346-359.
Tarih: 18-09-2023