içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Şia Hadis Tarihi - 4

Bismillahirrahmanirrahim

Şia Hadis Tarihi - 4

2- “Men La Yahzuru’l Fakih”, Şeyh Saduk Muhammed b. Ali b. Babeveyh Kummi (ö. 381 hk.)

“Şeyh Saduk” künyesiyle bilinen Ebu Cafer b. Ali b. Babeveyh Kummi, hk. IV. yüzyılın en büyük Şia muhaddislerindendir. Doğum tarihi tam olarak bilinmese de 306 hk. yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. [1]

Babası, Şia’nın büyük muhaddislerinden ve Necaşi’nin değimi ile Kum havzasındaki muhaddislerin üstadıdır. İmam-ı Zaman’ın (a.f) Şeyh Saduk’un babasına gönderdiği mektupta O’na “Ey Şeyhim ve mutemedim ve fakihim!…” diye hitap etmesi, onun yüce makamı ve ilmine işaret etmektedir. [2]

Babeveyh, her şeyden önce kendi oğlu Şeyh Saduk’u yetiştirme görevini üstlenmişti. Bir süre sonra vefat etmesiyle Şeyh, ilim edinmek üzere Muhammed b. Hasan Ahmed b. Velid’in derslerine katılıp on beş yıl boyunca onun derslerinden faydalanmıştır. Şeyh, babasına duyduğu saygıya rağmen defalarca üstadı olan İbn-i Velid’in görüşlerini babasının görüşlerine tercih etmiştir. Babası ve İbn-i Velid’in dışında “Muhammed b. Ali b. Macilviye, Muhammed b. Musa b. Mutevekkil, Ahmed b. Muhammed b. Yahya Attar” gibi büyük üstatların huzurunda bulunmuştur. [3]

Şeyh Saduk’un yaşadığı dönem, Âl-i Ziyad ve Âl-i Buye’nin yani Şiilerin yönetimde olduğu zamana denk gelmektedir. Bu bağlamda onlar tarafından desteklenmiş ve dönemin hükümdarı Rüknü’d-Devle’nin davetiyle Rey şehrine gelerek orada ilmi çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca hükümdarın bilge veziri Sahib b. İbad’ın isteğiyle “Uyun-u Ahbaru’r-Rıza” adlı hadis mecmuası da Şeyh tarafından tedvin edilmiştir. [4]

Şeyh Saduk’un öğrencileri arasından “Hüseyn b. Ubeydullah Gazairi, Ali b. Ahmed b. Abbas Neccaşi, Seyyid Murtaza, Şeyh Müfid, Harun b. Musa Tilakbari” gibi büyük şahsiyetlerden söz edebiliriz. [5]

Yazdığı eserlerin sayısı iki yüz elli cildi aşsa da [6] teliflerin büyük bölümü zaman dâhilinde ve tarihteki çeşitli vakalar neticesinde kaybolmuştur. Bugün sadece adını bildiğimiz kitapların çeşitliliği Şeyh’in muhtelif İslami konulara olan hâkimiyeti ve ilmi derinliğini göstermektedir.

Şeyh Saduk 381 hk. yılında Rey şehrinde vefat etti ve o şehirde toprağa verildi. Hk. 1281 yılında Feth Ali Şah döneminde şiddetli yağmur ve selden dolayı Şeyh’in mezarında çöküntü meydana gelir. Bunun neticesinde görünen Şeyh’in çürümeyen bedeni ve kınalı tırnakları, onun yüce manevi ve ilmi makamını bir kez daha ortaya çıkarır. [7]

Fıkhi rivayetleri ihtiva eden “Fakih” ya da “Men lâ Yahzur” adıyla bilinen dört cilttik “Men lâ Yahzuruhu’l-Fakîh” kitabı, Kâfi’den sonra Şii dünyasının en muteber ve önemli hadis kaynağıdır. 5998 rivayet içeren bu kitap, 666 babdan oluşmaktadır. Rivayetlerin 3943’ü senetli ve 2055’i mürsel yani senetsizdir. [8] “Men lâ Yahzuruhu’l Fakîh” kitabındaki rivayetlerin dizimi, fıkıh konuları esasınca yapılmıştır. Örneğin ilk bab “sular ve temizlik” hükümlerini açıklayan rivayetlerden oluşmaktadır. Daha sonra “gusül, teyemmüm, namaz vb.” konulu bablar sırasıyla getirilmiştir.

Şeyh Saduk, kitabın önsözünde bu eseri yazmadaki amacını şöyle açıklamıştır: “Kader beni gurbet beldesi Belh şehrindeki İlak kasabasına çekince, oraya gelen İmam Musa Kazım’ın (a.s) evlatlarından “Nimet” lakaplı Şerifuddin Ebu Abdullah ile tanışmaya müşerref oldum. Onunla konuştukça gönlüm sevinçle doldu ve dostluğundan pek faydalandım. O bana Zekeriya Razi’nin yazdığı “Men La Yahzuru’l Tabib” adlı eserinden ve kendi alanında kâmil bir kitap olduğundan bahsetti. Daha sonra benden “helal ve haram”, “şeriat ve ahkâmla” ilgili her açıdan kapsamlı bir kitap yazmamı ve “Men La Yahzuru’l Fakih” diye adlandırmamı istedi.” [9]

Bu önsöz değerlendirildiğinde Saduk’un üstün ahlakından dolayı özel hürmet duyduğu Nimet’in isteği üzere fıkıhta her yönüyle kapsamlı olan Men lâ Yahzuruhu’l Fakîh’i kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Şeyh, mukaddimenin diğer bir bölümünde ise, sadece kendi fıkhi görüşlerine uygun olan rivayetleri zikrettiğini belirtmiştir: “Musannifler gibi tüm rivayetleri yazmayı düşünmüyorum. Sadece fetvalarıma uygun olan ve sahih bildiğim rivayetleri zikredeceğim.” [10]

Şeyh ayrıca rivayetlerin senetlerini son râvi hariç, hazfederek kitabın sonunda “Muşeyyihe” adını verdiği bir bölümde zikretmiştir.

Muhammed Taki Meclisi (II. Meclisi) bu kitap için Farsça ve Arapça olmak üzere “Ravzatu’l Muttakin fi Şerh-i Ahbari’l E’immetu’l Masumin ve Levamiu Sahibkarani” adlı iki şerh yazmıştır.

3- Tahzibu’l Ahkâm fi Şerhi’l Muknia, Şeyhu’t-Taife Muhammed b. Hasan Tusi (ö. 460 hk.)

“Şeyhu’t-Taifa” künyesiyle de bilinen Ebu Cafer Muhammed b. Hasan Tusi, 385 hk. yılında Horasan’ın Tus şehrinde dünyaya geldi. [11] Yirmi üç yaşına kadar aldığı eğitim hakkında net bir bilgi olmasa da o dönemde yönetimin Âl-i Buye’de olması ve Şia âlimlerinin desteklenmesi ile Horasan, Kum ve Rey gibi şehirlerde İslami ilimlerin canlanmasından yola çıkarak, Şeyh’in ilk eğitimini kendi beldesinde veya diğer şehirlerde aldığını tahmin edebiliriz. Şeyh 408 hk. yılında Bağdat’a gitmiştir. [12]

Şeyh’in yaşadığı yıllarda Bağdat, Abbasi hilafetinin başkenti ve İslam âleminin en önemli ilmi merkezi konumundaydı. Önemli ve büyük kütüphanelerin yanı sıra fıkhi, kelami ve diğer dini konularda söz sahibi âlimlerin Bağdat’ta bulunması, bu şehrin ilmi ve kültürel zenginliğini arttırıyordu.

Şeyh, dönemin Bağdat’ında Şii bölgelerinden olan Karh’da yaklaşık kırk yıl yaşadı. Bu dönem boyunca Şeyh Müfid gibi değerli şahsiyetlerin huzurundan faydalandı ve önemli eserlerini kaleme aldı. 448 veya 449 hk. yılında fanatik Sünnilerle Şiiler arasında yoğunlaşan ihtilaflar sonrası, Şeyh’in evi ve kütüphanesi ateşe verildi. Bunun üzerine Şeyh, o dönem metruk bir bölge olan Necef’e hicret etti [13] ve ömrünün sonuna kadar Necef’te yaşadı. On bir yıllık bu sürenin bereketiyle diğer âlim ve muhaddisler de bu şehre yönelip bin yıllık Necef havza ve medresesinin temelleri atıldı. Şeyh Tusi 460 hk. yılında Necef’te vefat etti ve kendi vasiyeti gereği yaşadığı evde toprağa verildi. [14]

Şeyh’in üstatları arasından İmamiye’nin erkânı olarak bilinen “Şeyh Müfid ve Şeyh Murtaza” gibi şahsiyetlerden söz edebiliriz. Şüphesiz Şeyh, ilimdeki derinliğini ve değerli eserlerini bu iki üstadın terbiyesine borçludur. Şeyh yaklaşık beş yıl boyunca ve Şeyh Müfid’in vefatına kadar (413 hk.) onun huzurundan faydalandı ve daha sonra hk. 436’da Seyyit Murtaza’nın vefatına kadar Seyyid’in terbiyesine mazhar oldu.

Aynı asırda yaşayan Neccaşi, Şeyh’in yirmi üç eserine ve Şeyh ise, kendi şerh-i halinde kırk bir esere işarette bulunmuştur. Çeşitli kaynaklarda Şeyh Tusi’nin elliden fazla eserinin bulunması ise Necaşi’nin fihrist çalışması ve Şeyh’in şerh-i halden sonra yazdığı eserleri de ihtiva ettiğinden kaynaklı olabilir. “Tehzib ve İstibsar” adlı eserlerlerin yanı sıra, Şeyh’in kelam ilminde “Telhisu’ş-Şafi”, “el-Mufassah ve’l Gaybe”, tefsir alanında “Tibyan”, fıkıh alanında “Nihaye”, “Mabsut” ve “Hilaf”, usulde “el-İdde” ve rical ilmi kapsamında “Fihrist” ve “İhtiyar-i Marifetu’r-Rical” gibi önemli eserleri bulunmaktadır. [15]

Tehzibu’l Ahkâm 13988 rivayet, 393 bab ve 23 kitaptan oluşmuş ve on ciltte yayınlanmıştır. [16]

Şeyh Tusi’nin üstadı Şeyh Müfid, “el-Mukni’a” adlı eserde fıkhi görüşlerini herhangi bir rivayete işaret etmeden veya istidlal belirtmeden nakletmiştir. Öte yandan Şeyh Tusi gençlik yılları olan 25’li yaşlarda Bağdat’a geldiğinde muhalifler için bir kınama aracı haline gelen rivayetlerdeki çelişkilerle karşılaşmış ve bu durumu ıslah etmek için kendini sorumlu hissederek üstadının kitabını uygun bir başlangıç addetmiştir. Şeyh Tusi, üstadının kaleme aldığı “el-Mukni’a” adlı esere rivayi bir şerh mahiyetinde olan, yani görüşlerin rivayetlerdeki delillerini açıklayan “Tehzib” adlı eseri 26 yaşında yazmaya başlamıştır. [17]

Şeyh Tusi, “Tehzib” adlı eseri yazmadaki amacını şöyle beyan etmiştir: “Dostlarımızdan bazıları bana hadislerdeki çelişki ve ihtilaflardan bahsettiler. Öyle ki karşıtı olmayan bir hadis bulunmamaktadır ve hiçbir hadis çelişki ve karşıt hadisten beri değildir. Bu ise muhaliflerin bizimle alay etmelerine ve istihzada bulunmalarına neden olmuştur. Bu açıdan teviller ve çelişkili hadisleri içeren bir eserin hazırlanması, şüphesiz en önemli dini vazifelerimizden ve Allah-u Teâlâ’ya yakınlaşma aracıdır.” [18]

Şeyh’in bu sözlerinden anlaşıldığı üzere Tehzib’i yazmadaki amacı bir nevi rivayetlerin bir araya getirilmelerindeki yolların izahıdır. Çünkü rivayetlerdeki çelişkiler muhaliflerin istihzalarıyla birlikte bu mektebi savunanların da yoldan sapmalarına neden olmuştur.

Dr. Ali NASİRÎ

 

 

----------

[1]- Mukaddime-i Meanie’l Ahbar, s.72-73.

[2]- el-Kuna ve’l Alkab, c.1, s.222.

[3]- Mukaddime-i Meanie’l Ahbar, s.36.

[4]- Pejuheş-i der Tarih-i Hadis-i Şia, s.499-500.

[5]- Muhaddime-i Meaniu’l Ahbar, s.68-72. Burada Şeyh’in talebe ve üstatlarından 27 kişinin ismi zikredilmiştir.

[6]- Mukaddime-i Meaniu’l Ahbar, s.82.

[7]- Mukaddime-i Meaniu’l Ahbar, s.75.

[8]- Men lâ Yahzuruhu’l-Fakîh’in yeni baskısındaki hadis sayısı, Üstad Ali Ekber Gaffari’nin araştırmasıyla 5920’dir. Mukaddime-i Mü’cem-i Biharu’l Envar, s.68.

[9]- Men la Yahzuru’l Fakih, c. 1, s.2.

[10]- Men la Yahzuru’l Fakih, c.1, s.5.

[11]- Şeyh Ağa Bozorg-i Tahrani, Mukaddimetu’n-Nihaye, s.6.

[12]- Hülasetü’l Akval, s. 148, Mukaddimetu’n-Nihaye, s.6.

[13]- Mukaddime-i el-Hilaf, c.1, s.8-9.

[14]- el-Kuna ve’l Alkab, c.2, s.395.

[15]- el-Kuna ve’l Alkab, c.2, s.395-396.

[16]- Bu rakam yeni baskıdan alınmıştır. Seyyid Muhammed Cebel Amuli ve Şeyh Ağa Bozorg-i Tahrani’ye göre ise, Tehzib’deki hadis sayısı 13590’dır. Daha fazla bilgi için bkz. A’yanu’ş-Şia, c.9, s.504.

[17]- Mukaddime-i Mü’cem Biharu’l Envar, s.69.

[18]- Tehzibu’l Ahkam, c.1, s.2-3.

Tarih: 04-12-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum