içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Sülûk, İbadet ve Nehcü’l-Belâğa

Yegâne Allah'a tapmak ve O'ndan başka bütün varlıklara tapmaktan sakınmak, peygamberlerin Allah tarafından getirdiği öğretilerin temel ilkelerinden biridir. Hiçbir peygamberin sunduğu öğretiler arasında ibadetin olmadığı söylenemez.

Sülûk, İbadet ve Nehcü’l-Belâğa

Bismillahirrahmanirrahim

İslâm'da İbadet

Bilindiği üzere mukaddes İslâm dininde de ibadet bütün öğretilerin başında gelir. Ancak şu var ki, İslâm dininde, yaşamdan ayrı ve sadece öteki dünyayla ilgili birtakım emirler, öğretiler şeklinde ibadet yoktur; İslâm dininde ibadetler yaşam felsefe ve biçimleriyle iç içe yaşamın metni, özü ve muhtevasıyla birliktedir.

 

İslâm'da bazı ibadetler topluca ve fertlerin iş birliğiyle ortaklaşa yerine getirilir; ancak İslâm dini, bireysel ibadetleri de bireyin bazı yaşam görevlerini de içerecek bir şekilde düzenlemiştir. Meselâ, kulluk sunmanın en mükemmel göstergesi olan namaz, İslâm dininde öyle şekillenmiştir ki, hatta bir kuytu köşeye çekilip tek başına namaz kılmak isteyen bir kimse bile temizlik, başkalarının hakkına saygılı olma, vakit bilirlik, yön bilirlik, duyguları kontrol etme, Allah'ın iyi kullarına barış ilânı gibi bazı toplumsal ve ahlâkî vazifeleri herhangi bir baskı olmaksızın kendiliğinden yerine getirir.

 

İslâm açısından, Allah'ı göz önünde bulundurarak Allah rızası için yapılan bütün yararlı ve hayır işler ibadettir. Dolayısıyla öğrenim görmek, çalışıp çaba harcayarak para kazanmak ve toplumsal faaliyetlerde bulunmak, eğer Allah için ve Allah yolunda yapılırsa ibadettir. Bununla birlikte, İslâm dininde namaz ve oruçta olduğu gibi sadece ibadet törenlerini yapmak için kendi başına belli bir felsefesi, hikmeti olan birtakım emirler, öğretiler de vardır.

 

İbadetlerin Dereceleri

Kişilerin ibadet telakki ve anlayışı bir olmayıp, kişiden kişiye değişir. Bazılarına göre ibadet, bir muamele, değiş-tokuş, ücret karşılığı iş satmak ve karşılığında ücret almaktır. Bir işçinin, iş gücünü işverenin lehine harcayıp karşısında bir ücret aldığı gibi, ibadet eden kimse de Allah için zahmetlere katlanır, eğilip doğrulur ve ister istemez bunun karşılığında bir ücret bekler; ancak bu ücret ahiret yurdunda verilir ona. İşçinin çabasının yararı işvereninden aldığı ücretle tanımlanacağı, ücret almadığı takdirde harcadığı güç boşa gideceği gibi, ibadeti muamele olarak görenler açısından ibadet eden kimsenin ibadetinin faydası da ahiret yurdunda birtakım maddî nesneler şeklinde kendisine verilecek ücret ve mükâfattır.

 

Her işveren, işçinin işinden elde ettiği kârdan dolayı ücret vermektedir. Ama mutlak mülk ve melekût sahibi bir işveren zayıf ve güçsüz bir kulun işinden ne gibi bir yarar bekleyebilir? Ve yine o büyük işverenin verdiği ücret ve mükâfatın bir lütuf ve bağış olduğunu varsayarsak, o hâlde bu lütuf ve bağış neden az da olsa bir miktar enerji harcamaksızın verilmiyor? Bu ince hususlar böyle âbidler için hiçbir zaman söz konusu olmayan bir muammadır.

 

Böyle kimseler açısından ibadet, dil ve vücudun diğer organları vasıtasıyla yapılan bu bedensel ameller ve gözle görünen hareketlerden ibarettir. İşte bu, bir türlü ibadet anlayışıdır ve tabi ki bu anlayış, ibadet konusunda avamca ve cahilce bir görüştür. İbn-i Sina'nın "el-İşarât" adlı kitabının dokuzuncu bölümünde dediği gibi, bu tür ibadet Allah'ı hakkıyla tanımaksızın yapılan ibadettir ve sadece her türlü araştırmadan mahrum cahil ve mazeretli kimselerden kabul edilen bir ibadet şeklidir.

 

İbadet konusundaki başka bir telakki ve anlayış da arifane algılayıştır. Bu görüşe göre işçi-işveren ilişkisi ve işçiyle işveren arasındaki ücret, hizmet ilişkisine benzer bir anlayış burada söz konusu değildir ve olamaz da. Bu anlayışa göre, ibadet Allah'a yakınlaşma merdivenidir; insanın miracıdır; ruhun yücelmesidir; ruhun varlık âleminin görünmeyen merkezine uçuşudur; ruhsal yeteneklerin eğitilmesi ve insanın melekûtî güçlerinin idmanıdır; ruhun bedene galibiyetidir; insanın varlık âlemini meydana getirene, yaratıcıya tepkisi ve en yüce şükrediş şeklidir; insanın mutlak kâmile ve mutlak cemile (güzele), aşk ve hayretini sergilemesidir ve nihayet Allah'a doğru ilerlemesi, seyr-u sülûkudur.

 

Bu anlayış uyarınca, ibadetin bir bedeni, şekli vardır; bir de ruhu. Bir zahiri vardır, bir de batını. Dil ve diğer organlar vasıtasıyla yapılanlar, ibadetin şekli, kalıbı ve zahiridir; fakat ibadetin ruh ve anlamı başka bir şeydir. İbadet ruhu ve derinliği, âbidin ibadetten algıladığı mefhuma, onun ibadet anlayışına, onu ibadete yönelten motivasyona, amelî olarak ibadetten aldığı nasip, haz ve lezzete, ibadetinin onu ne derecede Allah'a doğru sülûk ve yaklaşmaya sevk ettiğine bağlıdır.

 

Nehcü’l-Belâğa'nın İbadet Anlayışı

Nehcü’l-Belâğa'nın ibadet anlayışı nedir? Nehcü’l-Belâğa'nın ibadete yaklaşımı arifane bir yaklaşımdır. İslâm dünyasındaki arifane ibadet anlayışı ve uygulamalarının ilham kaynağı, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden sonra Hz. Ali'nin (a.s) buyrukları ve arifane ibadetleridir.

 

Bilindiği üzere ister Arapça'da ve ister Farsça'da olsun, İslâm edebiyatının yüce yönlerinden biri, insanın yüce Allah ile âbidane ve âşıkane ilişkiler kurmasıdır. Bu alanda nazım ve nesir şeklinde ortaya konulan hitabe, dua, temsil ve kinayelerdeki övülmeye değer ince ve zarif düşünceler, gerçekten insanı hayrete düşürmektedir.

 

İslâm'ın düşüncelerde derinlik, genişlik, incelik ve güzellik açısından meydana getirdiği ilerleme, İslâm ülkelerinde İslâm öncesi var olan düşüncelerle karşılaştırmak suretiyle anlaşılabilir. İslâm dini, puta, insana veya ateşe tapan ve kısır görüşlülüklerinden dolayı kendi elleriyle yaptıkları putu ma'bud edinen ya da yüce Allah'ı bir insanın babası seviyesine indiren ve bazen babayla oğlu bir bilen veya Ahura Mazda'yı resmen cisimleştirip putunu her tarafa yerleştiren insan kitlelerinden en soyut manaları, en ince düşünceleri ve en yüce kavramları idrak eden insanlar meydana getirdi.

 

Nasıl oldu da birdenbire düşünceler alt-üst oldu, mantıklar değişti, fikirler yüceldi, duygular incelip göklere çıktı ve değerler bambaşka oldu?!

 

"Muallaka-i Seb'a" [Yedi Askı=İslâm'dan önceki Arap şairlerinin beğenilip de Kâbe duvarına asılmış ünlü kasideleri] ve "Nehcü’l-Belâğa" birbirini izleyen iki döneme ait iki şaheserdir. Her ikisi de fesahat ve Belâgat numunesidir; fakat aralarında içerik açısından yerden göğe kadar fark var. Birincisi atların vasfı, mızrak, deve, gece baskını, göz, kaş, birbirini sevme, kişilere övgü ve hicivlerle ve ötekisi ise, en yüce insanî mefhumlarla doludur.

 

Şimdi Nehcü’l-Belâğa'nın ibadet anlayışının açıklığa kavuşması için Hz. Ali'nin (a.s) buyruklarından birkaç örnek verelim. Sözümüze insanların ibadete farklı yaklaşımları konusuyla başlayalım.

 

Özgür İnsanların İbadeti

"Bir bölük halk sevap için Allah'a ibadet eder; bu ibadet, tacirlerin ibadetidir. Bir bölük de Allah'a korkudan ibadet eder, bu da kölelerin ibadetidir. Bir bölükse, Allah'a şükretmek için ibadet eder; işte hür kişilerin ibadeti budur." [1]

 

"Eğer Allah kendisine karşı gelmelerine karşılık insanları korkutmasaydı, yine de nimetinin şükrünü yerine getirmek için ona itaat etmek farz olurdu." [2]

 

"Allah'ım! Ben cehennemden korktuğum veya cennetine tamah ettiğim için sana ibadet etmiyorum; ben seni ibadete layık gördüğüm için sana ibadet etmekteyim." [3]

 

Allah'ı Anmak

İbadetin ahlâkî ve toplumsal etkilerinin sırrı bir şeyde gizlidir: Allah'ı anmak ve O'ndan başkasını hatırdan silmek. Kur'an-ı Kerim bir yerde ibadetin eğitimdeki etkisi ve ruhu güçlendirmedeki yönüne işaret ederek; "Doğrusu namaz insanı çirkinlik ve kötülüklerden men eder." buyurmaktadır. Başka bir yerde ise; "Namazı, beni anmak için ikâme et (dosdoğru kıl)." buyurarak, namaz kılan ve Allah'ı anan bir kimsenin, alîm ve basîr (bilen ve gören) bir zatın kendisini daima gözetlediğini hatırlayacağına ve kendisinin O'na bir kul olduğunu hiçbir zaman unutmayacağına işaret etmektedir.

 

İbadetin hedefi olan Allah'ı anmak, gönüllere parlaklık, sefa verir ve kalbi ilâhî kudret ve sırların tecelli, görünme yeri olmaya hazırlar. Hz. Ali (a.s), ibadetin ruhu olan Allah'ı anma hakkında şöyle buyuruyor: "Yüce ve her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır. Zayıf gören gözler Allah'ı zikirle görmeye başlamış, ağır duyan kulaklar onunla iyi duymuş ve itaatsizlikten sonra onunla itaat etmeye başlamıştır. Tarihin bütün dönemlerinde Allah'ın, fikirlerine ve akıllarına hitap ettiği, sırf Allah rızası için yaşayan kullar daima olagelmiştir. [4]

 

Bu sözlerde Allah'ı anmanın, kalplerdeki hayret verici etkisi açıklanmakta; kalbin ilham alma ve Allah'la konuşma yeteneği kazandığı belirtilmektedir.

 

Hâl ve Makamlar

Bu hutbede, ibadet ışığında mana ehlinin ulaştığı hâller, makam ve kerametler açıklanmıştır. Bu cümleden olarak Hz. Emirü’l-Müminin (a.s) şöyle buyuruyor: "Etraflarını melekler sarmış, üzerlerine bir sekinet ve huzur inmiş. Göklerin kapıları kendilerine açılmış, Allah'ın şeref koltukları hazırlanmış, Rableri onların çalışmalarından memnun, makamlarını övmüş... Allah onların kulluk vasıtasıyla elde ettikleri makam ve dereceleri görmüş, amellerini beğenmiş, makamlarını övmüştür. Allah'ı çağırdıklarında Allah'ın mağfiret ve bağışının kokusunu alır ve karanlık günah perdelerinin gittiğini hissederler!"

 

Allah Erlerinin Gecesi

Nehcü’l-Belâğa açısından ibadet dünyası bambaşka bir dünyadır. İbadet dünyası lezzetlerle doludur; öyle lezzetler ki, bu üç boyutlu dünyanın maddî lezzetleriyle mukayese edilemez. İbadet dünyası, coşku, hareket ve seyahatle, seyr-u sülûklarla doludur; fakat bu seyahat “Mısır, Irak ve Şam” gibi yer âleminin bir vilayetiyle bitmez, nihayetsiz bir deryadır varmak istediği şehir. İbadet dünyasında ne gece vardır ve ne de gündüz; çünkü orada her şey aydınlıktır. Bulanıklık, hüzün ve kırgınlık yoktur orada; baştan başa sefâ ve samimiyet doludur.

 

Nehcü’l-Belâğa açısından bu dünyaya ayak basan ve bu dünyanın insana hayat veren nesiminin okşadığı kimse bahtiyar ve mesut olur. Bu dünyaya ayak basan kimse açısından, madde ve cisim dünyasında başını saf ipeğe veya bir kerpice koymak hiç önemli değildir: "Ne mutlu o kişiye ki, Rabbinin farzlarını edâ eder [yani Allah onun dostu, Fatiha ve İhlâs sureleri onun işidir] de; uğradığı çetin şeylere dayanır [zorlukları, değirmen taşının taneyi ezmesi gibi ezip küçültür]; geceleri gözlerine uyku girmez; sonunda uyku ağır basarsa da yeryüzünü döşek, elini yastık eder de dalar; hem de kıyamet gününden korkarak gözlerine uyku girmeyen, yanları yatak yüzü görmeyen, dudakları gizlice Rablerini zikreden, boyuna bağışlanma dileklerinden günahları kendilerinden giderilen, arınan topluluk içinde. "Onlardır Allah hizbi; bilin ki Allah hizbi, kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir." [5]

 

"Şeb-i merdan-ı khoda rûz-i cihanefrûz est

Rûşenen-râ be hakikat şeb-i zulmânî nîst."

Işık saçan gündür Allah erlerinin gecesi / Aydınlanmışların yoktur gerçekte karanlık gecesi.

 

Ayetullah Murtaza MUTAHHARİ

 

-----------

[1]- Nehcü’l-Belâğa, Kısa Sözler: 237.

[2]- Nehcü’l-Belâğa, Kısa Sözler: 290.

[3]- Biharu’l-Envar, c.41, b.101 ve s. 14 biraz farkla.

[4]- Nehcü’l-Belâğa, Hutbe: 220.

[5]- Nehcü’l-Belâğa, Mektup: 45.

Tarih: 11-12-2023

FACEBOOK YORUM
Yorum