Tevhid ve Merhaleleri
Allah'ın varlığına inanmak, bütün semavî dinlerdeki ortak ilkedir ve esasen ilahî kişiyle (hangi dine tâbi olursa olsun) maddeci bir kişiyi birbirinden ayıran şey de bu konuda saklıdır.
Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın varlığını delile ihtiyacı olmayan apaçık bir konu bilmekte ve bu husustaki her türlü şek ve şüpheyi yersiz saymaktadır. Nitekim şöyle buyuruyor:
Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?! [1] Allah-u Teâlâ'nın varlığı apaçık bir konu olmasına rağmen Kur'ân-ı Kerim delil ve düşünme yoluyla Allah'ı tanıyıp, akıllarına takılabilecek her türlü şek ve şüpheyi gidermek isteyen kimseler için birtakım yollar göstermiştir. Onların en önemlileri şunlardır:
1- İnsanın özel şartlar altında kendini gösteren daha üstün bir varlığa ihtiyaç ve bağımlılık hissi, onu yaratılışın kaynağına götüren fıtratının sesidir. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah'ın yaratışına ki, insanları ona göre ya-ratmıştır. [2]
Yine şöyle buyuruyor:
Gemiye bindikleri zaman (gemileri denizin kükreyen dalgaları arasında batmak üzere olunca), dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar. [3]
2- Tabiat âlemi ve ondaki, Allah'ın varlığının apaçık nişaneleri olan insanı hayrete düşüren şeyler üzerinde inceleme yapmaya davet! Bu nişaneler, varlık âleminde ilim, güç ve hekimâne bir yönetimin parmağı olduğunu göstermektedir:
Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette sağduyu sahipleri için ibretler vardır. [4] Bu konuyla ilgili ayetler oldukça çoktur ve biz burada bu kadar örnekle yetiniyoruz. Açıktır ki, bu söylediklerimiz Allah'ı tanıma yolunun, bu ikisiyle sınırlı olduğu anlamına gelmez; aksine Allah'ın varlığını ispatlamak için İslâm kelâmcılarının, kelâm kitaplarında kaydettikleri birçok deliller vardır.
Tevhid Merhaleleri
Bütün semavî dinler tevhid ve tek ilaha tapmak esasına dayanmaktadır ve bunlar arasındaki en bâriz ortak nokta, tek olan Allah'a inanmaktır; ama bu dinlerin bazı takipçileri, bu ortak inançtan sapmışlardır. Aşağıda Kur'ân-ı Kerim ve hadislerden ilham alarak ve yine aklî deliller yardımıyla tevhid mertebelerini açıklayacağız:
*Tevhidin ilk mertebesi, tehvîd-i zatîdir. Tevhid-i zatî iki kısımdır:
a) Allah-u Teâlâ'nın zatı tek ve eşsizdir; O'nun için eş ve benzer düşünülemez.
b) Allah-u Teâlâ'nın zatı basittir (yalındır); O'nda hiçbir şekilde kesret ve terkib söz konusu değildir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) yukarıdaki iki anlamı şöyle açıklamaktadır:
1- "O, tektir ve varlıklar arasında O'nun benzeri yoktur."
2- "O manen tektir; ne dışarıda, ne hayalde ve ne de akılda parçalara ayrılmaz." [5] Tevhid hakkında Müslümanların inancını açıklayan İhlâs Suresi her iki merhaleye işaret etmektedir: Birinci kısma "Hiçbir şey O'nun dengi değildir." ayetiyle ve ikinci kısma ise, "De ki: O Allah birdir." ayetiyle değinmektedir.
Dolayısıyla, Hristiyanlıktaki teslis=üçleme (Baba, Oğul, Ruhu'l-Kuds) İslâm mantığı açısından batıldır ve Kur'ân-ı Kerim ayetlerinde onun doğru olmadığı açıklanmıştır; nitekim kelâm kitaplarında da bu konu genişçe açıklanmıştır. Biz burada sadece şu açıklamayla yetiniyoruz: Üç ilâhın varlığı anlamındaki teslis=üçleme için, şu iki şık söz konusudur:
1- Bu üç ilâhtan her biri, diğerinden ayrı bir varlık ve kişiliğe sahiptir; yani her biri tüm ilâhlık özelli-ğine sahiptir. Bu durumda birinci anlamdaki tevhid-i zatîye (O'nun eşi ve benzeri yoktur) ters düşer.
2- Üç ilâh bir şahsiyeti teşkil etmekte ve her biri onun bir bölümünü oluşturmaktadır; bu durumda da terkîbi gerektirmekte ve tevhid-i zatînin ikinci anlamına (O, basittir) ters düşmektedir.
*Tevhidin ikinci merhalesi, Allah-u Teâlâ'nın zatî sıfatlarında tevhiddir. Biz Allah'ı tüm kemalî sıfatlara sahip bilmekteyiz. Akıl ve vahiy de bu kemal sıfatlarının Allah-u Teâlâ'da varlığına delâlet etmektedir. Dolayısıyla Allah Teâlâ; Alîm, Kadîr, Hayy, Semî', Basîr vs...dir. Bu sıfatlar anlam bakımından birbirinden farklıdırlar. "Alîm" kelimesinden anladığımız şey, "Kadîr" kelimesinden anladığımızdan farklıdır. Fakat asıl bahis konusu şudur: Bu sıfatlar mana ve mefhumda birbirlerinden farklı oldukları gibi, gerçekte de birbirlerinden farklı mıdırlar; yani acaba Allah Teâlâ'nın varlığında da birbirinden ayrı mıdırlar, yoksa bir midirler? Bu sorunun cevabında şunu söylemek gerekir: Bu sıfatların Allah Teâlâ'nın zatında ayrılıkları, O'nun zatında kesret ve terkibi gerektirdiğinden; bu sıfatlar, mana ve mefhumda birbirinden farklı ve ayrı şeyler olmalarına rağmen, kesinlikle bir ve aynı şeydirler.
Başka bir tabirle: Allah-u Teâlâ'nın zatı basit (yalın) olmasına rağmen, bu sıfatların tümüne sahiptir; Allah Teâlâ'nın zatının bir bölümünü ilim, diğer bölümünü kudret ve bir başka bölümünü de hayy ve diri oluşu teşkil etmez ve araştırmacıların tabiriyle: O'nun tümü ilimdir, tümü kudrettir ve tümü dirlik ve hayattır... [6]
Dolayısıyla Allah-u Teâlâ'nın zatî sıfatları, kadim ve ezelî olmakla birlikte O'nun zatının aynıdır. Allah Teâlâ'nın sıfat-larının ezelî ve kadim, fakat zatıyla aynı olduğunu kabul etmeyenlerin görüşleri ise doğru değildir. Çünkü, bu görüş gerçekte Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarını insana benzetmekten kay-naklanmış ve insandaki sıfatlar onun zatından ayrı olduğu için Allah Teâlâ'da da böyle olduğunu sanmışlardır. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
Allah-u Teâlâ ezelden beri bizim Rabbimizdir; hiçbir malûm, mesmu' (duyulan), mubser (görülen) ve makur (güç yetirilen) olmadan önce ilim, sem' (duyma), basar (görme) ve kudret O'nun zatının aynıydı. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) de, Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarının, O'nun zatıyla aynı oluşunu şöyle açıklamaktadır:
Tevhidde ihlâsın kemali, O'nu (zatından ayrı) sıfatlardan tenzih etmektir. Çünkü her sıfat, vasfedilenden ve her vasfedilen de sıfattan ayrı olduğuna tanıklık eder. [7]
*Tevhidin üçüncü merhalesi, yaratıcılığında tevhiddir. Yani, Allah-u Teâlâ'dan başka yaratıcı yoktur ve varlıkların tümünü yaratan O'dur. Kur'ân-ı Kerim tevhidin bu merhalesini vurgulayarak şöyle buyuruyor:
"Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, tektir, kahredendir. [8]
İşte her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur. [9]
Vahiy dışında, akıl da yaratıcılıkta tevhide tanıklık etmektedir; çünkü Allah'tan başka her şey mümkün ve muhtaç bir varlıktır ve doğal olarak onun ihtiyacı Allah tarafından giderilmekte ve varlık boyutunda isteklerini O temin etmektedir. Yaratıcılıkta tevhid, tabii ki varlık âleminde sebep sonuç ilkesini reddetmek anlamında değildir. Çünkü mümkün varlıkların birbiri üzerinde etkisi, Allah'ın iznine bağlıdır; sebebin varlığı ve varlıkların sebebiyeti -her ikisi de- O'nun iradesinin görüntülerinden sayılmaktadır. Güneş ve Ay'a sıcaklık ve parlaklık veren O'dur ve istediği zaman da onlardan bu etkiyi alır. Bu açıdan O tek ve eşsiz yaratıcıdır. Altıncı ilkede değindiğimiz gibi, Kur'ân-ı Kerim de sebep sonuç düzenini onaylamıştır. Nitekim şöyle buyuruyor:
Rüzgârları gönderen, bulutları kaldıran, sonra onu göğe dilediği gibi yayan Allah'tır. [10] Bu ayette, bulutları hareket ettirmede rüzgârın etkisi açıkça beyan edilmektedir.
Allah-u Teâlâ'nın yaratıcılık dairesinin tüm varlıkları kapsamına alması, kulların çirkin işlerinin Allah Teâlâ'ya nispet edilmesini gerektirmez. Çünkü her varlık, mümkün bir varlık olması hasebiyle, Allah'ın genel irade ve gücüne istinat etmeden var olamaz; ancak insan, kendi fiilinde iradeli ve muhtar[11] bir varlık olduğu için, Allah'ın takdiriyle karar verme hakkına sahiptir; itaat ve itaatsizlik bakımından fiilin gerçekleşmesi, onun iradesine ve aldığı karara bağlıdır. Başka bir tabirle: Allah-u Teâlâ varlıkları yoktan var edendir ve varlık mutlak olarak O'ndandır ve O'na istinat edilir; bu açıdan hiçbir kötülük söz konusu değildir. Nitekim şöyle buyuruyor:
O'dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı. [12]
*Tevhidin dördüncü merhalesi, rubûbiyet ile âlem ve in-sanı yönetmekte tevhiddir. Rubûbiyette tevhidin iki boyutu vardır:
1- Tekvinî yönetim;
2- Teşriî yönetim.
Teşriî yönetimden ayrı bir ilkede bahsedeceğiz. Şimdilik tekvinî yönetim çerçevesinde tevhidi ele alalım. Tekvinî yönetim, varlık âlemini yönetmektir; yani varlık âleminin yönetimi -onu icat edip yarattığı gibi- tek ve eşsiz olan Allah-u Teâlâ'nın elindedir. İnsanların işlerinde bir şeyi meydana getirmekle yönetmek birbirinden ayrılabilir; örneğin birisi bir fabrikayı yapar ve diğeri ise onu yönetir. Fakat varlık âleminde, yaratanla yöneten bir kişidir ve buradaki incelik ise, âlemin yönetiminin onun yaratılışından ayrı olmayışıdır.
Peygamberler tarihi, yaracılıkta tevhid meselesinin onların ümmetleri arasında tartışılan bir konu olduğunu göstermektedir; eğer şirk vardıysa, bu genellikle âlemin yönetimi ve onun peşi sıra kulluk ve tapınma hakkında söz konusuydu. Hz. İbrahim Halil (a.s) döneminde müşrikler sadece bir tek yaratıcıya inanıyorlardı; fakat yanılarak âlemin yöneticisinin yıldızlar, ay veya güneş olduğunu sanıyorlardı; Hz. İbrahim'in (a.s) onlarla anlaşmazlığı da bu konudaydı. [13] Nitekim Hz. İbrahim'den (a.s) sonra yaşayan Hz. Yusuf'un (a.s) döneminde de şirk; ilâh ve rubûbiyet konusunda söz konusuydu -sanki Allah âlemi yarattıktan sonra, onun yönetimini diğerlerine bırakmıştı- ve bu konu Hz. Yusuf'un (a.s), zindan arkadaşlarıyla konuşmasından apaçık anlaşılmaktadır. Onlara şöyle diyor ki:
Çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici Allah mı? [14] Yine Kur'ân ayetlerinden, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) dönemindeki müşriklerin, kaderlerinin bir bölümünün mabut-larının elinde olduğuna inandıkları anlaşılmaktadır. Nitekim şöyle buyuruyor:
Kendilerine destek olsunlar diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. [15] Yine şöyle buyuruyor:
Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. (O tanrılar) kendilerine yardım edemezler. Tersine, kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir. [16]
Kur'ân-ı Kerim çeşitli ayetlerde müşrikleri, "Siz kendilerine ve tapanlara bir yarar veya zarar dokundurmaya gücü yetmeyen şeylere tapmaktasınız." diye buyurmaktadır. Bu gibi ayetler, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) dönemindeki müşriklerin, mabutlarının yarar ve zarar verebildiğine inandıklarını[17] ve bunun da onların putlara tapmalarına neden olduğunu göstermektedir.
------------------
[1]- İbrâhîm, 10
[2]- Rûm, 30
[3]- Ankebût, 65
[4]- Âl-i İmrân, 190
[5]- Tevhid-i Saduk, s.84, 3. bab, 3. hadis.
[6]- Sadru'l-Muteellihîn, Esfâr-u Arbaa, c.6, s.135.
[7]- Nehcü'l-Belâğa, 1. hutbe. Bazıları bilgisizlikleri nedeniyle bu görüşü, "muâtale" görüşü saymışlardır. Oysa "Muâtele", Allah-u Teâlâ'nın zatının cemal sıfatlarına sahip olduğunu kabul etmezler ve onların görüşleri Allah-u Teâlâ'nın zatının varlık kemallerine sahip olmamasını gerektirmektedir. Bu yanlış inancın, sıfatların zatla aynı oluşuyla hiçbir ilgisi yoktur. Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarının O'nun zatıyla aynı oluşu görüşü Allah'ın cemal sıfatlarına sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, Allah'ın sıfatlarının O'nun zatından ayrı olduğu görüşündeki, birden fazla kadimin oluşu gibi şüphelerden de uzaktır.
[8]- Ra'd, 16.
[9]- Mümin, 62.
[10]- Rûm, 48.
[11]- İnsanın ihtiyar ve iradesi mevzuunu adalet konusunda ele alacağız.
[12]- Secde, 7.
[13]- En'âm, 76-78.
[14]- Yûsuf, 39.
[15]- Meryem, 81.
[16]- Yâsîn, 74-75.
[17]- Yûnus, 18; Furkân, 55.
Tarih: 07-10-2021