içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Ağlamanın Esrarı

بسم الله الرحمن الرحیم

 

Ağlamak başa gelen bir acı, üzüntü ve benzeri nedenlerle inleyerek, hıçkırarak, çığlık atarak ya da sevinç nedeniyle kahkaha ya da sessizce gözyaşı dökmek veya gözlerden yaş gelmesine denir. Kısaca ağlamanın bir beden dili olduğu belirtilir.

Ağlama insanın anne rahminden ayrılmasıyla aldığı ilk nefesle başlar. “Neden ağlıyoruz” sorusuna Dr. Cornelius, “Bundan pek emin değiliz” diyor ve ekliyor: “Teoriler yapısal olarak erkek ve kadın beyninin nasıl işleyip neleri birbirine bağladıklarıyla ilgili. Ancak henüz bir sonuç elde edilmiş değildir.” Ağlamak bizim diğer insanlara savunmasız olduğumuzu göstermenin bir yolu ve aynı zamanda bir güven belirtisidir ve güven, hayatta kalmamız için gereklidir.

 

Ağlamanın Fiziki Etkileri

Hipokrates, M.Ö. 5. Yy. da ağlamanın nedeniyle ilgili şöyle bir tanım yürütmüştür: “Ağlamanın merkezi beyinde gizlidir. Gözyaşı dışarı akarken beyindeki fazla sümüksü sıvının da dışarı atılmasına sebep olup, beyni hasta olmaktan korur.” Kadim tıpta insanın karakterini belirlediğine inanılan dört vücut sıvısı (safra, kan, balgam ve sovda) [1] vardı. Bu sıvıların dengesi bozulduğunda insan hastalanır ve iyileşebilmesi için tekrar dengeye getirmek gerekir. Hipokrates bu olayı tanımlamak için, “arınmak” anlamına gelen “katarsis” kelimesini kullanmıştır.

 

Üç Farlı Gözyaşı Çeşidi Vardır

Ağlarken fark etmiyoruz ama, farklı durumlarda farklı gözyaşı üretiyormuşuz meğer.

Temel gözyaşımız, vücudun duygusal durumuna bağlı olmaksızın, fonksiyonunu sürdürebileceği biyolojik ortamın oluşturulmasını sağlar. Korneanın aşırı kurumasını engelleyerek göz batmasına karşı korur. Göz kuruluğu şikâyeti ile doktora müracaat ettiğimizde verdiği damlalar temel gözyaşımız ile aynı kimyayı içerir.

İkinci gözyaşı çeşidi refleks gözyaşıdır. Adından da anlaşıldığı üzere gözün alışık olmadığı maddeler veya nesnelerle teması sonucu verdiği bir tepkidir. Soğan doğrama esnasında gözyaşı oluşumu buna örmektir, soğandaki koku molekülleri havaya karışarak gözle temas eder ve yapısı gereği göz ile uyumlu olmayan parçacıklar gözün tepki vermesine sebep olur.

Üçüncü gözyaşı çeşidimiz de gözün duygusal duruma göre ürettiği gözyaşıdır. Duygu kontrolü beyinde meydana geldiğinden bu gözyaşının oluşumu direkt beyin ile alakalıdır.

 

Gözyaşı Nasıl Oluşur?

Ağlarken vücutta zincirleme bir reaksiyon başlar ve bu işlem başladıktan sonra ortalığı su basmasını engellemek biraz zor oluyor tabi. Çünkü yoğun bir duygu hissettiğimizde beyinde çok çeşitli sinyaller uçuşmaya başlıyor. Bunun nedeni çok çeşitli olabilir. Üzüntü, öfke, stres hatta aşırı mutluluk gibi zor duygular beyninizde vahşi bir hayvan tarafından kovalanıyormuşsunuz ya da kötü bir katil peşinizdeymiş gibi tehlike işareti olarak işlenir. Duygusal işlemeyi kontrol eden, beyindeki özerk sinir sistemine bağlı olan ve bezelye büyüklüğündeki amigdala bezesi yoğun şartlar karşısında hipotalamus bölgesine sinyal gönderir. Özerk sinir sistemi, vücut ısısı, açlık, susama ve ağlama gibi herhangi bir kontrol gerekmeyen işlevleri üstlenir.

Bu sırada kalbimiz hızlı atmaya ve boğazımızda yumru gibi bir şey oluşmaya başlar. Özerk sinir sistemi sempatik sinir sistemini başlatır ve yaklaşan tehlikeye hazır olmak kaç ya da savaş tepkilerini için hızlandırır. Bu sırada yeme ve içme gibi gereksiz işlevlerin yerine getirilmesinin önüne geçmeye çalışır. Sonuç olarak boğazdaki ses telleri arasındaki boşluğun şişmesine ve boğazın dolgunlaşmasına sebep olur.

Bütün bu duygu, hipotalamus bölgesinde asetilkolin (kimyasal haberci) enzimi üretmesini söyler. Asetilkolin beyindeki gözyaşı bezelerine sinyal gönderen reseptörlere bağlanır. Bunlar gözün kemikli ağzının yanında bulunan küçük bezelerdir.

Bu bezeler yeterince uyarıldığında gözyaşı üretmeye başlar ve hazneler oldukça hızlı dolar. Gözyaşı çok yoğun olduğunda burun boşluğundan da yol bulur ve buradan da akar.

Diğer yandan gözyaşı koruyucu bir mekanizma olarak da kullanılıyor. Tehlikeli bir durumda bir kalkan gibi gözün üst tabakasını sarıp ve kavga sırasında gözü bulanıklaştırarak saldırgan olma ihtimalini azaltıyor.

Gözyaşının en önemli etkilerinden biri, endorfin hormonu salgılanmasına sebep olur. Endorfin insana neşe veren bir hormondur ve zaten mutluluk hormonlarından biri olarak bilinir. Endorfin hormonunun neşe vermenin yanı sıra sağladığı bir fayda da ağrıları azaltmasıdır. Fizyolojik faktörlere bakınca ağlamak; savunma, korunma, mutluluk ve analjesik (ağrı kesici) etkileri olan mucizevi bir fiildir.

 

Bebeklerde Ağlamanın Sebepleri

Araştırmaların, ağlamanın da bir beden dili olduğunu gösterdiğini belirterek, bebekler ihtiyaç ve sıkıntılarını ağlayarak anlatıyorlar. Çocuk doktorları, bebeklerin ağlarken, yüzde on iki oranında daha çok enerji harcadıklarını belirtiyorlar. Ağlamak için yetişkin insanlarda dikkate değer bir enerji harcıyorlar. Bu zahmete katlanmanın mutlaka bir sebebi olmalı değil mi? Var tabi. Bebekler gözün kornea tabakasını nemli tutan ve enfeksiyonlara karşı koruyan gözyaşını doğuştan itibaren üretiyorlar. Ama gözyaşı bezelerine giden sinirler altı hafta tamamlandıktan sonra oluşuyor. Gerçek gözyaşı dökmeye o zaman başlıyorlar. Bebekler, engel tanımadan ve toplumsal kuralları gözetmeksizin ağlıyorlar. Araştırmalar bebeklerin günde ortalama 1 ila 4 saat ağladıklarını ortaya koyuyor ve bebeğin oldukça sessiz olmasının bir rahatsızlığa işaret edebileceğini belirlemiştir. Ağlama şekilleri belli gruplara ayrılıyor. Bebekler acıkınca başka türlü, yorulunca başka türlü ağlıyorlar. Pediatri (Çocuk sağlığı ve hastalıkları) bölümü ağlama şekillerini şöyle sıralamıştır:

  • Bebek acı çekince; keskin bir feryat, nefes almadan devam eden kısa bir çığlık, içe doğru çekilerek ağlama.
  • Acıkınca; düşen ve yükselen ses tonuyla kısa ağlama. Bebek parmaklarını emer, yanaklarına vurur, kucağa alınıp karnı doyana kadar ağlaması kesilmez.
  • Yorulunca; uykusu geldiği zaman yumuşak şekilde, tıpkı şarkı söyler gibi ritimli bir şekilde ağlar.
  • Sıkılınca; yankı yapan bir ses tonuyla ağlar. Bu durumda kucağa alınana dek ağlamaya devam eder.
  • Rahatsız olunca; huysuz ve aksi bir ses tonuyla ağlar. Bu ağlama türünde bebeğin altının ıslattığı, üşüdüğü, terlediği anlaşılabilir.
  •  

Yetişkinlerde (kadın-erkek) Ağlamanın Etkileri

Ağlamakla ilgili şu anda üzerinde bilimsel olarak çalışılan bir diğer madde de prolaktin hormonudur. Bu hormonun kadınlarda buluğ çağında, adetlerinde, hamilelikte, emzirirken arttığı tespit edilmiştir. Oran olarak kadın bedeninde erkeklere nazaran yüzde atmış daha fazla prolaktin hormonu bulunuyor. Dr. William Frey’in ortaya koyduğu teoriye göre prolaktin hormonu kadınların endokrin (salgı) sistemini etkiliyor ve daha fazla ağlama eğilimi yaratıyor. Sonuç olarak, kadınlar daha çok ağlıyorlar. İstatistikler, insanın yaşamı boyunca aşağı yukarı 95 litre yani yaklaşık 10 kova gözyaşı döktüğünü söylüyor. Bu veriler kuşkusuz genel bir bilgi sunuyor. Çünkü konuya ilişkin rakamlar insana ve kültüre göre değişiyor. Yetişkinler, duygu yoğunluklarını gözyaşına aktarmak için 19 ila 22 saatleri arasını seçiyorlar. Oturup ağlamaya başladıklarında, kadınlar beş dakikada yaklaşık 50 damla gözyaşı akıtırken, erkekler olayı nemli gözlerle sınırlı tutmayı tercih ediyorlar. Bir damla gözyaşı yaklaşık 15 miligram ağırlığındadır. Öyle küçük göründüğüne bakmayın, etkisi çok büyüktür. Kadınlar yılda ortalama 64 ve erkekler ise 17 kez ağlarlar.

 

Ağlamanın Psikolojik Etkileri

Birçok bilim insanı ve şair gözyaşının bir “katarsis” yani arınma etkisi olduğu fikrinde birleşiyorlar. Fransız filozof Rene Descartes, ağlayabilen insanın sevme ve merhamet etme becerisine sahip olduğunu düşünüyor. Ağlamayan insanın içi sürekli artan bir nefret ve korkuyla dolup taşar. Romalı şair Ovidius 2000 yıl önce: “Ağlamak, öfkeyi siler” demişti.

Ağlamanın iyi gelmesinin psikolojik nedenlerinden biri ağlama ile mevcut olan mutsuzluğu veya sıkılmaya sebep olan negatif şey ne ise onu kabullenmemizdir.  Çoğu kez ağlamak bir acizlik belirtisi olarak algılanır çünkü ortadaki sıkıntılı duruma verilen somut bir tepki vardır, ağlayan kişi bu durum ile başa çıkamıyordur yani olay karşısında aciz kalmıştır. Bir açıdan doğru bir yorumdur, ağlamak kişisel olarak gücümüzün yetmediğini kabullenmemize verdiğimiz bir tepkidir. Ancak unutulmaması gereken bunun bir duygu geçişi olmasıdır.

 

Ağlamanın Çok Çeşidi Vardır

Ağlamanın çok çeşidi vardır. Mutluluktan ağlamak, hüzünden ağlamak, bir yerin acısından ağlamak ve….. Ağlamayı kimyasal bir tepkime olarak görsek de bu tepkimeler iç dünyamızın stresini, heyecanını, aşırı yükselen duygularını dışarı vurmak olarak tanımlayabiliriz.

Bilim adamları, inanılmaz bir şekilde gözyaşının içeriğinin değişik zamanlardaki ağlamalarda farklı olduğu ortaya çıkardı. Bunun anlamı; bir kişi hangi gerekçe ile ağlıyorsa gözyaşı içeriği ona göre şekilleniyor.

Tillburg Üniversitesinde yapılan bir araştırmada 3000’den fazla gözyaşının içeriğini ve ağlayan kişilerdeki etkisini incelediler. Sonuç gerçekten çok ilginçti. Ağlama türüne göre gözyaşı içeriği değişiyor ve ağlama sonrası kişiler ağladıklarında içlerinde zehri bir yönü dışarı atmış oluyorlar.

 

Gözyaşınızı Yutmayın

Hatta psikolojik olarak negatif duyguları yükselmiş birisinin, ağlayarak psikolojik ve biyolojik olarak bu negatif duyguların etkisinden kurtuluyor. Bu yüzden birçok bilim adamı ağlarken ağıza giren gözyaşını yutmanın çok da doğru olmadığından bahsediyorlar. Yani üzülüyorsanız mutlaka ağlamalısınız. Ağlamak fiziki ve ruhsal olarak rahatlatacaktır.

 

Kimin Yanında Ağladığınıza Dikkat Edin!

Biyolog Oren Hasson’unu bir çalışmasında ağlamanın psikolojik ve duygusal bağlayıcı etkisinden bahsediyor. Hatta bunun deneysel çalışmalarını yapıyor. Bu durum, eğer bir kişinin yanında ağlıyorsanız o kişiye karşı otomatik olarak psikolojik ve duygusal bir bağlanma eğilimi oluşturuyorsunuz anlamına geliyor. Hele bir de siz ağlarken yanında olduğunuz kişi size şefkatli temasla birlikte destek oluyorsa, ona karşı güçlü güven ve bağlanma duygusu yaşama ihtimaliniz çok güçleniyor demektir.

Ağlamanın ruhsal faydalarının sınırsız olduğuna bilim sayesinde şahit olmanın yanı sıra mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’de ve fahru kainat peygamber efendimiz ve onun pak ehlibeyti kaynaklı hadislerde de ağlamanın her daim önerildiği ve faydamıza olduğu belirtilmiştir.

Allah Tebarek ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ağlayarak yüz üste yere kapanırlar; bu onların gönüllerindeki huşuyu artırır. [2]

“İşledikleri suçların cezası olarak, artık az gülüp çok ağlasınlar. [3]

Allah Tebarek ve Teâlâ günahlardan arınmamız için, ağlamayı bir nimet olarak bize bahşetmiştir.

İmam Ali (aleyhi selam) şöyle buyurmuştur: “Gözler ancak kalplerin katılaşmasıyla kurur. (Yani ağlamaz) kalpler ise günahların çokluğuyla katılaşır.” [4]

Yine şöyle buyurmuştur: “Allah korkusuyla ağlamak kalbi nurlandırır, (insanı) günaha dönmekten alıkoyar.” [5]

İslam tarihinde ağlayarak sembol olan bazı isimleri zikretmek faydalı olacaktır. İmam Cafer-i Sadık (aleyhi selam) şöyle buyurmuştur:

Çok ağlayanlar beş kişidir: Hz. Âdem (aleyhi selam), Hz. Yakup (aleyhi selam), Hz. Yusuf (aleyhi selam), Hz. Muhammed (aleyhi selat ve selam), Hz. Fatıma (aleyha selam) ve İmam Zeynel Abidin (aleyhi selam).”

Sonra şöyle buyurdu: Hz. Fatıma Resulullah’a (aleyhi selat ve selam) o kadar çok ağladı ki, Medineliler rahatsız olduklarından ona “Çok ağlayarak bizi incitiyorsun…” dediler. [6]

Yine ağlama konusunda İmam Cafer Sadık (aleyhi selam) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü bütün gözler ağlar, dünyada iken Allah korkusuyla ağlayan gözler hariç. Bir göz duygusallaşır sonra Allah korkusundan yaşla dolarsa, Allah-u Teala bedeninin bütün organlarına cehennemi haram kılar. Bu gözden yaşlar yanaklara doğru süzülürse, o yüz alçalma ve zillet nedir görmez. Her şeyin bir ölçüsü ve ağırlığı vardır, gözyaşı hariç. Çünkü Allah azze ve celle, çok az gözyaşıyla nice nice ateş söndürür. Eğer bir ümmette bir kul ağlarsa, Allah Teala o kulun ağlamasından dolayı o ümmete rahmet eder.” [7]

İslam nazarında manevi yönü ile ağlamanın insana kazandırdıkları ağlamanın önemini gözler önüne sermektedir. Neticede bütün bu incelemelerle birlikte, ağlamanın bilimsel araştırmaların, sonradan ortaya çıkan etkilerinin, dinimizde çok daha sonra ortaya çıktığını görmekteyiz.

Vesselamu aleykum ve rahmetullah ve berekatuhu

 

 

------------

[1]- Ayrıntılı bilgi için Prof. Hekim Üstat Hüseyin HAYRENDİŞ’ten “Bitkisel Tedavi Önerileri” kitabına müracaat edin.

[2]- İsra, 109.

[3]- Tövbe, 82.

[4]- Gureru’l Hikem, h. 2015. 

[5]- Gureru’l Hikem, h. 2016.

[6]- Biharu’l Envar, c. 43, s. 156.

[7]- Usul-u Kâfi, c. 2, s. 621.

Bu yazı 343 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum